Eleştiri bugüne dek kılıktan kılığa girdi, amaçtan amaca dönüştü, yöntemden yönteme değişti. Çok tanımlanmış olması eleştiri konusunda zihinlerimizi bir sarahate kavuşturmadı. Hatta neyin eleştiri olduğunu tartışma konusu yapabilecek kadar çok eleştiri tanımı var elimizde. Eleştirinin bizatihi kendisinin de eleştiriye konu olduğu bir literatür de inşa edildi bu arada...
Uzun yıllar kitap tanıtım yazıları kaleme aldım. Kaleme aldığım metnin okuduğum kitabı henüz okumayanları gözeten bir tanıtım yazısı olduğunun da her daim farkındaydım. Ancak kitabını tanıttığım yazarlardan “eleştiri yazısı” için teşekkür mesajları almaya başlayınca bir şeylerin yanlış gittiğini düşünmeye başladım. Çünkü kaleme aldığım metinler birer eleştiri değildi.
Eleştiri ile tanıtım yazısının arasındaki sınırı böylesine “muğlak” kılan temel handikabın eleştirinin kendi başına bir mesai gerektirdiğini, ortaya çıkan metnin başlı başına bağımsız bir metin olduğunu gözden ırak tutmakla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Eleştiri metninin de bir eser olduğunu, kendine ait bir terminoloji ve metodoloji içinde ilerlediğini devre dışı bırakıyor ve eleştirmenliği edebiyat yazamayanların yöneldiği bir telafi mekanizması olduğu yanılgısına kapılmak biraz da işimize geliyor.
Tenkit, kelimesi iğnelemek, gagalamak gibi anlamlar taşıyor. İlginç bir şekilde nakit kelimesi de aynı kökten geliyor. Metal paraların üretim süreçleriyle bunun bir alakası olmalı. Her neyse konumuz zaten o değil. Konumuz eleştiri. Batı dillerinden gelen kritik kelimesinin kökenine bakınca “yargılama” kelimesine ulaşıyoruz.
Eleştiri bugüne dek kılıktan kılığa girdi, amaçtan amaca dönüştü, yöntemden yönteme değişti. Bir kocaman “eleştiri” kütüphanesi inşa edildi zamanımıza dek. Çok tanımlanmış olmak eleştiri konusunda zihinlerimizi bir sarahate kavuşturmadı. Hatta şunu net bir şekilde ifade edebiliriz ki neyin eleştiri olduğunu tartışma konusu yapabilecek kadar çok eleştiri tanımı var elimizde. Eleştirinin bizatihi kendisinin de eleştiriye konu olduğu bir literatür de inşa edildi bu arada. O literatüre kulak vermekte fayda var belki de.
Yine de “kritik” bir not daha eklemeden bu yazıya son bir nokta koymak istemem. Eleştiri yazılarını, yapıcı ve yıkıcı diye ikiye ayırmayı da sağlıklı bulmuyorum. Eleştirmenin yazara yapıcı olmak veya yıkıcı olmamak diye bir borcu olduğunu düşünmüyorum. Zira böyle bir borçtan hareketle ortaya çıkan metnin başlı başına özerk bir metin olma şansı kalmaz. Edebi metnin güdümünde, onu merkeze alarak kaleme alınan eleştirinin de başlı başına bağımsız bir metin olma lüksü yoktur. Eleştiri ile tanıtım metni arasında bir fark olması gerekiyorsa sınırın tam da bu noktadan yani eleştirinin özerk bir alana sahip olmasından çizildiğini görmemiz gerekiyor.
Aksi takdirde “eleştiri” yokluğundan şikâyet etmenin “pohpohlanma” eksikliği çekmek olmadığına kimseyi inandıramayız. Evet, “eleştirinin imkânsızlığı” üzerine de bir literatür oluşmuş durumda. Bu satırların yazarı yaşanan daralmanın da farkında. Yine de hayatımızı “mümkünlerle” sınırlayamayız. Yoksa bir gün gelir, “imkân” dairesi içinde hiçbir şeyin yapılamayacağı bir çöle dönüşür.
ELEŞTİRİNİN İLK 11’İ
Eleştiri Üstüne - Memet Fuat
Eleştiri Kuramları - Tahsin Yücel
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri - Berna Moran
Çağının Eleştirisi - Hüseyin Cöntürk
Eleştiri ve İdeoloji - Terry Eagleton
Eleştirinin Anatomisi - Northrop Frye
Çözümleyici Eleştiri - Semih Gümüş
Edebiyat Atlası - Necip Tosun
Edebiyat Ne Söyler - Cemal Şakar
Edebiyat, Eleştiri ve Kurama Giriş - Andrew
Bennet - Nicholas Roy
Eleştiri Yazıları - Adnan Benk
Yeni yorum gönder