Giovanni Papini, Kaçan Ayna’da olağanüstü, çarpıcı öyküler peşindedir. Ölümler, yüzleşmeler, mucizevi karşılaşmalar… Öykülerin merkezinde hayat algısı ve yorumu vardır. İçinde bulunulan çağ yorumlanır. Kahramanlar hep bir kimlik arayışı içindedir, kim olduklarının, nereden gelip nereye gittiklerinin sorularıyla yaşarlar.
Giovanni Papini (1881-1956), İtalyan edebiyatının melankolik yaklaşımlarıyla bilinen ve siyasi anlayışı tartışmalı yazarlarından biri. Öykülerinde çağ, ölüm, kişilik temalarını odak alarak insan doğasına, yaşadığı döneme ilişkin yorumlar yapıp gelecekler öngörür. Papini, “gerçek hayat” sorunu etrafında kahramanlarıyla birlikte bir yolculuğa çıkar ve çağa ağır eleştiriler getirir. Silik, sıradan insanları ağır bir şekilde eleştirirken arayan, soran, büyük ideallere bağlanan insanları yüceltir. Kendisinden memnun olmayan, bir başka ben olmak isteyen kahramanlar ölüm ve hayat ipinin en gergin yerinde dururlar. Onun idealize ettiği karakter, özgür yaşayan, kendi olan, gelecek uğruna bugünü ipotek etmeden anı, günü yaşayan kimsedir.
Papini, Kaçan Ayna’da olağanüstü, çarpıcı öyküler peşindedir. Ölümler, yüzleşmeler, mucizevi karşılaşmalar… Öykülerin merkezinde hayat algısı ve yorumu vardır. Kahramanlar hep bir kimlik arayışı içindedir, kim olduklarının, nereden gelip nereye gittiklerinin sorularıyla yaşarlar. Kitaptaki öykülerin her biri insanlık durumu ve sorularına ilişkindir: Kendisinin yıllar öncesindeki hâliyle karşılaşan kahramanın hayal kırıklığı; gençlik yıllarını bir başkasından ödünç isteyen kahramanın tereddüdü; başkasının yerine kendi canına kıyan kahramanın idealizmi; sıradan, bomboş bir hayatı yaşamadan yaşayan kahramanın sıradanlığı; bir sabah uyandığında hiç tanınmayan biri olarak uyanan kahramanın çaresizliği; kendisinin ruhundan ve bedeninden sıyrılıp bir başkası olmak isteyen kahramanın arayışları; bir başkasının düşü olduğunu düşünen kahramanın açmazı; bir yabancıdan kendi biyografisini dinleyen kahramanın boşa çıkan kurgu anlayışı… Öyküler boyunca insan kendi kendisiyle yüzleştirilir, kendi olup olmadığı, gerçek olup olmadığı sorgulanır.
Zaman algısının merkezde olduğu “Havuzda İki Yansı”da, hem geçmişin bir daha getirilemeyeceğine ilişkin bir vurgu hem de insanın gelişimine ilişkin temel aktarımlar yer alır. Genç olan ben ile yaşlı olan ben karşı karşıya gelir ve aynı kişideki bu zamanlar üstü buluşma, beraberinde bir anlaşmazlığı ve krizi doğurur. İnsan değişir, sonra geçmişine, kendisine bile tahammül edemez. O dönemin duyguları, anlayışları farklı, içinde bulunulan anın gerçekleri farklıdır. Bu anakronizm bir bakıma başka insanlarla anlaşamayan insanların kendisiyle bile anlaşamayacağının hikâyesidir. Kendisini tamamlayamayan insan yaşadıkça kendisinin en uzağına düşer. İnsanın kaosu tam da burada bütün bunları birbirine ekleyip bütünleştirememekten doğar. Gençlik arzularını boğar, olgunluğun huzuruna teslim olur.
Gençliğini boğarak öldürmek
Kahramanın geçmiş beniyle şimdiki beni buluşur. Havuzdan bir imge ile eski beni yanına gelmiştir. Geçmiş olan ben, şimdiki ben ile birlikte gezmeye başlar. Ancak şimdiki ben rahatsız olur. Geçmiş ben, ölü kuramlardan, taşralı duygulardan söz etmektedir; zihni ise belirsiz, karmakarışıktır. Romantik, bilgisiz ve sıkıcıdır. Şimdiki ben, geçmiş beni küçümsemeye başlar. Yıllar önceki kendisiyle şimdiki kendisi karşı karşıyadır. Şimdiki ben bu durumdan rahatsız olur. Ve şimdiki ben geçmiş benini tam da imgesinin doğduğu yerde, boğarak öldürür. İnsanın farklı zamanlardaki hâllerinin karşılaştırılması edebiyatın çok işlediği konulardandır. Borges’in de benzer bir öyküsü vardır.
“Saçma Sapan Bir Öykü”, kurmaca ile gerçeklerin karşılaştırıldığı bir öyküdür. Kahramanı ziyarete gelen bir kişi, ona bir hikâye okuyacağını, eğer beğenirse kendisini ünlü yapacağına söz vermesini, hoşuna gitmezse bir ay içinde kendisini öldüreceğini belirtir. Kahraman kabul eder. Yabancı, kahramana yazdığı hikâyesini okur. Kahraman şaşkındır. Çünkü dinlediği hikâye kendi özel ve kamusal alanda hayatının baştanbaşa tam ve kesin anlatısıdır. Duyduğu, düşlediği, yaptığı her şey aslına bağlı bir şekilde hikâye edilmiştir. Oysa bu gelen adamı hiç tanımamakta, ilk kez görmektedir. Bu kitabı kimse bilmemelidir. Bu yüzden yabancıya öyküyü beğenmediğini söyler. Yaptıkları anlaşma gereği şimdi yabancının ölümden başka çıkar yolu yoktur. Yakındaki ırmakta intihar eder. Ama kendi de aynı akıbetten, ölümden kurtulamayacaktır. Ölümü hissetmeye başlar. Unutması gereken hiçbir şeyi unutmamıştır. Ölümü hak etmiştir. Çünkü bu gelen yabancı kahramanın ikinci kişiliğidir. Kendisinden bile sakladığı gerçekleri yüzüne vurmuş, kendine kendisini anlatmıştır.
Öykülerde tekdüze yaşamlar eleştirilir
İntihar olgusu Papini’nin ana temalarından biridir. Ama geleneksel intihar olgusuna kahramanların itirazı vardır ve intihar övülmez. İntihar olgusu çeşitli açılardan yorumlanır. “Zihinsel Bir Ölüm” öyküsünde, insanın bedenine zarar vermeden nasıl ölümü isteyebileceği, yeni bir intihar biçimi olarak gündeme getirilir. Bu felsefeye göre, bedeni birdenbire parçalamak doğru değildir. Kendi kendine yaşamı yadsımak, yıkmak gerek, yavaş yavaş. Yaşamın anlamı ölümdedir. Her kim yaşamda şu andan başlayarak çoktan ölmüş olursa, yaşamdan haz duyar, onun tadını çıkarır. Aslolan ölmek isteme düşüncesinin zoruyla ölmektir. Yaşamı ruhun kendisiyle öldürmek: “Yaşam ağır bir ölümdür, her duyusal haz, bu uzun can çekişin onca sıçrayışından, ölüm hırıltısından biridir yalnızca.” “Neysem O Olmak İstemiyorum Artık” öyküsünde, kendisi olmak istemeyen, kendisi dışında biri olmak isteyen bir kahramanın arayışları anlatılır. Kendi kendisiyle yaşamaktan yorulmuş, bedeninden çıkmak, ruhunu değiştirmek, bir başka biçimde var olmak istemektedir. Varıp dayandığı intihar olgusunu ise reddetmektedir. “Başkasının Yerine Canına Kıymak”, bir başkasının yerine canına kıyarak onu harekete geçirmeye çalışan bir karakteri anlatır. Yalnızca bir insanı kurtarmak için ölmektedir. Uğruna ölmek istediği kişide deha parıltıları gördüğü bir yazardır. Tıpkı İsa gibi otuz üç yaşındadır.
Gerçeküstü yaklaşım Papini’nin sıklıkla başvurduğu bir anlatım biçimidir. “Hasta Beyefendinin Son Ziyareti”nde gerçeküstü bir yaklaşımla gizli bir düşleyicinin bir düşü olduğunu düşünen hasta bir adamın hikâyesi anlatılır. Kendisi ise bu düşleyeninden kurtulmak istemektedir. Onun düş gördüğünün bilincine varıp düşünden uyanmasını beklemektedir. Korkusu ise ya hiç bitmeyecek bir düşün parçasıysa? Sonsuza dek uyuyacak, sonsuza dek düş görecek birinin düşüyse? Bu düşüncelerinden kurtulmak isteyen kahraman çıkışsızdır. Benzer bir yaklaşımla yazılan “Sen Kimsin?” kitabın en güzel öykülerinden biridir. Bir gün insanların kendisini tanımadığını gören anlatıcı, kendine “ben kimim?” sorusunu sorar ve bu yüzleşmeden sonra kendisini keşfeder. Bu keşiften sonra çevresi de kendisini tanır.
Papini öykülerinde insanın olağanüstü, derinlikli yanlarına dikkat çeker ve bu yanlarını yüceltir. Sıradan, tekdüze yaşamları ise mahkûm eder, eleştirir. “Ruh Dilencisi” sıradan yaşamları eleştirdiği bir öyküsüdür. Para için öykü yazmak zorunda olan anlatıcı, sıradan bir insanın öyküsünü yazmaya karar verir ve yoldan geçen birine durumu aktararak hayatını anlattırır. Hayatı dinlediğinde şaşkındır. Hiçbir inişi çıkışı olamayan, tekdüze, sıradan, dümdüz, kurallara uygun, ölçülü biçili, boş yaşam anlatıcıda derin bir hüzün doğurur. Şaşkındır çünkü hayal ürünü olduğuna inandığı bir adam karşısındadır. Öykü yaşanmayan, bomboş geçen bir hayat eleştirisidir.
“Kaçan Ayna” Papini’nin dünya görüşünü didaktik biçimde aktardığı öykülerinden biridir. Öyküde gelecek için insanların hayatlarını karartmaları eleştirilir. İnsanlar geleceği düşünürler, gelecek günler için yaşarlar, sürekli olarak bugünleri gelecek olan yarına feda ederler. Bütün bir şimdi, gelecek için feda edilmektedir. Hem de geleceğin de şimdiki zamana dönüşeceğini bir başka geleceğe feda edileceğini düşünmeden. Geleceğin aynası olmasa, güncel gerçeklik aşağılık, iğrenç, anlamsız görünecektir. İnsan işte bütün ömrünce bu kaçan aynaya doğru koşar.
Kitap felsefi, varoluşsal problemleri tartışan biçimden çok meseleye odaklanan bir yapıdadır. Papini öykülerinde kendisini anlatmakla, kendini öyküye fazlasıyla katmakla bilinir. Öykünün didaktik yanları, kurmacanın çok baskın bir şekilde ortaya çıkması bu tavrından kaynaklanır. Diğer yandan gerçeküstü hikâyeler, fantastik yaklaşımlar ve rüya anlatım öykülerde baskındır. Borges derin bir şekilde etkilendiği Papini’nin fantastik, gerçeküstü öykülerini değerlendirirken, onun öykü çizgisiyle, Poe, Alman romantikleri ve Binbir Gece Masalları geleneği arasında bağlantı kurar.
Kaçan Ayna'daki öyküler fantastiğin, gerçeküstünün yeniden gündeme gelmesi ile günümüz insanını da yakalar, ona da bir şeyler söyler niteliktedir.
Yeni yorum gönder