Serkan Üstüner, Hükmen Mağluplar adlı ilk hikâye kitabının ardından Ötüken Neşriyat’tan çıkan ikinci kitabı Fazilet’in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni ile okuruyla buluştu. Hükmen Mağluplar kitabında, kenar mahallenin, hayat karşısında hiç galip gelememiş ve hep bir şekilde yenilmiş, mahallesinde top oynayan, âşık olan, kavga eden hülasa sıradan, alelade bir hayat yaşayan çocukların hikâyelerini yazan Üstüner, Fazilet’in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni’nde de bu hikâyeleri üstüne koyarak devam ettiriyor. Önce kitabın ismi üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Bazı kitap isimleri beni hep kendine hayran bırakmıştır, Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar, 1933 Berbat Bir Yıldı, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, bunlardan birkaçı. Serkan Üstüner’in kitabının ismini ilk duyduğumda da aynı hisse kapıldım. Keşke dedim, bu adla bir şiir yazsaydım. Uzun ve yaygın kullanılan bir iki kelimelik kitap isimlerini, aslında risk alarak yıkmaya çalışan bu tür isimler hep ilgimi çekti ve saygı duydum bunlara. Evet, kitabın isminin akılda kalıcı olması çok önemli fakat yazarın içine sinen ama aynı zamanda da daha kitabın kapağında okuru böyle selamlayan kitap isimleri oldukça etkileyici.
Kitabı konuşmadan önce değinecek olursak; kitabın ithafı, gören herkesin boğazında düğümleniyor. Kitabı oğlu Yavuz Selim’e ve şehit Bedirhan bebeğe ithaf etmiş Serkan Üstüner. Oldukça etkileyici. Kitapta on bir hikâye var. Hikâye isimleri de yine kitabın ismi gibi merak uyandırıcı. “İyi de Aykut’la Songül Neden Aşağı Kattaydılar, Sevda Yüklü Kervanlar Unkapanı’ndan Geçer mi ?, Rüyadan Utanmadan Önceki Son Mucize, Havuzda Kısa Devre, Raziye Hanım’ın Vasiyetindeki Sır, Ali’nin Kaderi Belki de Küpe Çiçeğidir…” Üstüner dilini ilk kitaba göre geliştiriyor. Olay kurguları, hikâyenin ilerleyişi ve kahramanların tavırları artık daha dikkatli seçilmiş. Yine kitapta ve genel olarak Serkan Üstüner’in hikâyelerinde benim üzerinde durduğum şeylerden biri, diyalogların yapmacık ve kurgu unsuru olarak değil, doğrudan hayattaki gibi kurgulanmış olması. Mesela; “İşte budur be. Budur. Biliyordum. Biliyordum bundan iyisini yazamayacaklarını biliyordum” şeklinde bir söyleyiş var. Bunu dışımızdan tekrar ettiğimizde, o duygu halini doğal olarak veriyorsunuz. Doğal olarak da hikâyeler bir kurgudan ziyade hayatın tam içinden, gerçek hikâyeler oluyor. Serkan Üstüner’in argo kullanımı da oldukça kararında. Belki biraz daha artırabilirdi diye düşündüm kitabı okurken. Üçüncü kitabında eminim bunu dikkate alacaktır kendisi.
Sıradan insanların hayatları da hep aynı şekilde değil midir zaten. Her an ümidin tükenmesi, çıkar bir yolun kalmaması, küçük sevinçler, büyük üzüntüler, umutsuzluklar, öfkeler… Kitabı okuyup bitirince şöyle hissediyor insan: “Yapacak şeyler henüz bitmedi, her an bir yol daha bulabilirim. Bir mucize olabilir.” Kendisi de bir söyleşisinde şöyle ifade ediyor durumu zaten: “Hani böyle son umudu da tüketmiş olduğunuz an var ya işte o anda elinizden tutan bir umut sizi hayata bağlar ve bambaşka bir hayata yelken açarsanız, işte bunu anlattık. Umuda dair bir şeyler olsun diye.” Umuda dair şeylere ihtiyacımız olduğu şu zamanda böyle kitapların imdadımıza yetişmesi ve bize “hayır henüz bitmedi” demesi kadar çok az güzel şey var.
FAZİLET'İN TIMARHANESİNDE
SEKİZİNCİ SENFONİ
Serkan Üstüner
ÖTÜKEN NEŞRİYAT 2019
Yeni yorum gönder