Her gün yatağımızdan kalkalım, bize sunulan her ne tür bir hayat ise onu paşa paşa yaşayalım. Akşamları da, ertesi sabah tekrar kalkıp birebir aynı şeyleri yaşamak üzere aynı yatağa girelim. Bunun ne gibi bir sakıncası var?
Neden her daim, cevabını bilmenin pratikte hiçbir işimize yaramayacağı soruları sorup duruyoruz, rahatsız olma pahasına: Evren nedir, sonsuzluk var mıdır? İnsan ahlaklı yaşamak zorunda mıdır? Bir gün kovulacağımızı bildiğimiz bu dünyada bizi, her şeye rağmen, büyük bir inatla tutan o şey nedir? Ölünce bizi neler bekler? Ölünce bizi bekleyenlerin, yaşamda bekleyenlerden daha ürkütücü olduğu fikrine nasıl kapılırız? Din nedir, siyaset nedir, sosyal sınıflar ne demektir? Bazı insanlar neden soru sormakta, bazıları yaratmakta, bazıları da tüketmekte avuntu bulur?
Bir gün hepimiz öleceksek eğer, sormasak, yaratmasak, tüketmesek ne olur? Yaratmak nasıl bir şeydir? Neden yaratmak istersin? Bir hissiyat mıdır, bir teknik midir? Hissiyatsız teknik, tekniksiz hissiyat neye benzer? Bu teknik, öğretilebilir mi? Yani, yazarlık öğretilebilir mi? Bir şeyin öğretilebilir olduğuna dair mutlak bilgiye nasıl varırız?
Bu ay Burcu Arman'ın SabitFikir için hazırladığı kapak konusu sayesinde dünyanın sırrına eremeyecek ve yukarıda sıralanan ebedi soruların pek çoğunun yanıtını bulamayacaksınız. Ne ki, en azından, söz konusu 'yazarlığın öğrenilebilir bir iş olarak konumlanması' olunca, edebiyat dünyamız neden bu kadar dikbaşlı ve küstah kesilir; yazarlığın öğrenilip öğrenilemeyeceği bilgisine nasıl ulaşırız, öğretilirse bu ancak nasıl olabilir gibi fani soruların yanıtlarına çok yakınsınız. 20 sayfa kadar. (Bu yanıtlar da elbet bir gün ve bir şekilde, en yukarıdaki sorulara bağlanacaktır.)
İllüstrasyon: Jirayu Koo
Yeni yorum gönder