İntihal, yani aşırma, hırsızlık... Bir başkasının yazmış, yaratmış olduğu herhangi bir fikri, özgün içeriği kaynak göstermeden ve hatta bırakın kaynak göstermeyi kendi fikrinizmiş gibi ortaya çıkarmak intihalin ta kendisi. Türkiye’de, edebiyatımızda, yıllardır intihal sözler, şiirler ve hatta hikâyelerin olduğu da bir gerçek.
“Çeviride İntihal” konulu bu dosyamızı hazırlarken elbette yine sözü öncelikli olarak çevirmenlerimize verdik. Genel kanı özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser dizisinden sonra işlerin iyice ayyuka çıktığı yönünde oldu ve tabii bu olayın başrolü ise intihalci yayınevlerinindi. Peki, onlar kim? Çeviri intihaline karşı yasal yaptırımlar neler? Yayınevleri çeviride intihal konusuna nasıl bir özen gösteriyor ve nasıl çalışıyor?
Klasiklerin %60’ı intihal
Çevirmen Sabri Gürses’e göre; intihalci yayınevleri son 6 yıl içinde sektörün büyük kısmını ele geçirdiler, kitapçıların raflarına artık yaygın olarak giriyorlar. Hiç çekinmeden, son bir ay içinde satın alıp Dostoyevski okuyan okurların en az yüzde 50’sinin çalıntı çeviri okuduğu söylenebilir. Türlerin Kökeni bile çalınanlar arasında. Peki neden?
Gürses bu soruya şöyle yanıt veriyor: “Çalmanın temel nedeni, kolay kâr hırsı. Çevirinin emek bedeli sıfırlanıyor, yayıncı bu şekilde başka işlerini finanse edecek güvenceli sermaye birikimi sağlıyor. Bu mekanizmanın geçmişine bakınca, işin 1990’lara dek uzandığını görüyoruz, fakat sektörü ele geçirmesi 2000’lerin ortalarında 100 Temel Eser listesinin hazırlanması ve bu liste çerçevesindeki yayınlara gazetelerin de kampanyalarla destek vermesi sayesinde oldu. Önce intihal çeviri yayınlayan yayınevleri vardı; sonra okul müfredatlarına, eğitime yönelik setler, yayın dizileri hazırlandı; buna Sabah, Star, Taraf, Milliyet gibi gazetelerin bu kitap setlerini kuponla dağıtması eşlik etti; ve marketlerde kitap satılması, bu marketlere dağıtılan kitapların denetlenmemesi çok sayıda ucuz intihal çevirinin Migros, Carrefour gibi marketlerde bile tüketicilere ulaşmasına neden oldu. Sonunda ürünleri denetleyen D&R, Kabalcı, Nezih gibi ciddi kitapçılar bile bu sürece teslim oldu.”
ÇEVBİR adına sorularımıza yanıt veren Mehmet Moralı da Sabri Gürses’le aynı görüşte. Klasik eserler ve çevirileri olarak bilinen ve piyasada satılan kitapların en az %60’ı intihal olduğunu söyleyen Moralı, bu eserlerin intihal olmasalar bile karlı yatırımlar olduğunun altını çiziyor. Çünkü, yazara telif ödenmesi söz konusu olmadığı için, maliyet düşük ve değeri kanıtlanmış olduğu için de satış şansı son derece yüksek. Bu yapıtların Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser uygulaması sonrasında, öğrencilere bu kitapları satmak çok daha kolay bir hale geldiğinden bu kitapların öğrencilere paket halinde satılmasıyla büyük gelirler elde ediliyor. Özellikle okul çocuklarının ödevleri için gerekli olan bu kitaplar veliler tarafından zaten okunsun diye değil, çocuklar ödev yapsın diye alınıyor ve içeriğin hiç mi hiç önemi yok.
Yazarın ve çevirmenin ölümünden 70 yıl geçtikten sonra yayımlanan eserlerine bir telif ödenmesinin sözkonusu olmadığını hatırlatan Mehmet Moralı Umberto Eco ve Victor Hugo örneğinden yola çıkarak durumun vehametini şöyle gözler önüne seriyor: “Umberto Eco’nun bir eseri tek bir yayınevi tarafından yayımlanır, modern bir eserin yayıncısı bellidir, eğer başka bir yayıncı o kitabı yayımlarsa, yasa dışı bir iş yapıldığı derhal anlaşılır. Halbuki Victor Hugo’nun Sefiller’i 40 yayınevi tarafından yayımlanabilir. Böyle olunca, iş çeviriye dayanıyor, bu 40 yayınevinin hepsinin Sefiller’i ayrı ayrı kişilere çevirtmesi gerekir, bunun denetlenmesi ise çok güç, zaten piyasada bu kadar çok çevirmen de yok.”
300 sayfalık Savaş ve Barış
Az once değinilen sıkıştırılmış 100 Klasik Eser serilerine mutlaka bir yerlerde rastlamışsınızdır. Hatta şimdi girin bakın online kitap satış sitesine; Madame Bovary bir yayınevinde 385 sayfayken bir başka yayınevinde 135 sayfa olarak satılıyor. Üstelik çevirmeninin kim olduğu dahi yazmıyor. Benzer şeyi yaşayan Mehmet Moralı’nın söyledikleri gerçekten trajik; “Geçenlerde bir Savaş ve Barış çevirisi gördüm, kitabın başında savaş başlamadan önceki 150 sayfa, sonunda da savaş bittikten sonraki 100 sayfayı almışlar, ortadaki 1300 sayfalık savaşı atmışlar, 1600 sayfalık Savaş ve Barış olmuş size 300 sayfalık Barış! Üstelik bu insanlar genellikle daha önceki kopyalardan kopyaladıkları, yani hırsızın malını hırsızladıkları için, yakalanması çok da zor, hırsız hırsızı şikayet edecek değil ya! Benim elimde böyle bir klasik çevirisi var, eski çevirmenlerimiden birinin çevirisi biraz değiştirilip basılmış, bir başkası da bunu alıp, biraz daha değiştirip basmış, aradaki sürüme bakılırsa, iş anlaşılıyor, ama onu bulamazsanız, o üçüncü çevirinin birinciden alındığını kanıtlamak çok zor. Bazı sofistike! Yayınevleri, birkaç çeviriyi alıp, biraz ondan, biraz bundan yepyeni bir eser! Ortaya çıkartıyorlar, sonra çıkın çıkabilirseniz bu işin içinden…
Evet, durum bu kadar vahim. Peki, nasıl ayırt edeceğiz? Sabri Gürses okurun çalıntıları ayırt etmesinin, tıpkı korsan kitabı ayırt etmesi gibi mümkün ve kolay olduğunu söylüyor: “Okur raftaki aynı kitabın üç baskısını yan yana koyup durumu anlayabilir. Sonuçta iki farklı Cola markasını yan yana görünce, taklit olanı ayırt edebiliyoruz. Fakat bu tüketicinin keyfine ve vaktine bırakılacak bir şey olamaz. Ürünü satışa sunan kitapçının bunu engellemesi gerekiyor. Kitapçıların büyük kısmı sıkça marka değiştirerek karşılarına çıkan bu yayınevlerinin mallarını tanıyor, ama tüketici ucuzu tercih ediyor gibi bahanelerle rafta tutuyor, hatta öne çıkarıyor. Yani bu sorunun kaynağı kötü niyetli yayıneviyse, çözümü de dağıtım, kitapçı ve medya üçgeninde.”
Görev Milli Eğitim Bakanlığı’nın
Tekrar Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eseri’ne burada gelmekte fayda var, çünkü Mehmet Moralı’ya göre bu işin önemli sorumlularından biri de bu uygulama. Mehmet Moralı’nın bu konudaki önerisi ise gayet mantıklı. “Aslında yapılması gereken bu uygulamanın kaldırılmasıdır, ama Bakanlık’ın başlattığı bir uygulamanın yanlışlığını kabul edip kaldırmasını beklemek gerçekçi değil. Ancak, İntihal Komisyonu’nun bu konuda bir hayrı dokunabilir, şöyle ki: 100 Temel Eser bir marka haline gelmiştir, ve bu markanın sahibi olan Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu markanın saygınlığını korumak, bu marka aracılığıyla tüketicinin istismar edilmesini önlemek görevidir. Tıpkı saf yeni yün markası Woolmark gibi, 100 Temel Eser de ancak belli bir denetimden geçen kitapların kullanabileceği bir marka haline getirilmelidir.”
Kim bunları çevirenler diye bir sormak lazım
Sabri Gürses ise bu sorunun önüne geçilmesi için herkese görev düştüğünü söylüyor ve edebiyat kürsülerinin uzmanlarının da sorumluluklarına dikkat çekiyor. “Tüketici-okur yalanla yaşamak istemiyorsa, ona verilen kusurlu malı geri vermeli, parasını geri istemeli. Bozuk peynir yemek sağlıksızsa, bozuk çeviri okumak da sağlıksız. Yayıncı birliklerine, çevirmen örgütlerine, market yöneticilerine, tüketici sayfalarına dek her yere kuşkulandığı her kitabı bildirmeli. Raflara bakmıyor musunuz, bu kitapların dağıtımına, satılmasına nasıl izin verdiniz, diye sormalı. Ama bunu en başta yapması gerekenler, söz konusu klasiklerin kaynak dilleriyle ilgili üniversite bölümlerindeki uzmanlar. Sahte Dickens’lar, Bronte’ler İngiliz edebiyatı kürsülerinin, sahte Hemingway’ler Amerikan kürsülerinin, sahte Dostoyevski, Gogol’ler Rus edebiyatı kürsülerinin... sorumluluğunda. Öncelikle onların yalın bir soru sorması gerekiyor: Neden bu kitapların bu kadar çok farklı yayını var, kim bunları çevirenler?”
Söz yayınevinlerinde
Tabii burada yayınevlerine söz vermemek olmaz. Onlar çeviride intihal meselesinde ne düşünüyorlar, hassasiyetleri ne yönde ve bunun önüne geçmek için ne yapıyorlar? Everest Yayınları’ndan Sırma Köksal bu konunun, yayıncılığın hakkını vermeyi ilke edinmiş tüm yayınevleri için can alıcı bir konu olduğunu düşünüyor ve bu hırsızlığın önlenmesi için öncelikle çeviriye emek veren insana saygı duymak, sonra da bu işin hakkını veren insanların hakkını korumak gerektiğini söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Her çeviri heveslisinin eline bir kitap tutuşturup “hadi bunu hemen yap gel” derseniz, sonra da akla yatmayacak kadar kısa sürede gelen metni hiç incelemeden basmaya kalkarsanız, yani bağını sormadan üzümünü yemenin tadına kapılırsanız intihalin önüne geçmeniz mümkün olmaz. Çevirmene güvendiğiniz kadar, yapılan işin özgünlüğünü soruşturacak kadar da titiz davranmak zorundasınız. Unutmamak gerek ki, çevirinin özgünlüğüne özen göstermemek de korsan yayıncılığın bir başka türüdür.”
Kültür ve ahlak meselesi olarak intihal
Yıllardır sadece çeviri edebiyatı kitapları yayımlayan Ayrıntı Yayınları’ndan Abdullah Yılmaz kendileri gibi dillerini, jargonlarını büyük oranda kendileri üreten ve bu üretimleri de öyle aman aman kitlesel talebe mazhar olmayan yayınevleri için, intihal bir mesele değil diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Başar da, zengin ol da nasıl olursan ol zihniyetinin egemen olduğu ve desteklendiği bir zaman ve ortamda, elbette birileri başkalarının emeğini çalarak amacına ulaşmak isteyecektir. Biz yayınevi olarak, tüm çalıştığımız çevirmen, redaktör, düzeltmen ve editörlere, kendi kaleme aldığım, “Mesai Arkadaşlarıma Mektup” diye bir metin gönderiyoruz. Bu metinde alıntı yapma biçimleri en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor. Bazı durumlarda, orijinal eserde zikredilmese bile, biz biliyorsak, kaynağı kuralına göre yazıyoruz. Zaten en başından, akademik dünyanın açık ya da örtük olarak kabul görmüş uluslararası kurallarına uymayan bir çalışmanın bizim yayınevimizden basılması söz konusu olamaz. Basılmışsa, bunu bir hata olarak telakki ederiz. İntihal konusu, genel olarak, bir kültür, bir ahlak meselesidir. Bu zamana kadar ayyuka çıkmış, dava konusu olmuş ve kanıtlanmış, ikisi de üniversitelerinde rektörlük yapmış İhsan Doğramacı ve Kemal Alemdaroğlu gibi örneklere bakarsak, durumumuzun pek iç açıcı olmadığını söyleyebiliriz. Her konuda olduğu gibi, burada da karamsarlığa kapılıp haksızlığa, bu örnekte hırsızlığa, göz yummak yerine, umudumuzu yitirmeden mücadele etmek gerekiyor.”
Sistemli intihal yapan yayınevleri de var
Bu konuda fikrini ve yayınevi sahibi olarak nasıl önlemler aldığını sorduğumuz Can Yayınları’ndan Can Öz ise küçük çeviri hatalarını dahi onur meselesi olarak değerlendirdiklerini ve intihalin kendileri için çevirmene karşı işlenen, lanetlenmesi gereken bir suç olduğunun altını çiziyor. “İyi çevirmenler, kendilerini dil ve edebiyat konusunda ustalık mertebesine kadar yetiştirmiş, toplumun çok değerli kişileri, aydınlarıdırlar, ve emin olun, sayıları pek fazla değil. Bu birikimlerini, emeklerini genellikle paraya dönüştüremez, zor şartlarda yaşamaya razı olurlar. Ancak kimi uyanıklar, neslini korumakta zorlanan çevirmenlerin birikimine, emeğine ve elde edeceği cüzzi gelire göz dikiyor; çevirisini çalıyor ve yayınlatıyorlar. Burada elbette tek suç intihali gerçekleştirende değil. Sektör içinde bilinen, intihali sistemli bir şekilde yaptırmış yayınevleri var. Bu yayıncılar halen aramızda dolaşıyorlar. Neyse ki son Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda intihal suçuna büyük para cezası ve 6 yıla kadar hapis cezası getirildi. Özellikle Çevirmenler Birliği ile Yayıncılar Birliği'nin iyi çalışmaları sayesinde bu uyanık yayıncılar son yıllarda intihal yayını yapmaktan vazgeçmeye yöneldiler. Yine de raflarda halen çok sayıda intihal eser var. Hakları yenen çevirmenlerin bu işin peşini bırakmayıp bu hırsız yayıncıları dava etmeye ve haklarını korumaya çalışmaları, sektörün tüm oyuncularının da Çevbir ve Yaybir'e destek vermeleri gerekiyor.”
Hakkı gaspedilen okur oluyor
Konuyla ilgili görüşüne danıştığımız, İdefix Direktörü Bora Ekmekçi, “Yayınevlerinin özensiz ve hatalarla dolu kitaplar yayınlamaları, okuru kazıklamaları ne kadar ahlaksızlıksa, intihal de aynı derecede ahlaksızlıktır” diyor: “Çünkü her iki durumda da hakkı gasp edilen yine okur oluyor”.
İdefix’in her zaman “iyi” kitapları okura sunmaya, tavsiye etmeye özen gösterdiği için bu tür durumlara elinden geldiğince tepki göstermeye çalıştığını söyleyen Ekmekçi, “Yaklaşık olarak 3 sene önce YayBir bir rapor hazırlamıştı. Biz de bu raporu kendilerinden istedik. Yaybir’den Sema Özdemir Hanım da bize bu raporu ilettiler. Bu raporda intihal çeviri yapan yayınevleri yer alıyordu. Biz de bu rapora istinaden ilgili yayınevlerini idefix'te satışa kapattık. Çünkü bu ahlaksızlığa bir şekilde alet olmak istemiyorduk” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ancak bugün bu kararımızda yanıldığımızı anlıyorum. Çünkü bu rapor ile bazı yayınevlerini raflardan indirecek, batma noktasına getirecek mercinin sektörün genelini temsil etmediğini düşündüğüm bazı meslek birliklerinin olmaması gerektiğidir. Bu yayınevleri; aynı türde ama daha pahalı klasik kitap yayınlayan ve meslek birliklerinde söz sahibi olan bir takım yayıncıların karalamasına maruz kalmış olmazlar mı diye de düşünmek gerekiyor. Her ne kadar intihal ahlaksızlıksa, eğer varsa, böyle bir karalama kampanyası da büyük ahlaksızlıktır.
İntihal varsa, meslek birliklerinin raporları ya da kitapçıların ambargoları ile değil, mahkeme kararı ile ya da okurun elemesi ile yargılanmalıdır”.
Bordo Siyah Yayınları: “Çeviri intihali yapmıyoruz”
Bordo Siyah Yayınları’da çeviri intihalinin korsan yayıncılıktan bile yıkıcı sonuçları olduğunu söylüyor ve kendilerinin adının çeviri intihaliyle yan yana getirilmesini kötü niyetli bir propaganda olarak gördüklerini dile getirerek bu dosya konumuz aracılığıyla kendilerini şu şekilde savunuyorlar: “Çeviri intihaline bulaşan yayınevlerinin aksine, Bordo Siyah’ın çevirmenleri bellidir ve kitapların künyesinde hangi kitapları çevirdikleri, hatta çeviri alanında hangi ödülleri aldıkları belirtilmektedir. Bordo Siyah’ın dünya klasikleri editörü, 100’e yakın çevirisi yayınlanan, Ömer Asım Aksoy Çeviri Ödülü’nün sahibi olan ve İstanbul Üniversitesi çeviribilim bölümünde dersler veren Veysel Atayman’dır. Kitapların her biri uzun yıllardır sektörde çalışan usta düzeltmen ve redaktörler tarafından gözden geçirilmektedir ve her birinin özgeçmişleri kitapların künyesinde yayınlanmaktadır. Çeviri kalitesiyle ilgili sadece bir örnek vermek gerekirse; Ankara Üniversitesi’nde Türkiye’deki Kafka çevirileriyle ilgili karşılaştırmalı bir çeviribilim tezi yapılmış, bilimsel ölçütlere göre oluşturulan endekse göre tutarlı ve tutarlıya yakın cümlelerin oranı karşılaştırılmıştır. Bordo Siyah’ın yayınladığı Evrim Tevfik Güney çevirisi için oran yüzde 83’tür. Burada ismini vermediğimiz ve arasında büyük yayınevlerinin de bulunduğu diğer çevirilerin oranları yüzde 20 ile 39 arasında değişmektedir.
Peki neden Bordo Siyah suçlanıyor?
Bordo Siyah’ın kaliteden ve yayıncılık etiğinden taviz vermeden klasikleri düşük fiyat politikasıyla alım gücü düşük insanlara ulaştırma projesi, aynı kalitede ama üç dört kat yüksek bir fiyatla merkezdeki okura kitap satan yayınevlerinin ve yüksek kârlara alışmış pazarlama şirketlerinin çıkarlarına dokunmuştur. Bordo Siyah, bugüne kadar on milyonun üstünde kitabı Anadolu’daki alım gücü düşük okura sunabilmiş olmaktan gurur duymaktadır ve yayıncılığı sadece ticari bir uğraş değil aynı zamanda bir toplumsal sorumluluk olarak gördüğü için fiyat politikasından vazgeçmeyecektir. Çeviri intihalini önleme konusunda duyarlı olan kesimler, işe çevirmenlerin gerçek kimliğini tespit etmekle başlayabilir. Bordo Siyah da dahil olmak üzere, dünya klasiklerini yayınlayan bütün yayınevlerinden çevirmenlerinin kimliğiyle ilgili açıklama yapmaları istenmelidir. Merdiven altı yayınevlerinde intihal edilmiş çevirilerin çoğunda çevirmen ismi olarak gerçekte çevirmenlik yapmayan, hatta belki de gerçekte hiç var olmayan isimlerin yer aldığı düşünüldüğünde, sadece bu küçük adım bile çeviri intihali vakalarının çok büyük bir bölümünü engelleyecektir. Her kitabını yetkin bir çevirmene tercüme ettiren, editörüne ve en az bir düzeltmenle bir redaktöre okutarak emsallerinden çok daha fazla bir dosya maliyetinin altına giren bir yayınevi olarak, çeviri intihaline karşı her tür samimi girişim bizi son derece mutlu edecektir.
Çeviride intihale karşı yasal yaptırımlar neler?
Bu konuyla ilgili söyleyecek en çok şeyi olan elbette yine çevirmenlerimiz Sabri Gürses’le Mehmet Moralı ve bir de Avukat Sabri Kuşkonmaz’dı.
Sabri Gürses: Görünen o ki, yasal yaptırım getirmek çok zor. Çevirmenler Birliği’nin çalışmalarından ve karşılaştığım olaylardan benim anladığım şu: mahkeme sürecinde, metin incelemesi bile sonuç vermeyebilir, iki sözcük, dört cümle değişikliğini yeni bir çeviri diye tanımlayabilir bilirkişi – ya da mahkeme uzun sürebilir, fakat çalıntı çeviri yayıncısı hedeflediği parayı piyasadan çok kısa sürede toplar, çok sayıda kitabı bir kampanyayla dağıtır, adalet zarara göre geç kalır. O yüzden bir yandan hukuka başvururken, diğer yandan bu işten zarar görenlerin, okurdan çevirmene dek herkesin sivil müdahalesi de gerekiyor.
Mehmet Moralı: İntihal şikayete bağlı bir suçtur. Yani yasal işlem yapılabilmesi için madur olan kişinin, bu durumda çevirmenin yasal işlemi başlatması gerekir, hırsızlık ve benzeri kamu suçlarında olduğu gibi savcılık kendi başına soruşturma başlatamaz. Bu meslek birliklerinin elini kolunu bağlayan bir durumdur. Örneğin Nahit Sırrı Örik’in Vadideki Zambak çevirisi intihal edildiyse, bu konuda yasal işlem başlatabilmek için varislerinin bulunup razı edilmesi gerekir ki, bu her zaman mümkün olmaz. Yoksa, mahkeme kararı olmadan çıkıp bir çeviri için “bu intihaldir, bu korsandır” derseniz, rekabet kuruluna yapılacak bir şikayette suçlu duruma düşersiniz, yani mevzuat hırsıza hırsız demeyi yasaklıyor.
Sabri Kuşkonmaz: Çeviri konusunda yaşanan sorunlar varlığı tartışmasızdır. Bu sorunların temelinde yatan ilk etken, Ünsal Oskay’ın saptamasıyla, “kitap uygarlığından geçmemiş bir toplum” olmamızdır. Bu etkene paralel ve çeviri ile bağlantılı olarak, bu ülkede hiç bir zaman sağlıklı kültür politikalarının gündeme alınmamış olması da önemli bir sorun biriktirme nedenidir. En sonda söylenecek olan başta söylemek gerekirse; sorun yasa, hukuk sorunu değil, bir zihniyet ve politika sorunudur. Çünkü, bu alanda, hukuksal düzlemde, yasa boyutuyla bir eksiklik yoktur. Konuyu fazlaca bilmeyip, fazla ilgisi olanlar sıklıkla “yasa olmadığından” yakınırlar. Bu yanlıştır. Tanzimat dönemindeki, her kötülüğün ilacı olduğu düşünülerek “Anayasa isteriz” feryatlarına benzer bir durum vardır bu konuda. Hep bir “kanun isteği” dile getirilir. Oysa bu konuda 1952 yılından bu yana yürürlükte olan uygun bir kanun vardır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu... Bu yasa AB müktesebatı ile uyumlaştırma çerçevesinde 1995, 2001 ve 2004 yıllarında köklü değişikliler geçirmiştir. Yasa içerik olarak, genel anlamda telif sorunlarını ve özelinde de çevirmenin telif sorunlarına çözmeye yeterlidir. Eleştirel bir kavram olan “kültür endüstrisinin” bizde endüstri bile olamaması, yasanın uygulanmamasında öncelikle polisiye çözümlerin akla gelmesi, sorunun korsan sorununa indirgenmesi, kitap-yayın alanında sivil iradenin başat olduğu güçlü örgütlenmelerin oluşturulamaması... gibi sayısız sorunlar vardır. Her bir iktidar bu konuda bir öncekinden daha statükocu bir anlayışla, sektörel iç barışı sağlayacak geniş, özerk sivil örgütlenmelerde kamusal erk olarak çok kıskanç davranmakta, oluşturulmaya çalışılan örgütlenmelerde kamusal erk/iktidar “parayı veren” olarak karar mekanizmalarına katılmamama, yani “iktidardan vazgeçme” konusunda çok kıskanç ve cimri davranmaktadır. Bu ülkede hala bir özerk sanat kurumu, konseyi kurulamamıştır. Böylesi örgütsel yetersizlik, sorunda “mağdur” taraf olan çevirmeneklrin bu alandaki temsil eksikliği... sorunların makro düzeyde ele alınıp, çözüm yollarının bulunmasına engel olmaktadır. Sonuç olarak, çevirmenin telif hakları ile ilgili sorunları, sadece telif hakları ile sınırlı bir düzlemde değildir.
Son soru: İntihal nasıl belirlenir?
Mehmet Moralı: İntihali belirleyebilmek için hepsini yan yana dizip karşılaştırmak lazım, ki bu çok zahmetli bir iş. 2007 yılında YAY-BİR ÇEVBİR ortak bir çalışma yaptılar, 10 klasik çevirisinin piyasadaki yaklaşık 160 çevirisi incelendi, bunların 60 adedinin intihal olduğu belirlendi, biraz daha kurcalanabilirse diğer 100 çevirinin en azından 50 tanesinin de ayıplı olduğu ortaya çıkacaktır. Çıkacaktır ama, bu iş için gerekli olan emek, işi yapılabilir olmaktan çıkartıyor. Sefiller 2500 sayfadır, Savaş ve Barış da 1600 sayfa. Her iki eserin de piyasada en azından 25-30 sürümü var, kimi tam metin, kimi kısaltılmış. Bunların sayfa sayfa karşılaştırılıp, incelenmesi gerekir. Yani bir tek eser için okunacak 75000 sayfa söz konusu. Takdir edersiniz ki, bunun bireysel girişimlerle yapılması söz konusu değildir.
Sabri Gürses: Rus edebiyatı mezunu bir çevirmen olarak ben bu soruyu sordum ve meslekte benim öncülerimin eserlerinin çalındığını, benim eserlerimin de çalınacağını, intihalcilerin benim çalışma alanımı kirlettiklerini, emeğimi değersizleştirdiklerini, gelirimden çaldıklarını gördüm – o günden beri gördüğüm her örneği ilan etmeye çalışıyorum. Çevirmenlik, yayıncılık ve diğer ilgili örgütlerin de iyi niyet dileklerinin ötesine geçip suçu ilan etme ve önleme güçlerini daha etkin bir şekilde kullanmalarını bekliyorum. Bir kültür, bir çeviri soykırımı yaşanıyor, bunun başka adı yok. Digiturk ona ait maç yayınlarının blog sitelerinden birkaç tanesinde de yayınlanması, yani onun eserinin çalınması nedeniyle bütün bir blog sisteminin durdurulmasını talep ediyor, hukuk küresel bir şirketin, Google’ın yayın sistemini kapatıyor ve halk bunu haklı buluyor – aynı şekilde klasik eser yayıncılığını da durdursun mahkemeler ve suçlular ayıklandıktan, cezalarını aldıktan sonra serbest bıraksın.
Sonsöz
Sabredip bu satırlara kadar okuduysanız bu konuya ne kadar duyarlı olduğunuz ortaya çıkmış oluyor ve zaten bize de burada söyleyecek pek bir şey kalmıyor... Ama yine de unutmayın; Savaş ve Barış sadece 300 sayfalık bir roman değildir...
bu konuya değindiğiniz için teşekkür ederiz. son cümlenizden hareketle konuya girmek istiyorum, ben savaş ve barışın 300 sayfalık olmadığını bilmiyordum ve bu abide eseri kısaltılmış haliyle okudum, işin üzücü yanı kitabın üzerinde kısaltılmış sürümü olduğu yazmıyordu. buna bile zahmet etmemişler. bu suç değil midir? bana okuttukları savaş ve barış değil, o eserin özeti değil mi,
Yeni yorum gönder