Takip ettiğimiz ya da hayranlık duyduğumuz bir yazarın, dünyanın neresinde yazarsa yazsın, yeni kitabının yayımlanacağını genelde sosyal ağlardan ya da internet sitelerinden anında haber alıyoruz artık. Bir gün bakıyoruz The Guardian gazetesinin internet sayfasına, Arundhati Roy yirmi yıl sonra yeni romanını yayımlatacakmış, heyecanlanıyoruz; bir başka gün Türkiye’deki yayıncısının sosyal medya hesabından kitabın çevirisinin tamamlandığını ve yayımının eli kulağında olduğunu öğreniyoruz. The Ministry of Utmost Happiness’in Mutlak Mutluluk Bakanlığı haline gelmesi (yayıncılıkta bir yapıttan genelde Türkçeye çevrilmemişse asıl dilindeki adıyla bahsedilir, ama Türkçeye çevrildikten sonra atıflar Türkçe adına göre yapılır) arasında neredeyse hiç zaman farkı olmuyor böylece. Çevirmeni Suat Ertüzün, kendisine önceden sağlanan kopya üzerinden tahminimce oldukça hararetli bir süreçte metni çevirmiş, yayınevi çalışanları da hummalı biçimde kitabı yayına hazırlamış ve geçen ay başında, başat yayın piyasalarıyla aynı anda yirmi yıldır kitabı bekleyen okurlara sunmuş oluyor Can Yayınları. Ama bu seri ve yoğun faaliyet oldukça az yazara nasip olan bir faaliyet ve arkasında yıpratıcı bir emek yatıyor her zaman. Peşine düştüğümüz yazar bir biçimde önem kazanmamışsa (best-seller, long-seller ya da ödüllü yazar gibi sıfatlar önüne konmamışsa) yayın bileşenlerinin yazarın yapıtını o dilin piyasasına getirmek için göstereceği çabanın cılız olacağını söylemek mümkün.
Mayıs ayı başında İngilizce kopyası yayımlanan Paula Hawkins’in Into The Water’ını neredeyse eş zamanlı biçimde (ay sonunda) Aslıhan Kuzucan çevirisiyle Karanlık Sular olarak İthaki tarafından yayımlanması, önceki romanlarının best-seller olmasıyla ve Türkiye’deki okurun dijital ya da basılı İngilizce kitaplara kolaylıkla erişip okuyabilir olmasıyla da çok alakalı. Sadece yayınevi yetkilileri hayıflanmazlar kendi çevirilerinin kitabın orijinal dilinden –hele İngilizceyse– bir kopyasına bir bakıma kurban gitmesinden, yazarın temsilcileri ve hatta yazar bile bu konuda endişeye düşebilir. Yıllar boyunca Paul Auster’ın bu konuda örnek olabilecek pek çok vakası olmuştur; işin sırrını, Orhan Pamuk’la yaptığımız bir sohbette anlamıştım: Auster’ın kitaplarının önce Fransızcada ve hatta Türkçede, İngilizce hardcover kopyasından önce yayımlanmaya gayret gösterilmesinin sebebinin, Auster gibi bir yazarı okuyabilecek okurların doğrudan kendi dilinden okuyabilmelerinden kaynaklandığını anlatmıştı; en son Kış Güncesi’nde yayınevinin hızlı davrandığını hatırlıyorum, ama şimdi 4321 söz konusu olduğunda, hem yapıtın devasa boyutundan hem de kompleks kurgusundan dolayı, kimsenin peynir ekmek bekler gibi Auster beklediğini düşünmemiş olmalı ki Auster ve kurmayları, henüz kulağımıza ulaşan bir fısıltı yok kitabın ne zaman Türkçe yayımlanacağına dair; ama eminim benim bu yazıyı yazdığım sıcak günde bir başka bilgisayarda Auster’ın cümleleri, uflaya puflaya da olsa, Türkçe yeniden söyleniyordur.
Benzer eş zamanlılık endişesi Haruki Murakami için de geçerli oluyor ve Türkiye’de yayımlanacak kitapları seçerken, mümkün mertebe İngilizceden önce çevrilebileceklere yönelmeye çalışılıyor: Kadınsız Erkekler geçen sene buradaki Murakami hayranları tarafından bir çırpıda Ali Volkan Erdemir Türkçesiyle okunmuştu, ama İngilizceden okumak isteyenler ancak mayıs ayında Philip Gabriel ve Ted Goossen’in çabalarıyla okuyabilme imkanı buldular Men Without Women derlemesini (gerçi kitaptaki öyküler Amerikan dergilerinde, özellikle The New Yorker’da peyderpey yayımlanmıştı ve pek çok Murakamisever zaten bulup üstünden geçmişti o öykülerin; Türkiye’de haftalık kitap eklerinde ya da edebiyat dergilerinde promosyon amaçlı yayımlanan yeni yapıttan birkaç öykü veya bölüm dışında sıkı bir yazarın metnine pek rast gelemeyiz, dünya edebiyatı söz konusu olduğunda; muhtemelen izin ve telif meselelerini çözme maharetine ve imkanına dergi yayıncılarımızın pek sahip olamamasından kaynaklanıyordur; bir zamanlar metinleri yazarlarından ve hak sahiplerinden habersiz yayımlayabilmek çok daha kolaydı, ama bugün bu yöntemlere yönelenlerin başları bir süre sonra ummadıkları biçimlerde ağrıyabildiğinden, pek tercih edilmiyor; –tekrar– ama kimi dergiler o kadar her şeyden azade bir yayıncılık yapıyorlar ki, Bukowski gibi isimlerin sosyal medyada dolanan sahte metinlerine de yer veriyorlar).
Okurların stratejik kararları
Popüler isim Dan Brown olunca, muhtemelen eylül ayında yeni kitabı İngilizce yayımlanırken, Türkiye’deki yayıncısı da kitabı hemen raflara yetiştirecektir. Ama popüler isim İngilizce yazmayan birisi olduğunda, mesela Javiér Marias olduğunda, son romanını okuyabilmek kendi dilinde yayımlanmasından yıllar sonra olabiliyor: 2014’te İspanyolca yayımlanan Así empieza lo malo geçen yıl hardcover kopyasıyla Thus Bad Begins adıyla yayımlanmıştı; normalde dijital kopyasını da eksik etmiyor yayıncılar son yıllarda, ama Javier Marías’ın kendine özgü dilinden ve yine bir tür satış stratejisinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm şekilde henüz İngilizce çevirinin dijital kopyasını almak mümkün değil; dolayısıyla bütçeyi zorlayan bir biçimde hardcover kopyasını getirtmek ya da İspanyolcasının peşine düşmek dışında yeni Marías romanını okuma imkanı henüz yok ve kim bilir Türkiye’deki yayıncısı ne zaman önümüze getirecektir bu metni. İngilizce yayınlarda hardcover adı verilen ciltli baskıların ilk etapta, bir süre sonra da paperback adı verilen karton kapaklı ve belki de cep boy ya da okuma kulübü kopyaların ikinci etapta yayımlandığını; dijital kopyaların da fiyatlarının orantılı olarak hardcover döneminde pahalı, paperback yayımlandıktan sonra ucuzladığını söylemek gerekir. Bazen bu farklı baskılar arasında okur stratejik kararlar verebiliyor: Bir yazarın kitabının ucuz kopyasının çıkmasını bekleyebiliyor, çok tutkunu değilse. Yazarların temsilcileri ve yayınevleri de, bu konuda karşı strateji geliştiriyor, bekleyen okurları süründürüyor ya da pahalı kitaba yöneltiyor. Bütçe endişesiyle kaç zamandır J. M. Coetzee’nin The Schooldays of Jesus romanının ucuz dijital kopyasının çıkmasını bekliyorum, ama henüz vuslata erebilmiş değilim. İşin kötü yanı, pek çok kitabı çevrilmiş olsa da, Coetzee’nin “Jesus” romanlarını henüz Türkçedeki yayıncısı dilimize aktaramadı; Nobel Ödüllü sıfatı taşıyan, entelektüel çevrelerde oldukça dikkatle takip edilen Coetzee gibi bir ismin, bırakalım yeni yapıtını alelacele yetiştirmeyi, eski yapıtlarının yeni baskılarını yapmanın bile buradaki yayınevinin pek işine geldiği söylenemez. Muhtemelen haklı sebepleri vardır: Ticari açıdan “fenomenleşmemiş” bir yazara neden yatırım yapsınlar! Ticari kıstaslarla yayıncılık yapmanın küresel tezahürleri ancak bir avuç isme yarıyor, geri kalanı için henüz üretim ve yayım hatlarında pek yer yok.
Görsel: Eren Su Kibele Yarman
Yeni yorum gönder