Eğer modası geçmiş bir Bond’dan söz etmek gerekiyorsa, sanırım büyük bir çoğunluğun aklına ilk gelen “bond tipi çanta”lar olacaktır. Ne de olsa artık neredeyse kimse taşımıyor o bir zamanların vazgeçilmez sanılan çantalarını. Öte yandan Ian Fleming’in Türkçedeki James Bond kitaplarını göz önünde bulundurduğumuzda, bir başka deyişle “diğer” Bond’un da pek popüler olmadığını söyleyebiliriz; evet Bond’un, James Bond’un...
Yakın bir zaman önce, William Boyd tarafından kaleme alınan Solo isimli yeni bir Bond macerası yayımlandı. Tam da Ian Fleming’in ilk orijinal Bond kitabının yayımlanmasının (1953) üzerinden 60 yıl geçmişken... Bu, Fleming ailesinin de bilgisi dahilinde yazılan, “devam romanı” aslında ne bir ilkti ne de göründüğü kadarıyla bir son. (Daha önce de Kingsley Amis, Christopher Wood, John Gardnar, Raymond Benson, Sebastian Faulks ve Jeffery Deaver gibi yazarlarca da Bond kitapları kaleme alınmıştı.) William Boyd’un yeni kitabını klasik bir araba önünde, hostesler eşliğinde, şeffaf bir bond tipi çanta içerisinde tanıttığı haberini birçok yayında okuduk. Boyd’un Solo romanı belki henüz Türkçeye çevrilmiş değil ama daha önceki devam romanlarından bazılarını da Türkçede okumak mümkün; Deaver’ın Tam Yetki, Benson’ın Başka Bir Gün Öl ya da Faulks’un Afyon Çiçeği romanı gibi. Burada da bir sorun yok gibi görünüyor. İlginç olansa, orijinal James Bond kitaplarına ulaşmanın imkansızlığı...
“Çift sıfırlı”lığın anlamı
“Eğer adam öldürmeye hazırsan Çift Sıfırlı bir numara almak güç değildir. (...) Bunun anlamı yalnızca budur. Öyle özellikle gurur duyulacak bir şey değildir. Çift Sıfır olmamı New York’ta Japon bir şifre uzmanı ile Stockholm’de Norveçli bir ikili ajanın cesetlerine borçluyum. Belki ikisi de iyi insanlardı. Tito’nun öldürttüğü o Yugoslav gibi dünyada esen kasırgaya kapılmışlardı. Bu kafa karıştırıcı bir iştir ama eğer mesleğinse denileni yaparsın.” James Bond, “çift sıfırlı”lığın anlamını bu cümlelerle açıklıyordu serinin ilk kitabı olan Royale Kumarhanesi’nde. İlk kez o meşhur kendini tanıtma cümlesini sarf ettiği, karıştırılmaması yalnızca çalkalanması gereken o özel kokteyline isim bulduğu, sonrasında bir türlü aklından çıkaramayacağı Vesper’la tanıştığı romanda... 1953 tarihli bu romanının ardından Ian Fleming, 1964 yılında hayata veda edene kadar, toplamda 12 roman ve iki öyküde görünür kıldı James Bond’u. Ancak bu karakterin dünya çapında bu kadar popüler olmasının asıl sebebi, hiç kuşkusuz, beyazperde uyarlamaları.
James Bond’u ve elbette “Bond kızı”nı kimin canlandıracağından başlayarak, hangi son model arabanın görünür olacağı, Bond’un ne gibi son teknolojik “oyuncaklar”la oynayacağına, kullanılacak müziğe kadar uzanan geniş bir “ilgi” listesi var James Bond filmlerinin. Fleming’in kitaplarının gölgede kalması kaçınılmaz adeta. Ancak bu durum, Fleming’in orijinal James Bond serisini Türkçede okuma imkanından mahrum kalmamızı gerektirmez sanırım!
Türkiye’de, özellikle 60’lı yıllarda art arda, neredeyse soluksuz yayımlanan polisiye romanlar arasında Fleming’in James Bond kitapları da yer almış; hatta hemen hemen hepsi yayımlanmış. Günümüze geldiğimizdeyse, bayrağı 2003 yılında Maceraperest Kitaplar’ın devraldığına tanıklık etmiştik. İlk kitap Royale Kumarhanesi’nin ardından, bir sonraki yıl Öldür ve Yaşa’nın yayımlanmasıyla birlikte Maceraperest Kitaplar’ın tüm seriyi –üstelik kronolojik sıra gözeterek– tamamlayacağını ummuştuk. “İçindekiler” bölümünün 007’yle başlaması ve sayfa numaralarının da başında hep sıfırla kullanılması gibi hoşluklar barındıran seriye, ne yazık ki bu iki kitabın ardından devam edilmedi... (En azından ilk 7 kitap yayımlanabilseydi!) Yayınevinin bu kararı almasında, büyük bir ihtimalle, “yetersiz ilgi”nin de katkısı büyüktür. Ancak yine de, filmlere gösterilen ilginin neden en azından bir kısmının bile romanlara gösterilmediğine hayıflanmak kadar, bu kitapları “prestij” olarak kabul edip yayımlayacak bir yayınevinin ortaya çıkmasını beklemek de hakkımız – ya da seriye kaldığı yerden devam edilmesini...
Kitapları “savunmaya” çalışırken, en yeni Bond romanının yazarı William Boyd’un bile çıkıp, “Benim Bond'um Daniel Day-Lewis’tir,” şeklinde bir açıklama yapmasına ise söylenebilecek bir söz yok! Öte yandan, “Sarışın Bond mu olur,” diye şimdiye kadar Daniel Craig’e burun kıvıranlara Pierce Brosnan’ı aratmayacak bir isim gerçekten de Daniel Day-Lewis...
* Görsel Constance Vlahoulis'a aittir.
Yeni yorum gönder