Jonathan Lethem Öksüz Brooklyn’de, Tourette sendromlu bir dedektifin iç sesiyle okuyucuyu New York sokaklarında dolaştırıyor, muzip bir dille metne olan ilgiyi daima yüksekte tutuyor ve katil - polis ekseninden saparak polisiyeyi çok başka bir boyuta taşıyor.
Tüm dünyada 90’lı yıllara duyulan özlemin sebebi, o dönem çocukluğunu - ilk gençliğini yaşamış neslin ellerinden yitip giden zaman için tuttuğu bir yas mı, yoksa internet ile yeni bir çağa başlayan insanlığın “eski dünya”ya en yakın, tarihi “bozulmanın” henüz başlamadığı milenyum öncesi 90’lar olarak görmesi mi, veyahut bunlar dışında bir ya da birden fazla çeşitli nedenler mi bilemiyorum. Jonathan Lethem imzalı Öksüz Brooklyn (Motherless Brooklyn) 1999 yılında okuyucuyla buluşup edebiyat tarihindeki yerini alırken adeta o “eski dünya”ya dair bir müzeyi andırıyor. Çağrı cihazları, araç telefonları, dönemin popüler kültür öğelerine yapılan göndermeler… Elbette yazar yaşadığı çağı nostalji olarak görmemiş, gördüklerini kayıt altına alma amacı da gütmemişti. Lethem’in anlatısında Amerikan ikonlarının, markaların, hızlı tüketim mallarının, TV figürlerinin ve diğer “şeyler”in bu kadar yer kaplamasının sebeb-i hikmeti, Öksüz Brooklyn’in “postmodern” edebiyat duvarındaki tuğlalardan biri olmasında saklı. Bu da kitaba kendine has bir hüviyet kazandırıyor. Dedektiflik hikayesinin odağında durması gereken suç, katil, gizem gibi kavramlar, yoğun bir anlatı girdabında döne döne eriyor, kitabın bütününe yayılıyor. Çaya iki şeker atıp karıştırmak gibi. Şekerli bir çayın tadına bakıp şekerli olduğunu anlarız ama “işte bakın şeker” diye elimizle işaret edip öylece gösteremeyiz. Öksüz Brooklyn tam olarak böyle bir kitap. Polisiye evet, ama tadına bakmayan birine nasıl bir polisiye olduğunu tarif etmek zor.
Jonathan Lethem 1964’te, kitabına ismini veren Brooklyn’de dünyaya gelmiş. 99’da okurla buluşan Öksüz Brooklyn ile “National Book Critics Circle” gibi birtakım ödüllere layık görülmüş. Kitapla ilgili bilinmesi gereken başka bir husus da Edward Norton tarafından senaryolaştırılıp filme çekildiği. Geçtiğimiz Kasım ayında aynı adla vizyona giren filmin başrolünde de yine Norton’u görüyoruz. Kadrodaki dikkat çeken isimlerden bir diğeri Bruce Willis.
“Çok acayip bir kahraman”
Lionel Essrog, Brooklyn’de bir yetimhanede büyümüştür. Onu edebiyat tarihindeki özgün karakterlerden biri yapan şey ise hastalığıdır. “Tourette” sendromu denilen bu rahatsızlıktan muzdarip Lionel, dürtülerini kontrol edememektedir. Sinir krizleri, takıntılar, anlamsız gözüken hecelemeler, en olmadık anlarda bile istem dışı bağırmalar gibi sonuçlar doğuran bu amansız hastalık, yazar tarafından öylesine gerçekçi işlenmiş ki, birinci şahsın ağzından anlatılan hikayede karakterin dünyasına giriyor, hastalığı adeta biz de yaşıyoruz. Tabii bu takıntılı ve öngörülemez dünyanın dili de kendine özgü. Tourette sendromlu birisi nasıl düşünür; satırlar arasında gezerken bunu sonuna kadar hissediyoruz. Kitabı okumaya niyetlenenlere küçük bir tavsiye; en azından filmin fragmanını izleyerek Lionel’in bu Tourette ataklarını kafanızda daha belirgin biçimde tasvir edebilirsiniz.
Hikayeye dönecek olursak… Lionel ve kendisi gibi öksüzlerden müteşekkil arkadaş grubu, henüz çocuk yaşlarda, Frank Minna adında genç bir adamla tanışırlar. Minna, bu “sahipsiz” ergenlere para karşılığı bazı nakliyat işleri yaptırır. Cep harçlığı kazanan öksüz ergenler hallerinden memnundur. Günün birinde Frank ortadan kaybolur ve birkaç yıl boyunca gözükmez. Geri döndüğünde artık yetişkinliğe adım atan arkadaş grubunu tekrar etrafında toplar ve yeni bir iş modeline atılırlar. Görünürde bir araç kiralama servisi, aslında bir dedektiflik bürosu kurmuşlardır.
Tehlikenin kıyısında gezinti
Hikaye Frank Minna’nın, Lionel ve ekibin diğer üyelerinden Gilbert’i, kendisini kollamaları için takip etmelerini istemesiyle açılıyor. Frank üzerinde mikrofon düzeneği ile “Zen okulu” olarak hizmet veren bir binaya girer; Lionel ve Gilbert sokağa park ettikleri arabada Frank’i dinlerler. Frank birazdan hikaye boyunca “dev” olarak anılacak bir adamla binadan çıkar, arabaya binip yola koyulurlar. Ne yazık ki Lionel ve Gilbert yoğun trafikte önlerindeki arabayı gözden kaçırırlar. Hoparlörden Frank’in konuşmalarından bir ipucu yakalamaya çalışıp Brookyn sokaklarında gezinirler. Çok geçmeden sesler duyulmaz olur. Frank’i ise bir çöp kutusunda, karnından yaralanmış halde bulurlar. Hastaneye yetiştiriler ancak patronları kurtulamaz.
Takip eden sayfalar boyunca Lionel’in ağzından bu olayı çözmeye çalıyor, tehlikenin kıyısında geziniyor, çeşitli maceralara atılıyoruz. Frank’in dul kalan karısı da şüpheli, Lionel’in öksüz grubundaki arkadaşlarından Tony de. Zen okulunda dönen dolaplar, dedektiflik hizmeti verdikleri yaşlı Brooklyn gangsterleri, Zen öğrencisi güzel Kimmery… Lethem Öksüz Brooklyn’de, Tourette sendromlu bir dedektifin iç sesiyle okuyucuyu New York sokaklarında dolaştırıyor, muzip bir dille metne olan ilgiyi daima yüksekte tutuyor ve katil - polis ekseninden saparak polisiyeyi çok başka bir boyuta taşıyor.
Yeni yorum gönder