23 Haziran 1959 günü sabahı Boris Vian, Mezarlarınıza Tüküreceğim isimli romanının uyarlamasını izlemek üzere Cinéma Marbeuf’teki yerini alır. Aslında, kitabından yapılan bu uyarlamayı beğenmediği, yönetmenle aralarında bir anlaşmazlık olduğu bilinmektedir, gitmek istemediğini daha önce söylemiştir; bütün bunlara rağmen, o sabah orada bulunmasının tek sebebi, yakın arkadaşlarının ısrarına dayanamamasıdır. Hatta kibar bir insan olduğu için, hiç içinden gelmese de, filmin yönetmeni ve prodüktörüne karşı neşeli görünmeye bile çalışır. Ancak, filmin galası başlayalı daha on dakika bile olmamışken Boris Vian, koltuğunda fenalaşır ve o günün öğle saatlerinde hayatını kaybeder. Ölüm sebebi, hayatının ilk yıllarından beri peşini bırakmamış olan kalp rahatsızlığıdır aslında ama yine de bu olay, insanın aklına ister istemez şu soruyu düşürüyor: O kadar kötü bir uyarlama mıydı?
Üstelik, gerçekten de spekülatif bir soru değil bu. Filmin galasına katılması yönünde Boris Vian’a ısrar eden yakın arkadaşlarından biri olan Denis Bourgeois, şöyle demiş örneğin: “Kendimi bir biçimde sorumlu hissediyordum. Öldüğü için değil, çünkü artık buna mahkûmdu, bir hafta, bilemediniz bir ay sonra ölecekti, ama hep şöyle düşündüm: Bu filmi seyretmese birkaç gün, hatta birkaç hafta daha fazla yaşayabilirdi belki.” (N. Arnaud, Boris Vian’ın Paralel Hayatları, İletişim Yayınları)
Belki böyle bir trajediyle sonlanmayan ama benzer bir hoşnutsuzluk hikayesi de Cinnet (The Shining) etrafında kurulu... Stephen King’in, aynı adlı romanından Stanley Kubrick’in uyarladığı filmden hiç hoşlanmadığı, hatta nefret ettiğini hiç gizlemediği bilinir. Eserlerinden uyarlanan başka “başarısız” filmler olmasına karşın ve aradan bunca yıl geçmesine rağmen, Stephen King, Cinnet hakkındaki olumsuz görüşlerini dillendirmekten pek vazgeçecek gibi de görünmüyor. Açıkçası “taraf” tutmanın kolay olmadığı bir tartışma bu; ne de olsa bir tarafta 1970’li yılların ortasından bu yana kaleme aldığı eserleriyle bize verdiği “huzursuzluk” seviyesini korumayı başarmış bir yazar olarak Stephen King, diğer tarafta da 2001: Bir Uzay Macerası, Lolita, Otomatik Portakal, Gözleri Tamamen Kapalı gibi “olağanüstü” uyarlamalara imza atmış bir yönetmen olan Stanley Kubrick var...
Böylesi tartışmaları, çekişmeleri okur/izler penceresinden takip etmenin bir getirisi ise, hayatımızın merkezine belki de en yakın olan bu iki sanat dalı hakkında daha derinlemesine düşünme yollarını açıyor olması; roman sanatı, senaryo kuramı, ifade ediş yöntemleri, hikaye anlatma yolları hakkında mesela... SabitFikir’in bu sayısında Hasan Cömert, işte önümüze açılan bu yollardan birine saparak, “yönetmenler nasıl çalışır?” sorusu etrafında “uyarlama sıkıntılarını” ele alıyor. Dünya sinemasındaki örneklerin yanı sıra Türkiye’deki duruma bakmayı, “uyarlama kıtlığı”na değinmeyi de ihmal etmeden...
Yeni yorum gönder