F. Scott Fitzgerald ismi, yakın tarihte Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi filmiyle geniş kitlelerce yeniden dillendirilir oldu. Film, Fitzgerald’ın bir kısa hikâyesinden uyarlanmıştı; o yıl örneğine çok sık rastladığımız uyarlamalardan biriydi. 2009 Oscar Ödüllerinde “En İyi Film” dalında aday gösterilenlerden yalnızca biri özgün senaryoya sahipti; bu durum, uyarlamalarla ilgili klasik tartışmaları da yeniden alevlendirmişti. Salman Rushdie, The Guardian’da şöyle yazıyordu: Fitzgerald ‘Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi adında tuhaf bir hikâye yazdı. Bu kısa hikâye, yetmiş yaşında bir adam olarak dünyaya gelen bir bebeğin, tersine yaşlanarak yani gitgide gençleşerek, sonunda bir bebeğe dönüşüp hiçliğe olan yolculuğunu tamamlaması hakkındaydı. (...) Hikâye ve film arasındaki en temel fark ise, tersine yaşlanan bir adamı anlatmalarına karşın, tamamen başka şeylerden söz etmeleridir. Film aslında tam olarak Fitzgerald’ın hikâyesinden uyarlanmış sayılmaz, çoğunlukla [senarist] Roth’un hayal gücünün ürünüdür. Ama Brad Pitt ve Cate Blanchett’in özel efekt destekli performanslarına rağmen, filmin söyleyecek çok fazla bir şeyi olmadığı da ortadadır. Fitzgerald’ın hikâyesi içinde en azından züppeliğin komedisini ve utancını barındırıyordu ve bunları hafif, kendini ciddiye almayan bir tonda, 20. yüzyılın başındaki toplumsal olaylara dayandırarak anlatıyordu.” (çev. Zeynep Alpaslan, Radikal Kitap, 13 Mart 2009) Buna karşın, Fitzgerald’ın başyapıtı kabul edilen Muhteşem Gatsby’den uyarlanan, özellikle 1974 tarihli filmin romana sadakati konusunda bir fikir birliği vardır; yönetmenliğini Jack Clayton’ın üstlendiği filmin senaryosu Francis Ford Coppola tarafından kaleme alınmıştır, başrollerde de Robert Redford ile Mia Farrow yer alır. (2012’de de yeni bir uyarlamayla karşılaşacağız sanırım.)
Sözü filmlerden, Hollywood’dan açmamızın sebebi, Fitzgerald’ın son romanının 1930’ların Hollywood’unu ele alması. Romanın Türkçede iki farklı çevirisi var. Her ikisi de 1994’te yayımlanan bu çeviriler Tomris Uyar ve Aylin Sağtur’a ait. Tomris Uyar, Son Düş (İletişim Yayınları) ismini tercih etmiş; Aylin Sağtur ise, Son Hükümdar (Can Yayınları) ismini kullanmış. (Bu yazıda Uyar’ın çevirisi esas alındı.) Tomris Uyar bu isimle ilgili olarak, kitabın başına şöyle bir “çevirmenin notu” düşmüş: “Fitzgerald’ın bu son romanının özgün adı The Last Tycoon’dur. Japonca kökenli (tai-koon) bir sözcük olan ve feodal lord anlamına gelen ‘tycoon’, Batı dillerinde, özellikle de İngilizce’de ‘olağanüstü zengin ve güçlü işadamı’ anlamında kullanılmaktadır. Sözcüğün birçok yabancı dilde olduğu gibi kullanılmasına karşın Türkçe’de bilinmemesi, belki de Türkiye’de Fitzgerald’ın bu sözcüğü yorumladığı anlamda ‘düşçü işadamı’ kavramının olmamasına bağlıdır. Yazarlığı boyunca güç ve zenginliği ellerinde tutan kişileri konu edinen Fitzgerald’a göre bu adamlar ‘son romantikler’, ‘son prensler’, ‘son düşçüler’dir.”
Sinema dünyasının Abraham Lincoln’ü
Son Düş romanında “son düşçü” olarak anlatılan karakter, Monroe Stahr. Fitzgerald’ın dönemin ünlü genç film yapımcısı Irving Thalberg’den esinlenerek oluşturduğu bu karakter, film endüstrisinin harika çocuğudur. “Filmlerin tiyatro sınırları ötesine, onun etkisinin ulaşamayacağı bir yere, altın çağa erişmesini” sağlayan öncülerden olan Stahr, adı beyazperdede hiç görünmemiş olmasına karşın sinema dünyasının Abraham Lincoln’ü gibi görünmektedir; uzun süren bir savaşı birçok cephede yürütebilen bir lider konumundadır adeta, neredeyse tek başına filmciliği hızla on yıl öteye itmiştir. Hollywood’un tüm aktörleri (yönetmenler, yazarlar, oyuncular vd) onunla zıtlaşılmayacağını, çünkü onun hemen hemen her zaman haklı çıkacağını bilirler, içinden çıkamayacağı bir sorun yok gibidir. Böylesi kusursuz bir portrenin çizilmesinde, romanın zaman zaman Stahr’ın ortağı Brady’nin kızı –Stahr’a âşık– Cecilia’nın gözünden aktarılmasının payı büyük. Ancak Stahr’ın iç dünyasında kapanmayan yarası ise, ölüme hazırlıksız yakalanan aktris karısı Minna’dır. Bir tesadüf eseri karşılaştığı ve karısına benzettiği Kathleen Moore’a, karşı koyamadığı bir ilgiyle yakınlaşmasıyla yaşamının bütün mantığını çiğnemeye hazır görünmeye başlar.
Son Düş romanı, olayların tam daha da hareketleneceği izlenimi uyandığı anda kesilir. Fitzgerald, 44 yaşında kalp krizi sonucu hayata Hollywood’da veda etmesiyle Son Düş romanına da son noktayı koyamamıştır. Romanın el yazmalarını eleştirmen ve aynı zamanda yazarın yakın arkadaşı olan Edmund Wilson derler; bu kâğıtlar arasında Fitzgerald’ın hikâyenin ne şekilde ilerleyeceğine ilişkin tuttuğu ayrıntılı notlar da yer almaktadır. Son Düş’ün son sayfalarına geri kalan bölümlere ilişkin bu notlardan yola çıkılarak bir özet eklenmiş; ortaklıktaki çatlamalar, Hollywood işçilerinin çalışma koşulları, örgütlenmeleri, kurulan tuzaklar ve hatta cinayetler... 1930’ların ikinci yarısını Hollywood’da geçiren Fitzgerald’ın bu romanını rahatlıkla Hollywood’un bir dönemine içten bir bakış olarak nitelendirebiliriz ve söz konusu özetten anlaşıldığı kadarıyla elimizdeki tamamlanmış bölümler, kitabın yalnızca başlangıcı gibi...
Hollywood, Fitzgerald’ın bu romanına da kayıtsız kalmamış elbette. 1976 tarihli aynı adlı filmde senaryo yazarı olarak Harold Pinter’ın, yönetmen olarak da Elia Kazan’ın ismi yer alıyor (aynı zamanda Kazan’ın yönettiği son film), oyuncu kadrosu ise Robert De Niro, Tony Curtis, Robert Mitchum, Jack Nicholson ve Jeanne Moreau gibi isimlerden oluşuyor.
Yeni yorum gönder