Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Gordimer'in Nobel konuşması: "Nobel, suçiçeği gibidir"




Toplam oy: 1149

İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Çehov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.

 

Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?

 

Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, ödül töreni sırasında yaptığı konuşmayı yayınlamaya devam ediyoruz.

 

İşte, Nadine Gordimer'in ödül aldığı 1991 yılında yaptığı konuşma:

 

"Renk engeli hakikat kapısı gibidir"

 

Majesteleri, Prens Hazretleri, Ekselansları, Nobel Ödülü'ne layık görülmüş sevgili arkadaşlarım, bayanlar ve baylar,

 

Arkadaşımın altı yaşındaki küçük kızı, babasını birine benim Nobel Ödülü kazandığımdan bahsederken duyunca, ona bu ödülü daha önce kazanıp kazanmadığımı sormuş. Arkadaşım da bunun bir kere kazanılan bir ödül olduğunu anlatmış. Bunun üzerine küçük kız biraz düşünmüş ve şöyle demiş: "Ah, yani suçiçeği gibi!"

 

Gustave Flaubert, bir yazarı onurlandırmanın aslında onu onursuzlaştırmak olduğunu söyler. Jean-Paul Sartre da bu onuru reddetmişti zaten. Fakat onu bir illet ya da lanet olarak gördüğü için mi reddetti, bunu bilemiyoruz. Bu kutlama yemeğinde ödül alacaklardan biri olarak, onu suçiçeğinden daha memnuniyet verici ve tatminkâr bulduğumu, belirtmek isterim; bunu size suçiçeğini de ödül almayı da deneyimlemiş biri olarak söylüyorum.

 

Ancak küçük kız tamamen haksız sayılmazdı. Yazmak gerçekten de, en yalnız ve içe dönük uğraşlardan biri olarak, talep ettiği şeyler açısından bir tür ıstırap. Biz yazarlar, birbirimizi hayallerimdeki kadar cesaretlendirmiyoruz ya da birbirimize karşı o kadar da samimi değiliz ki bu iki durum gruplar halinde çalışan insanlarda gözlemlenebilir. Bizim bir orkestramız yok. Şairler tek başına şarkılar söylüyorlar ve nesir yazarlarının müziğe ne zaman dâhil olacakları konusunda bir işaret yok. Halbuki hepsinin de uyumu ve uyumsuzluğu tamamlayacak bir ifade aracı var. Çalışmalarımızın özünü gizlemek için sonuna kadar yaşamalı, ancak yalnız çalışmalıyız. Çelişkili bu iç yalnızlıktan çıkan eserlerimiz, Roland Barthes'in de deyimiyle, bir arada yaşadığımız insanlara ve dünyaya karşı "gerekli bir davranış" haline geliyor. Bu da, verebileceğimizin en iyisini vermek.

 

Katı bir şekilde ırkçı ve duygularına ket vurulmuş, sömürgeci bir toplumda yetişmiş genç bir insan olarak yazmaya başladığımda, diğer yazarlar gibi ben de, fikir dünyasının, hayal gücünün ve güzelliğin sınırlarına girdiğimi hissettim. Şiir, kurmaca edebiyat, drama, resim ve heykelde vücut bulan bu durum, "denizaşırı" olarak bilinen o uzak gerçekliğe özeldi. Siyahi ya da beyaz, tüm çağdaşlarımın hayali, sanatçıların dünyasına girebilmek ve bu uzak gerçeklikte maceraya atılmaktı. Eski ve somut bir ırkçılık terimi olan "renk engeli", Franz Kafka'nın hikâyesindeki hakikat kapısı gibiydi. Bu kapı, kapıdan geçmek isteyen kişiye, hayatı boyunca kapalıydı çünkü bu kapıyı sadece kendisinin açabileceğini anlayamamıştı. Dünyayı bulabilmek için öncelikle, kendi dünyamıza tam anlamıyla girmemiz gerektiğini bu sayede fark edebildik. Oraya öz trajedimizden geçerek varacaktık.

 

Eğer Nobel Ödülü'nün bir anlamı varsa, bu da bu kavramı daha ileri taşımaktır. Küresel bazda benimsediği seçicilik, hiçbir toplumun, ülkenin ya da kıtanın tek başına, dünya için gerçek anlamda bir kültür oluşturmaya yetemediğini gösteriyor. Nobel Ödülü sahibi olmak geçmişte ve günümüzde, en azından onun temsil ettiği bir başka dünyaya mensup olmak anlamına geliyor.

 

 


 

 

* Çeviren: Elif İlik

 

* Diğer Nobel konuşmaları için tıklayınız.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.