Polisiyenin kraliçesi sayılan Agatha Christie, bizde de sevilen bir yazar oldu hep. Yoğun olarak 60’lı yıllardan itibaren, yanılmıyorsam, ilk olarak Ak Kitabevi’nin yayınlarıyla (1962) ve ekseriyetle Gönül Suveren tercümesiyle yıllık ortalama on kitapla günümüze kadar sürekli varoldu. Sayıca az kitabın yayımlandığı geçmiş yılları hesap edersek, yayıncılık tarihimiz açısından yılda dört kitap bile, hatırı sayılır bir ilgiye tekabül ediyor ve onu bir “long seller” yapıyordu. Christie’nin çizgi roman uyarlamaları ise daha yakın tarihli. Fransızların 1995-1999 yılları arasında yaptığı beş kitaplık seri, bizde Milliyet tarafından yayımlandı. 2002 yılında bu beş kitabı da dahil ederek başlayan yeni seri ise yirminin üzerinde kitaba ulaşmış durumda. NTV Yayınları 2010-2013 arasında bu seriden benim bildiğim on dört uyarlamayı yayımladı. Agatha Christie, global bir fenomen olduğu için çizgi roman uyarlamalarının yapılması ve bu uyarlamaların farklı dillerden yayımlanması sürpriz değil. Diğer yandan, Christie’nin sinema uyarmalarından bile hazzetmediği düşünülürse, çizgili uyarlamalara olumlu yaklaşmayacağı tahmin edilebilir. Üstelik çizgi roman uyarlamaları, sinema ve özellikle televizyon uyarlamalarını temel alarak ilerlediler hep; örneğin 1989-2013 yılları arasında yayımlanan Agatha Christie’s Poirot dizisinde Poirot’u canlandıran David Suchet, çizgi romanlar için bir referans oldu. Şunu sorabiliriz elbet, çizgi roman uyarlamaları başarılı mıydı?
Çizgi roman uyarlamalarıyla ilgili genel kanaat, çocukları okumaya alıştırması, daha iyi ve daha yüksek sanat olan edebiyata ulaşabilmesinde aracılık etmesidir. Oysa, anlatım dili ve ardışıklığı birbirinden farklı olan bu iki mecranın uyuşması pek mümkün gözükmüyor; klasik sayılan bir romanın çizgi roman uyarlaması yalap şalap bir özetten öteye gidemiyor çoğu zaman ne yazık ki. Bu sebeple okurları değil ebeveynleri ve öğretmenleri mutlu eden, hiçbiri uzun ömürlü olmayan kitaplar kalıyor geriye. Biri sözcüklerle diğeri görsel olarak düşünülen sahnelerin ardışıklığıyla ilerleyen iki sanatın, en belirgin ortaklığı diyaloglar. Ki diyaloglarla ilerlemek çizgi romanı edebiyat ya da sinema yapmıyor. Kişisel olarak çizgi romana en uygun uyarlamaların serüven edebiyatından çıktığını düşünüyorum; haliyle polisiyeler bu konuda avantajlılar. Agatha Christie’nin ustası olduğu “whodunit” türü ise, metnin bilmecesi nedeniyle senarist ve çizeri zorlayabiliyor. Yazı ağırlığının azalması sonucu görsel dikkat gerektiren işleyişi okura külfet olarak gelebiliyor. O sebeple Sherlock Holmes’un çizgi roman uyarlamaları daha eski bir tarihe ve daha geniş bir çeşitliliğe sahip. Veys ve Barral’ın Baker Street (1999), Herholz’un Sherlock Holmes (2009), Cordurie’nin Holmes & Necronomicon (2013) ve Sherlock Holmes Society (2015), Hutchison‘un Steam Detective (2014) hemen akla gelenler... Günümüzün popüler Sherlock dizisinin manga uyarlaması halen devam ediyor. Agatha Christie’ye göre Holmes’un kötüleri, aksiyonu, siyahiliği, belki “erkekliği” çizgi romancıların daha fazla ilgisini çekiyor demeli.
Poirot olmasa albüm olamazmış
Martinetti ile Lebeau’nun yazdığı, Franc’ın çizdiği Agatha isimli, Agatha Christie’yi anlatan biyografik bir çizgi roman yayımlandı. Sevimli bir çizgisi, çalışıldığı hemen anlaşılan başarılı bir senaryosu var. Christie’nin yazarak geçen, pek de ilginç olmayan hayatı düşünülürse akışkanlığı iyi kurmuşlar; zamansal sıçramalarla ileri geri giderek, yazarı kahramanlarıyla, en çok da Poirot ile konuşurken resmetmişler. Öyle ki, uzak diyarlarda, dar zamanlarda, tek başına kaldığında ortaya çıkan Poirot, küçük bir çocuğun hayali arkadaşı gibi, lafazanlık ederek ve atışarak Christie ile konuşuyor. Albüm de böylesine muammalı bir sırada, Christie’nin kendisini aldatan ve boşanmak isteyen kocasına kızarak ortadan kaybolduğu 1926 yılında başlıyor. Basının büyük ilgi gösterdiği olayda polis Christie’nin ilk kocasını cinayet zannıyla sorguya çekerken, ünlü yazar, herkesten gizlenerek kaldığı bir otel odasında Poirot’a iç döküyor, hayatını ve kendini kurcalıyor. Buna karşın Poirot, soğuk bir ironiyle, yaratıcısına en ufak bir merhamet dahi duymayan gamsız biri olarak betimlenmiş ki sanıyorum albümün en ilginç yönü bu. Kendinden başka bir şeyi düşünmeyen, sahneye çıkmak için can atan bir oyuncuyu andırıyor. Poirot olmasa albüm olamazmış gibi geldi bana. Çünkü Christie insanlardan ziyade yarattığı kahramanlarla yaşayan, onlarla yetinen, onlar aracılığıyla dedikodu ve imalara cevap yetiştiren, gerektiğinde geçiştiren ve işine gömülerek kendini terapi eden biri gibi anlatılmış. Poirot, perhizci Agatha karşısında karnavalesk olanı, reel hayatı, tutku ve iştahı temsil ediyor.
Albümde Agatha Christie magazinini, küçük ifşaatları hiç de fena olmayan biçimde tutturmuşlar; iyi bir okuyucuysanız, romanlardan faydalanıldığını, Poirot’nun ağzından çıkan sözlerin kimi romanlardan alıntılandığını anlıyorsunuz. Doğu Ekspresinde Cinayet romanının yayımlanmasından üç yıl önce, 1931’de, trende geçen bir cinayet romanı yazmak istediğini, bu fikrin etrafında epeyce gezindiğini, kimin hikayesi olacağına bir türlü karar veremediğini sempatik bir biçimde anlatmışlar. Kahramanları, başrolü kapmak için önce yazarı ikna etmeye çalışıyor, sonra aralarında kıyasıya kavga ediyorlar. Kavga demişken, yaşlandıkça kendine dönen, daha rahat söz söyleyen ve hafif tertip bencilleşen, Poirot keskinliğinde gamsızlaşan biri oluşu da iyi hissettirilmiş. Türkçede de yayımlanan Hayatım isimli otobiyografisinden (2009, Altın Kitaplar) seyahatlerden duyduğu turist heyecanın onu gençleştirdiği, erkeklerin onu acılaştırdığı anlaşılıyor. Zeki insanlara duyduğu güvenle statükocu yanı hep çelişiyor.
Yukarıda uyarlamalardan söz ettim, sonuçta bir yazarın hayatını hikayeleştiriyorsunuz, bunu çizgiyle anlatacağınız için nasıl bir çizgiyle inşa edeceğiniz büyük önem arzediyor. Franc’ın çizgileri, yalın ve berrak bir tonla, Hergé ekolünü izliyor, yumuşak renkleri ve iyimserliğiyle biyografiyi başarıyla tamamlıyor. Agatha, bir eksiklikle, çocuklukta takılıp kalınmış bir eşikle yaşayan mutsuz biri değil bence. Franc, onun ketumluğunu, işiyle dolu oluşunu, kolay toparlanışını akıllı bir mesafeyle, olumlu ya da olumsuz anlamda hiç abartmadan çizmiş. Christie’nin değişken ruh halini sadece Poriot ile didişirken görebiliyoruz, o dikkatli heyecansızlık iyi verilmiş. Agatha’nın büyük ve gözalıcı buluşları yok ama malumatçılığı ve kendini ifade edişiyle kendini okutan ilgi çekici bir albüm olmuş. Polisiyecileri ayrıca cezbedecektir.
Yeni yorum gönder