Ghost World, yakın dönemin en itibarlı grafik romanlarından biri. En iyiler listelerine yayımlandığı her ülkede giriyor, ilgi çekiyor, hakkında konuşuluyor. Çizgi roman dünyasına yeni bir şey hissi vermiş öncü eserlerden kabul ediliyor. Daniel Clowes maharetli, ne yaptığını bilen, aklı başında konuşan, çığır açıcı çizerlerden. Ghost World, 2001 yılında sinemaya da uyarlandığı için, hikaye evreni merak uyandıran anlatıcılardan biri de oldu. Aynı zamanda, Kutlukhan Perker’in yayın yönetmenliğini yaptığı KaraKarga’nın ilk kitaplarından biri Ghost World. Güzel basılmış, özenilmiş bir kitap olmuş. Niye özgün adıyla yayımlanmış bilemedim; içeride, çeviride “Keko” ya da “Gotik KaraMurat” gibi bir espri adaptasyonu yapılmış, onu da garipsedim. Tezat olduğu için altını çizme gereği duyuyorum.
Ghost World neden itibar kazandı veya başarısı nasıl açıklanabilir? Daniel Clowes sakin anlatımlı, yumuşak renkler kullanan, berrak ve az çizgili panel istifi yapan bir çizer. The New Yorker kapaklarında çizgisini görebileceğiniz, zamanı yakalayan bir sanatçı. Çizgisinin niteliğini bu bakımdan tartışmak doğru olmaz. İyi çizilmiş bir albüm Ghost World, asıl vurgulamak istediğim ise hikayesi. Ghost World, liseyi yeni bitirmiş iki genç kızın, Enid ve Rebecca’nın dünyasını anlatıyor. Bu ikiliye erkek arkadaşları Josh da eklenebilir ama olaylar Enid’in etrafında gelişiyor; Rebecca daha çok, Josh daha az katkıda bulunuyor, ona hempalık ediyorlar. Üçlü arasındaki aşk, ilişkilerine ayrı bir derinlik katıyor.
Orta sınıftan, iki ergen kızın dünyayı eleştirme biçimi her bakımdan farklı geldi okuyanlara. Olup bitenleri eleştiriyorlardı ama bu eleştirileri iki arkadaşın kendi aralarındaki huysuzlanmalarından başka bir şey değildi. Etraflarında herkesi aptal, sorunlu, çirkin, yetersiz ve lüzumsuz buluyorlardı. Geeker tadında, popüler kültüre, kendi geçmişlerine, ortak hatıralarına, medyatik gevezeliklere bulaşıyor ya da bunlardan sakınıyorlardı. Her yere birlikte gidiyor ve diğer şeyleri birbirlerine anlatmak için yaşıyorlardı. Telefonla konuşuyor, kafede oturuyor, etrafı dikizliyor, yollarda yürüyor, gıybet yapıyor, habasetle ezikleri, tipsizleri, ebeveynleri, öğretmenleri, acayiplikleri gülerek dillerine doluyorlardı.
Bugün pek çok filmde, dizide, romanda ya da grafik romanda rastladığımız bu ergen huysuzlanması ve itiraz iştahı, o günlerde -Ghost World’ün ilk yayımlandığı 1998’de- belki bu kadar yaygın değildi. Hele çizgi roman dünyasına böylesi bir “gerçekçilik” dahil olamamıştı. Underground çizgi romanla hısım akraba sayabileceğimiz otorite karşıtlığı, bıkkınlık ve bunalım onlara göre daha naifti, onlar kadar kirli ve komikleştirilmiş bir abartı taşımıyordu. Amerikan popüler kültüründe naif isyankarlık taşıyan ve popülerlik kazanan her gençlik anlatısı Salinger ve Çavdar Tarlasında Çocuklar ile karşılaştırılır. Ghost World de aynı eküriden sayıldı. Öte yandan bu doğrulanabilir bir benzerlikti, Clowes kendisinden önceki kuşakların çizgi romanlarından da beslenmişti ve evet, Enid’i Peanuts’un Lucy Van Pelt’ine benzetmek veya ünlü Sahne Aşkları’nın Mary Perkins’inin ironisi olarak görebilmek mümkündü ama sanki, hepsinden çok, edebiyata yakındı, mutlu ve mutlak sonlara diğer çizgi romancılar kadar rağbet etmiyordu. Salinger’ın dünyasına aşinaydı. Şunu da eklemek gerekiyor, Enid ile Rebecca, MTV’nin ünlü sitcom animasyonu Beavis ile Butt-Head’i andırıyordu. Clowes, insanların televizyon bağımlılığının farkında, her benzetmenin oradan çıktığını iyi biliyor. Beavis ile Butt-Head de bütün kıkırdamalarını beyazcamdan çıkarırlardı. Ghost World’ün bir bölümünde görünen, pencereden bakarak geleni geçeni bir televizyon karakterine benzeten meczup kadın, buna yönelik enfes bir gönderme. Üstelik bu benzetmeler espriden ziyade David Lynch karakterlerini hatırlatırcasına tedirgin edici... Yukarıda gerçeklik derken bunu kastediyorum. Gerçekliğe ilişkin başarılı bir ironik mesafe kuruyor Clowes, kızlar sağa sola ezik, ucube, gıcık, pislik derken bizi güldürüyorlar; hınzırlar, küfürbazlar ama bir o kadar da ürkekler, aptal görünmekten, eleştirilmekten, dışlanmaktan, başarısızlıktan korkuyorlar. Çok acayip veya çok “cool” buldukları bir şeyin sorgulanması bile onları endişelendiriyor. Beğendikleri şeyin beğenilmeme ihtimalinden tedirgin oluyorlar. Üstelik büyümek ve iş sahibi olmak zorunda kalacakları bir karar arifesindeler, bu durum onlar için o kadar zorlayıcı oluyor ki, hem birbirlerine sığınıyor hem de birbirlerinden uzaklaşmak istiyorlar. Dönüp dolaşıp aşk ve cinsellik hakkında fikir yürütüyorlar, sonra bundan irrite oluyorlar. Enid, erkekleri sevmediğinden kuşkulanıyor: “Problem şu, benim çıkmak istediğim adam dünyaya gelmedi. Böyle arka arkaya sigara içen, arıza, entelektüel, maceraperest, ciddi ama aynı zamanda komik ve gıcık biri olacak.” Okurken komik, düşününce trajik bir muğlaklık bu, gerçekçi ve karmaşık hatta… İşte bu yüzden hayata yakın bir hikaye.
Albümde çok sevdiğim iki bölüm var. Birincisi, Enid, yeni bir hayata başlamanın eşiğinde, “kendimi bulma yollarındayım” filan derken, eski eşyalarını satmaya çalışırken, birdenbire çocukluğuyla ilgili bir nostaljiye kapılıyor. Sığınak arıyor aslında, eski plaklarının peşine düşüyor, yenilere burun kıvırıyor “Şimdiki çocukların neden böyle oldukları belli” diye kestirip atıyor; Rebecca ile küsüyor, Josh’a aşkını itiraf ediyor, eve dönüyor, evden çıkıyor, ağlıyor, dağılıyor. Yaşadığımız zamanda bu kadar çok gencin, nostaljiye kapılması, çok değil, otuz yıl önce anlaşılır bir his değildi. Bu çelişkili değişimi iyi anlatan şahane bir bölüm bu… İkincisi, bölüm değil, romana adını veren bir grafitiyle ilgili. Kim olduğunu bilmediğimiz bir genç duvarlara “Ghost World” yazıyor; Enid yıllar önce o grafitinin fotoğrafını çekmiş, yazanı görünce peşinden koşuyor ama yakalayamıyor. Marx, Avrupa’da bir hayalet (spectre) dolaşıyor diyerek komünizmden bahseder. Clowes benzer biçimde bir metafor olarak kullanıyor hayaleti. Yoruma açık elbette, hortlak olarak okuyabilir, korkunç da diyebiliriz. Ben kendi adıma, o hayaletin yetişkinler dünyasına ait olmayan bir şey olduğuna inanıyorum. Hayalet dünyayı, ben masumiyet olarak okuyorum.
Ghost World’ü her edebiyatseverin okumasını öneririm, değerli bir grafik roman, iyi bir hikaye çünkü. Hele ki Türkiye’de ergen kadın hikayeleri bana yeterince anlatılmıyor gibi geliyor, nasıl anlatılmış okumak gerek.
Yeni yorum gönder