“Bir hikâye takip edilecek bir yol değildir… Daha ziyade bir ev gibidir. İçine girer, bir süre kalırsınız, oradan oraya gezinir, beğendiğiniz yere yerleşip odalarla koridorların birbirlerine nasıl bağlandıklarını keşfedersiniz,” demiş Alice Munro. Hakkı da var. Zira roman yazmak, kurgulamak aslında bir ev ya da bina tasarlayıp inşa etmeye, yani mimariye benziyor hiç kuşkusuz. Kurgu, “edebi mimaridir” aslında diyebiliriz. Mimaride nasıl tasarlanması gereken fikirler, destekleyici bir yapı (yani iskelet) ve uzaysal- işlevsel hiyerarşiler varsa, edebiyatta da vardır. Bu iki sanat dalının sözel, düşünsel, kurgusal ve estetik anlamda şaşırtıcı benzerliklerinin olmasının, aralarında ilginç bir ilişki kurulmasının sebebi de budur. Teknolojinin gelişimiyle gitgide artan okuma platformlarının olduğunu ve hızla kentselleşen bir dünyada yaşadığımızı düşününce, insanların, edebiyat ile mimari arasındaki ilişkiyi daha yakından incelemeye çalışmalarına şaşmamak gerekiyor. Dünyanın dört bir yanında bu konu üzerine eğilen projeler, atölyeler, konuşmalar ve paneller doğmaya başladı. Böyle etkinliklerin sıklıkla boy gösterdiği şehirlerden biri de, daimi bir dönüşüm içinde olan İstanbul...
Geçtiğimiz sene boyunca İstanbul’da edebiyat ve mimari arasındaki ilişkiyi inceleyen çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi. Bu etkinliklerden bir tanesinin merkezinde YEM Kitabevi’nden Ekim 2016’nın son haftasında çıkan Edebiyatta Mimarlık kitabı yer alıyordu. 55 mimarın, sanatçının, filozofun ve akademisyenin katkısıyla oluşturulmuş, yazar ve mimar Hikmet Temel Akarsu ve Nevnihal Erdoğan tarafından hazırlanan Edebiyatta Mimarlık, adı üstünde, iki sanat dalının ortak noktalarını ön plana çıkarıyor ve edebi yapıtlarda oluşturulan mekanların içselleştirilebildiğini, böylece yazarların emsalsiz imge dünyaları yaratabildiğini ortaya koyuyor.
Merkezinde Edebiyatta Mimarlık kitabının yer aldığı ve 25 Ekim 2016’da gerçekleştirilen “Edebiyatta Mimarlığı Konuşalım” etkinliğine Celal Abdi Güzer, Sema Sandalcı, Yücel Gürsel ve Hikmet Temel Akarsu katıldı. İstanbul’da, Yapı ve Endüstri Merkezi’nde gerçekleştirilen konuşmada katılımcılar edebiyatın, mimariyi besleyebilecek bir dal olduğunu savundular. Örneğin Celal Güzer edebiyatın, mimariye dahil edilmesinin önemini vurgularken; Hikmet Temel Akarsu, “İstanbul’u anlatan şairler okunmadan bu şehre bir çivinin bile çakılmaması” gerektiğini dile getirdi. Bu “projenin” Açık Radyo’da bir radyo programına dönüştüğünü de ekleyelim. (Bu arada “Edebiyatta Mimarlığı Konuşalım” etkinliği, 24 Aralık 2016’da Ankara’da CerModern Sanatlar Merkezi’nde de tekrarlandı.)
İstanbul’da bu konuda düzenlenen bir diğer etkinlik de “Mimarlık ve… Edebiyat” söyleşisiydi. İstanbul Serbest Mimarlar Derneği ve Salt Galata’nın düzenlediği söyleşi, 31 Ekim 2016’da gerçekleştirildi. Ahmet Ümit ve Cem Erciyes’in konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte mimarlıkla edebiyatın kent, mekan ve bellek üstünde bıraktıkları ortak izler, edebiyatta mekan kurgularının kentsel mimariyle bağı ve İstanbul’un mekansal algısının edebiyata katkıları tartışıldı. Örneğin Ahmet Ümit, insanların kentleri şekillendirdikleri gibi kentlerin de insanları şekillendirdiğini ve kentlerin, edebiyata insan ruhunu ortaya çıkarmakta yardım ettiğini dile getirdi. Ayrıca kentsel dönüşümün kaçınılmaz olduğunu söyleyen Ahmet Ümit, şehirlerin, bilhassa İstanbul gibi tarihi şehirlerin, özgün eserlerini kaybetmemeleri gerektiğinin de altını çizdi.
Edebiyata ve mimariye yeni bir bakış: Lab Lit Arch projesi
İnsanları böylesine etkileyen disiplinlerin yeni yaratılara imkan vermesi kaçınılmaz elbette. Henüz Türkiye’ye ulaşmamış olan ama dünyanın çeşitli yerlerinde atölyeler düzenleyen Lab Lit Arch Projesi de, böyle ortaya çıkmış diyebiliriz. 2010’da mimar ve yazar Matteo Pericoli’nin kurduğu Lab Lit Arch, edebiyata ve mimariye yeni bir bakış açısı getirmeye çalışan eğitimsel bir proje. Projeye katılan öğrenciler, çeşitli edebiyat eserlerini yeniden yorumlayıp bunları nasıl mimari projelere, yani çeşitli bina ve yapılara dönüştürebileceklerini öğreniyorlar. Lab Lit Arch, mimarların yeni yaratılar üzerinde çalışırken, aslında yazarlarla aynı zorluklarla yüzleştiklerini de kanıtlıyor bir kez daha.
Lab Lit Arch bugüne dek Amerika, İtalya, İsviçre ve Dubai gibi pek çok ülkede atölyeler düzenlemiş durumda. Aynı zamanda Columbia Üniversitesi’nde bir yüksek lisans kursuna da dönüştürülmüş ve Turin Uluslararası Mimari Festivali’ne davet edilmiş. Proje kapsamında öğrenciler J. M. Coetzee’nin Utanç’ını, Virgina Woolf’un Deniz Feneri’ni ve J. D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar’ını önce tasarımsal çizimlere, sonra da bina maketlerine dönüştürmüşler. Kısacası Lab Lit Arch, edebiyat ve mimarinin birbirlerini nasıl beslediklerinin ve insan ruhunu nasıl etkilediklerinin en taze örneği...
Görseller: (sırasıyla) Lab Lit Arch Projesi kapsamında Ilaria Podestà’nın Alice Munro çalışması ve Lab Lit Arch Projesi kapsamında Joss Lake’in W.G. Sebald (Satürn’ün Halkaları) çalışması.
Yeni yorum gönder