Bir zamanlar Lost dizisinden bihaberdik; televizyonla daha içlidışlı bir ifadeyle söylersek, Survivor gibi programlar da yoktu ortalarda. Dolayısıyla bir zamanlar, "Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?” sorusunu, Robinson Crusoe’nun deneyimlerini hatırlamaya çalışarak cevaplandırırdık. Şimdilerde ise teknolojinin imkanları o kadar genişledi ki, yanımıza almamıza izin verilen o üç şeyi doğru tercihlerle belirlersek; ıssız bir adaya düşmek korkutucu bir deneyim olmaktan ya da hayatta kalma mücadelesinden öte egzotik bir tatile dönüşebilir durumda! Yine de, bu fikir hala heyecanlandırabiliyor bizleri... Peki gerçekten de, o adaya ilk düştüğünde –yaşamak için gerekli şeyleri kendi imkanlarıyla üretmeye başlamadan önce– Robinson Crusoe’nun elinde kullanabileceği neler vardı?
Orta tabakaya mensup Crusoe’nun, babasının mutluluğu, rahatlığı, huzuru bir orta tabaka insanı gibi yaşamakta bulacağına dair öğütlerine rağmen başlıca özlemi olan denizlerde dolaşmak fikrini hayata geçirmeye karar vermesiyle başlıyor 'uğursuz' serüveni... Anlık bir kararla, 1651 yılı eylülünün birinci günü, kimseye haber dahi vermeden adeta kaçıyor. Birbirini takip eden deniz yolculuklarının ardından azgın bir fırtınanın onu sürüklediği son nokta ise belirsizlik oluyor: “Nerede olduğumu daha bilmiyordum, bir kara parçasında mı bir adada mıydım? Buralarda insan var mıydı yok muydu? Yırtıcı hayvan tehlikesi var mıydı? Bilmiyordum.” Çevresini araştırdıktan sonra belirsizlik biraz olsun aydınlanır; yakınındaki bir tepeye tırmandıktan sonra gördüğü manzara daha nettir, ama hiç de iç açıcı değildir: “Tepeye bir hayli güçlükten sonra tırmanabildim, oradan dört bir yana bir göz atınca, alınyazımın karanlığını içim burkularak gördüm. Denizin çepeçevre kuşattığı bir adada bulunuyordum, görünürlerde kara falan yoktu, çok uzaklarda kayalıklar, dokuz mil batıda da bundan daha küçük iki ada göze çarpıyordu. Ayrıca üzerinde bulunduğum adanın çorak, pek doğal olarak düşündüğüm gibi insansız, daha hiç rastlamadıysam da yırtıcı hayvanlarla dolu bir yer olduğunu anladım.” Her ne kadar gemi enkazına ulaşıp gerekli birkaç eşyayı daha kıyıya taşımayı başarabilecekse de, ilk başta, üzerinde yalnızca üç şey vardır Crusoe’nun: bir çakı, bir pipo ve bir kutu içerisinde birazcık tütün.
Aslında bu yazının konusu, Robinson Crusoe’nun yazarı Defoe’nun Türkçedeki bir diğer romanı Moll Flanders olmalıydı. Robinson Crusoe’nun onlarca 'irili ufaklı' Türkçe çevirisine karşın, Moll Flanders’e yalnızca iki yayınevi tarafından ilgi gösterilmiş; Nihal Yeğinobalı çevirisiyle Can Yayınları ve Nazan Arıbaş çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından. Moll Flanders karakteri belki Anne Karenina ya da Madam Bovary gibi değerlendirilmeyebilir; ama yine de Defoe’nun Robinson Crusoe’nun hemen ardından yayımladığı bir romanın kahramanı olarak bu kadar gölgede kalmaması gerektiği düşünülebilir. (Defoe’nun diğer eserleri ise değil gölgede kalmak, Türkçede tamamen karanlığa gömülmüş durumdalar.) Üstelik Moll Flanders’in hikayesi de Crusoe’nunki gibi bir varolma serüvenidir. Romanın İletişim Yayınları baskısında, Jale Parla’nın kaleme aldığı sunuşta belirttiği gibi: “Robinson Crusoe’nun ıssız bir adada yaşayabilmek için o adanın kaynaklarını ve orada bulduğu tek yerliyi sonuna dek sömürmesine karşın, bu kez olayların geçtiği yer Londra olduğu için, sömürülecek mevkiler de iş yerleri ve eğlence noktalarıydı. Sömürülecek insanlar ise parası olan herkes. Bu sömürü tercihen evlilik yoluyla, olmazsa fahişelik, o da olmazsa hırsızlıkla gerçekleşecekti. Ama mutlaka gerçekleşmek zorundaydı.” Bir başka deyişle, yine orta sınıf kavramı karşımıza dikilir.
Moll Flanders karakterinin, modern bireyciliğin ve ekonomik adamın arketipi olarak kabul edilen Robinson Crusoe’nun gölgesinde kalması kaçınılmaz görünüyor; ilginç olansa, Crusoe’nun ıssız adadaki serüvenlerinin diğer 'Robinson Crusoe kitapları'nı da gölgede bırakmış olması. Daniel Defoe, Crusoe’nun ıssız adadaki serüvenlerinin tahmin edilemeyecek boyutta ilgi görmesi üzerine aynı yıl içinde ikinci bölüm olarak Robinson Crusoe’nun Yeni Serüvenleri’ni yayımlar. Yolculuk ile serüven tutkusu nükseden Robinson’un bir kez daha denizlere açılmasının, adasını görmeye gitmesinin hikâyesidir. “Robinson Crusoe’nun Yaşamı ve Olağanüstü Serüvenleri Boyunca Ciddi Düşünceleri” adlı üçüncü kitap ise, ilk iki kitaptaki “somut, nesnel, maddesel gerçekçiliğe yeni bir boyut ekleme çabasıyla kahramanın iç dünyasındaki serüvenin akışını, insanoğlu, yazgı, Tanrı gibi konularda derin düşüncelerini yansıtır.” Akşit Göktürk çevirisiyle YKY tarafından yayımlanan Robinson Crusoe’da (yukarıdaki alıntılar için de kullandığımız baskıda) iki kitap bir arada bulunuyor, ancak üçüncü kitap/bölüm Türkçeye çevrilmiş değil.
yaa ben özet istiyorum siz ise tamamını yazıyorsunuz of
Yeni yorum gönder