Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Gerçek kötüler




Toplam oy: 576
Merkezine, onlu yaşlarının başındaki Will Byers’ın 1983 yılında, yaşadığı küçük Amerikan kasabasında ortadan kayboluş hikayesini alan Stranger Things dizisi, 80’ler pop kültürüne yazılmış bir aşk mektubu gibi.

İnternet üzerinde yayın yapan “televizyon” kanalları arasındaki rekabet, bu yaz Netflix’in, janr severlere armağan ettiği Stranger Things kisvesinde o beklenen meyveyi verdi. Merkezine, onlu yaşlarının başındaki Will Byers’ın 1983 yılında, yaşadığı küçük Amerikan kasabasında ortadan kayboluş hikayesini alan dizi, 80’ler pop kültürüne yazılmış bir aşk mektubu gibi.  


Sessiz sedasız başlayan fakat kısa sürede geniş bir hayran kitlesine ulaşan dizide, ilk andan itibaren izleyene tanıdık gelen unsurlar mevcut; giriş sekansındaki orijinal şarkıyı sanki bir yerlerden duymuş gibiyiz, arkadaşlarını kurtarmak için tehlikeli bir maceraya atılan çocukları da tanıyor gibiyiz. Spielberg’den Carpenter’a, Coppola’dan Kubrick’e sinemaya atıfların izini sahne sahne sürmek bir bakışta mümkün. Nitekim, dizinin bol referanslı “meta” yapısını yapımcılara anlatmak için, yönetmen koltuğundaki Duffer Biraderler otuza yakın filmden bir kolaj yapmışlar. Stranger Things’in çoğunlukla 80’li yıllar Amerikan sinemasından müteşekkil bir Frankenstein olduğu daha iyi anlatılamazdı ama dizinin inkar edilemez cazibesi, güncel korku sahnesinde gözlemlenen basit bir 80’ler nostaljisinden ibaret değil; prodüksiyon kalitesiyle, hem çocuk oyuncularının hem de hasret kaldığımız Winona Ryder’ın türe geri dönüş performansıyla parçalarının toplamından daha fazlası olduğu söylenmeli. Duffer Biraderler, sevdikleri filmlere saygı duruşunda bulunduklarını söylüyorlar, kimi açık seçik, kimi ise ezoterik sayılacak referansların menzili ise sinemayla (ve müzikle) sınırlı değil.

 

 

 

Stephen King etkisi  

 

Duffer Biraderler, Netflix’i tavlayan kolaj stratejisinin bir benzerini, dizinin künye bölümünü kotaracak olan tasarımcılara 15 adet kitap göndererek tekrarlamışlar. Ağırlıklı olarak Stephen King’ler ve okuyucusuna ikinci tekil şahısla hitap eden “Maceranı Kendin Seç” kitaplarını içeren seçki, kitapların kapağında kullanılan Benguiat yazı tipiyle dizinin tüm konseptini sırtında taşıyabilen logosuna ilham vermekle kalmamış, söz konusu kitaplarla dizinin anlatı yöntemlerinden öykünün kendisine, daha derin bir bağlantıdan söz etmek mümkün.      


Stranger Things’in popülaritesinin hızla yaygınlaşmasında Stephen King’in takdir ve nostalji dolu tweet’lerinin katkısı elbette vardır. King’in, dizinin ikinci sezonuna yazar olarak katkıda bulunacağı söylentileri ise Duffer Biraderlerin kendisine duyduğu hayranlığa kinayeli bir gönderme olsa gerek. Canavar yatağı olan Alt-Üst dünyanın kapısını istemeden açmış olan ve Will’in orada kaybolmuş olabileceğini söyleyen Eleven (kısaca El), tıpkı King’in Tepki romanındaki Charlie gibi, devlet eliyle yapılan LSD deneylerinin ürünü zihinsel yetenekler geliştirmiş bir kız çocuğu. El aynı zamanda King’in ilk romanının kahramanı “masum canavar” Carrie’yi de andıyor; Alt-Üst’e kaçırılan, kendisinden yaşça büyük olan Barb’ın erişkinliğin arifesindeki cansız bedenini gördüğünde, ilk âdet kanını gören Carrie gibi şoka giriyor, kendisini hücreye atan laboratuvar görevlilerinden yine onun gibi, telekinezi yoluyla, şiddetli bir intikam alıyor. Stranger Things’in “Ceset” başlıklı dördüncü bölümünde Lucas, Dustin ve Mike’ın Will’i aramaya çıkmaları King’in Ceset novellasında arkadaşlarının cesedini bulmaya giden üç çocuğun hikayesini hatırlatıyor.

 


Will ile arkadaşlarının dünyası, laboratuvar kaçkını telekinetik kızları, elektromanyetik yollarla iletişim kurulabilen bir gölgeler diyarını da kabul edecek genişlikte. Geceleyin bisikletleriyle mahallenin hemen dışında bulunan Kuyutorman’a, yani kötülüğün gölgesindeki bir yere gitmeye alışık oldukları gibi, iblislerle kahramanca çarpışmaya da Zindanlar ve Ejderhalar (Dungeons and Dragons) adlı Rol Yapma Oyunu’nun başkötülerinden Demogorgon’la yaptıkları muharebelerden antrenmanlılar. Keza Will’in kaybolmadan önce yaptığı son şey, arkadaşı Mike’ın Zindan Efendisi olduğu, 10 saat süren bir Zindanlar ve Ejderhalar oyununda, şeytani canavar Demogorgon tarafından ele geçirilmek oluyor. Stranger Things’in kendi “kurgu”luğunu müstehzi biçimde hatırladığı ve ilk bölümün bir nevi sunuş kısmında yer alması itibariyle izleyenlere de hatırlattığı bir sekans bu. Sadeleştirmek gerekirse; birden fazla kişinin bir araya gelip ortaklaşa bir öykü anlatmalarına dayanan Zindanlar ve Ejderhalar’ı oynarken, zarlar kaybolunca oyun yarıda kesiliyor, çocuklar evlerine dağılacakları sırada, zarları bulmuş olan Will, Zindan Efendisi olan Mike’a, “Demogorgon beni yakaladı,” diyor. Böylece birinci sezonun en büyük gizemi en baştan açıklanmış oluyor. Fakat, Will’in yakalanışı oyun tablasının üzerinde cereyan etmişse de, esas macera tablanın alt tarafında yaşanacaktır; Demogorgon, Will’i Gölgeler Vadisi’ne, canavarlara ait bir yere götürmüştür. 


Gölgeler Vadisi

 

Alt-Üst, muadili olan paralel boyutlar içinde en çok Yüzüklerin Efendisi’nde, yüzüğün taşıyıcısını sürüklemeye çalıştığı tayf diyarını, Nazgûlların dünyasını andırıyor; doğal dünyanın çarpık, zehirli ve içine aldıklarını kendine benzeten bir versiyonu, Mike’ın dediği gibi, “karanlık ve boş.” Alt-Üst aynı zamanda çürüyen şeylerin nefes alıp verdiği, nabzı atan, hem ete hem de mantara benzeyen yani hem Cronenbergci hem de Lovecraftçı dokusuyla tekinsiz bir mahal. Başka yaratıklara ait olan bu boyuta düşen Will, Lovecraft’ın öncülü olan William Hope Hodgson’ın Sınırdaki Ev romanındaki Münzevi gibi, geriye mantarımsı bir enfeksiyon getirmiş olabilir mi? Tayf diyarına uzun süredir çekilmekte olan Bilbo Baggins’in Gandalf’a sanki seyreldim, deyişi gibi, Will de Alt-Üst’te bulunmaktan etkilenmiş, değişmiş olmalı. ("Yaşlandım Gandalf. Göstermiyorum ama bunu gönlümün ta derinliklerinde hissediyorum. Yaşını göstermezmişl Yahu, kendimi incelmiş hissediyorum, bir yerde gerilmiş gibi, bilmem anlıyor musun: Aynen büyük bir parça ekmeğe sürülmüş az bir miktarda tereyağı gibi.”)


En nihayetinde, insanoğlunun doğa dediği şeye bağlı ve tabi olmayan bir varlığın “dünyamızla” temas ettiği bir kozmik korku öyküsü olarak Stranger Things’de öykü kişilerine ya da insanlığın geneline zarar vermeye niyetlenmiş olan kötünün kaynağı, Alt-Üst değil. Alt-Üst’teki canavarın korkunçluğu bilinmez ve görünmez olmasından ileri geliyor, Demogorgon bir kez ortaya çıktığında yenilmez olmadığı da anlaşılıyor. Esas dehşet, gizlenmek için gölgeler vadisine gerek duymayan canavarların, Mike’ı bıçak zoruyla uçurumdan atmak isteyen kabadayı sınıf arkadaşlarının, zihin kontrolü deneyleri yapan, çocukları savaşlara alet eden bürokratların kol gezdiği boyutta. Nitekim, dizinin yine dördüncü bölümünde, Mike’ın ablası Nancy’nin edebiyat sınıfında kara tahtada yazan “Kötülük nedir?” sorusu, ilk akla gelen yanıtın doğru olmayabileceğinin ipucunu veriyor. Sınıfta Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği novellasında Marlow’un ölmekte olan Kolonel Kurtz’ü nehir boyunca “koloni”sinden uzaklaştırdığı pasaj işlenirken sorulmuş olduğuna göre, yanıta giden yolun dolambaçlı olacağına eminiz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.