“Kadın önce bacağını yüzen bir tahta parçasına ya da kayaya çarptığını sandı. Hiç acı duymamıştı. Yalnızca sağ bacağı kuvvetle çekilmiş gibiydi. Ayağına dokunmak için elini uzattı. Sol bacağını oynatarak başını suyun üzerinde tutmaya çalışıyordu. Ayağını bulamadı. Elini daha yukarılara getirdi. Tam o sırada bir baygınlık, mide bulantısı hissetti, Araştıran parmakları küt bir kemik parçasıyla, saçak saçak etlere dokunmuştu. Soğuk, karanlık suda parmaklarının arasından akan şeyin kanı olduğunu anladı. Dehşet, çaresizlik, korku bir anda benliğini kapladı. Başını geriye atıp gırtlaktan gelen boğuk bir sesle haykırmaya başladı.” Peter Benchley’in Denizin Dişleri: Jaws romanının ilk sayfalarındaki bu sahnelere kayıtsız kalmak pek mümkün değil. Üstelik beyazperdeye uyarlanmasıyla birlikte daha da geniş kitlelerce bilinir hale gelen Jaws o kadar etkileyici bir boyut kazanır ki, zamanında, özellikle okyanus kıyılarına yakın yaşayanların uzunca bir süre sahillere yalnızca güneşlenmek için uğradıkları söylenir!
Jaws’tan daha nahif ama benzer yoğunlukta bir etki, mesela, Joanne Harris’in Çikolata isimli romanı için de geçerliydi. Yine romandan çok o hikayeden uyarlanan filmiydi aslında etkili olan. Başrollerini Johnny Depp ile Juliette Binoche’un üstlendiği bu filmin gösterimde olduğu zamanlarda, o 10 dakikalık aralarda, patlamış mısırlardan çok çikolatalar revaçtaydı! Aslında çikolatayı çokça tüketmekten “kaçınmanın” yolu da bir kitaptan geçiyordu; Carol Off’un Acı Çikolata isimli çalışmasını incelemek yeterli olabilirdi!
Örnekleri çoğaltmak mümkün ve bu durum şaşırtıcı da değil aslında; kitapların böylesi etkileri oluyor hiç kuşkusuz... Şimdilerde de bir içecekten sanki her zamankinden daha çok söz ediliyor, daha çok karşımıza çıkıyor gibi gelmiyor mu size de? Geride bıraktığımız soğuk geceleri düşünürsek özellikle...
“İyi yapılır, sunulursa bozayı bir içenin bir daha içeceğini biliyorum.” Böyle diyor, Orhan Pamuk’un yeni romanı Kafamda Bir Tuhaflık’ın kahramanı Mevlut. Bozacı Mevlut; artık yakından tanıyoruz kendisini... Bazı dükkanların vitrininde “Mevlut bozası geldi!” yazısını görecek kadar “abartılı” bir durum söz konusu değil belki ama; sosyal medyada, yakın çevremizin daha önce belki de hiç yapmadıkları şekilde boza fotoğrafları paylaşmasının, akşamları –en azından kendi adıma söylersem– evin yakınlarından geçen bozacıların seslerini daha sık duymamın sebebi Kafamda Bir Tuhaflık’ın etkisi, yani Mevlut’un kendisi mi yoksa son zamanlarda bozalar her zamankinden daha iyi yapılıp daha iyi mi sunulur oldu?
Yeni yorum gönder