“Bir yolculukta arabanın ön koltuğuna oturur pencereden akan görüntüleri pek de heyecanlanmadan seyrederiz. Aynı arabaya yerleştirilen bir kameranın çektiği görüntüleri koltuğumuza oturup beyazperdede seyredersek içimizi bir heyecan kaplar. Sinemanın büyüsü denen şey budur belki.”
Orhan Pamuk’un yazdığı ve Ömer Kavur’un filme çektiği Gizli Yüz’den çokça etkilenmiş olmamın bir nedeni “sinema büyüsü” denen şeyse, bir nedeni de Gizli Yüz’ün –gerçekten de– Türk sinemasında yazar-yönetmen işbirliğinin belki de en başarılı örneklerinden biri olmasıydı. Orhan Pamuk da Gizli Yüz’ün senaryo kitabının sonuna yazdığı yazıda, bu işbirliğinden tattığı tuhaf zevkten bahseder zaten: “Bir başkası ile oturup hikâye kurmak, bir filmi düşlemekti beni daha çok heyecanlandıran. (...) Bu zevki, birlikte hikâye kurma zevkini bana tattırdığı için Ömer’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir daha senaryo yazarsam gene bu tuhaf zevk için yazacağım.”
SabitFikir’in bu sayısında, 2014’te 100. yılını kutlayan Türk sinemasındaki edebiyat uyarlamalarını mercek altına alan ayrıntılı yazısında Hasan Cömert de, Ömer Kavur’un ve Gizli Yüz’ün hakkını teslim ediyor elbette: “Ömer Kavur külliyatını başlı başına ‘varoluşçu sinema’ başlığı altında ele alabiliriz. Uyarlanmasının çok zor olduğu sıkça dile getirilen Yusuf Atılgan başyapıtı Anayurt Oteli’ni (1986) etkileyici bir filme dönüştürdüğü için bile Ömer Kavur’un sinema tarihindeki yeri başkadır ama onun edebiyat-sinema ilişkisini sürdürdüğü diğer filmleri de güçlü sinemasının parçaları olmuştur. Orhan Pamuk’un senaryosunu yazdığı ve bir arayışın hikayesi olan Gizli Yüz’ü de 90’larda sayıca azalan uyarlamaların en iyileri arasında kabul edilir. (Kavur, yazarlarla en çok çalışanyönetmenlerdendi. Ah Güzel İstanbul’da Füruzan’la, Yusuf ile Kenan’da ise Onat Kutlar ile çalıştı.)”
Aslında Gizli Yüz’den çokça etkilenmiş olmamın bir başka nedeni de sanırım İstanbul büyüsüydü. Kara Kitap’ı yeni okumuştum, İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda, bir film festival kapsamında, köklü bir Beyoğlu sinemasında izlemiştim Gizli Yüz’ü ilk olarak. Hasan Cömert’in de dikkat çektiği gibi; nasıl ki 2000’lerde üretimde artış olsa da bunun edebiyat uyarlamalarına çok fazla yansıdığını söyleyemiyorsak, filmlerin perdelerine yansıdığı “güzel” salonların da sayısı giderek azalıyor: “Emek Sineması’nın akıbeti bile sinemaya, şehre bakışı anlamak için yeterli... Keyfi uygulamalar yüzünden ve dünyaya sadece ticari gözlüklerle bakan kişilerin elinde sinema, birçok açıdan yok edilmiş vaziyette. ‘Sektör büyüyor’ tekerlemesi altında AVM’lere mahkum edilen sinema salonları, tektipleştirme amacı güden kültür politikaları, devletin tahakkümü ve sınırlamaları içerisinde üretime zorlanan sinemacılar, otoriteye bağlı bir yayın anlayışı sürdüren gazete, televizyon ve haber portalları ve vasatlığı kutsayan ‘yetkililer’ ile birlikte 100. yıla varmış bulunuyoruz!”
>>> 100 yılda edebiyatın perdedeki varlığı
* Görsel: Okay Karadayılar
Yeni yorum gönder