Kitapçıların çok satanlar raflarına önyargısız yaklaşmak, çoğu zaman pek mümkün olmuyor. O raflardaki kitaplar genel bir beğeninin neticesinde mi çok satmıştır, yoksa mesela özellikle o mağazaya uğrayanların beğenisini mi yansıtmaktadır yalnızca? Belki de kim bilir, yalnızca reklam amacıyla sıralanmışlardır. Aylık bir toplamı mı ifade etmektedirler, yoksa yıllık bir ortalama mı alınmıştır? Soruları, komplo teorilerini artırmak mümkün! Ama bir taraftan da, kimilerinin, gerçekten de objektif bir sistemle belirlenmiş ve “gündemi” de takip etmek isteyenlere yol gösterme amacını taşıyan raflar olabilecekleri de aklımızın bir köşesinde bulunmalı. Çok daha geniş bir perspektiften baktığımızda da, yani dünyada, yılın en çok satan kitaplarının altını biraz deştiğimizde ise, sosyolojik veriler elde edebiliyoruz.
Geride bıraktığımız 2015’in çok satanlar listelerine göz gezdirdiğimizde, öyle ya da böyle belirlenmiş olsun, ilk sıralarda gördüğümüz kitaplardan biri de Trendeki Kız. Paula Hawkins’in romanı Türkiye’de de ilgi görüyor; Türkçedeki yayıncısı İthaki’den aldığımız bilgilere göre, ilk baskısı Mart 2015’te yapılan roman şu aralar 12. baskısını yapmış durumda… İşte bu bilginin altını biraz deştiğimizde yükselen bir alt türle karşı karşıya geliyoruz. “Domestik şiddet romanları” ya da “domestic noir/chick noir” adı veriliyor bu alt türe; “evliliğin aslında psikolojik bir meydan okuma ve bir suç mahali olduğunu anlatan, kusurlu, hatta sevilmeyecek kadın karakterlerin hem kurban hem de kaderlerini ellerine alan kahraman olarak merkezde durduğu romanlar…”
Trendeki Kız, aslında bu yükselişin son halkası. Geriye dönüp baktığımızda, 2014’ün ilk aylarından beridir bu alt türün örnekleriyle haşır neşir durumdayız. Özellikle Kayıp Kız ve Uyuyana Kadar romanlarının beyazperdeye de uyarlanmalarıyla birlikte (söz konusu filmlerin başrollerinde yakından takip edilen isimlerin yer alması da bu popülerlikte önemli bir etmen elbette.) Hatta 2016’da Trendeki Kız’ın filmini de izleyeceğiz; başrollerde yine tanıdık isimler olacak gibi görünüyor.
Elimizdeki bilgiyi biraz daha eşelediğimizde, yani bu alt tür kapsamında değerlendirilen romanların ortak özelliklerini ortaya çıkarmaya çalıştığımızda da, kadına karşı şiddetin evrensel boyutlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bir anlamda şiddetin, bütün dünya kadınlarını birbirine bağlayan kader olduğunu gösteriyor bu romanlar. İşte Aysu Önen’in dosya yazısı, bu bilgileri “kurcalama”nın bir ürünü.
Hazır yeni bir yılın başındayken, bu evrensel kötücül hakkında olumlu gelişmelerin yaşanacağını umabilir miyiz peki?
Yeni yorum gönder