Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Ivo Andriç, Nasreddi̇n Hoca Fikralarini Okumuş Mudur?




Toplam oy: 153
Bosna sınırları içerisindeki Travnik’te doğup büyümüş Sırp yazar İvo Andriç, en çok Drina Köprüsü adını taşıyan muhteşem eseriyle tanınıyor. Nobel Edebiyat Ödülü’nü de kazanan yazarın, geçen ay Türkçeye kazandırılan dokuz hikayelik Sinan’ın Tekkesinde Ölüm isimli kitabını okuduğumda aklıma bizim Nasreddin Hoca ve yazarın Hoca fıkralarını okuyup okumadığı geldi. Zira Andriç’in, Travniklilere has bir hikâye olarak tanımladığı ‘Vezirin Filinin Hikâyesi’ başlıklı kitabın ilk hikâyesi, çok bilinen bir Hoca fıkrasının Balkanlara uyarlanmış hali.

Nasreddin Hoca, Beylikler devri Anadolu’sunun en bilge karakterlerinden birisi. Ona izafe edilen fıkralar yediden yetmişe hemen herkesin neşe kaynağı, aynı zamanda tasavvufi felsefi manalar da içeren bu fıkralar hem güldüren hem de düşündürüp ders veren türden. Hoca’nın en meşhur fıkralarından birisi ise, her ne kadar aynı dönemde yaşamasalar ve biraz da anakronizm içerse de, Timur’un Anadolu’ya geldiği sırada yanında getirdiği fil ile Nasreddin Hoca ve Akşehirlilerin maceralarının anlatıldığı fıkra. Mustafa Özçelik’in Nasreddin Hoca adını taşıyan (İstanbul: Nar Yayınları, 2015) kitabında yer alan rivayete göre;

 

“Timur, Akşehir’e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş. Bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik filin yiyeceğini de Akşehirliler karşılıyormuş. Kısacası fil, ahalinin başına bela olmuş. Akşehirliler dayanamayıp hocaya gitmişler:

 

- Hoca Efendi, demişler. Timur’a ancak sen söz geçirebilirsin.

Şu işi bir halletsen..

- Haklısınız, demiş hoca. Yarın benimle birlikte on on beş kişi

gelsin. Birlikte Timur’a gidip derdimizi anlatalım.

Ertesi gün, Hoca önde Akşehirliler arkada yola koyulmuşlar.

Timur’un çadırına yaklaştıklarında Hoca ardına dönüp bakmış

ki kimseler yok. Hepsi korkudan kaçıp geri dönmüşler.

Timur, Hocayı görünce:

- Hayrola Hoca, demiş. Bir isteğin mi var?

- Efendim, demiş Hoca, biz, filinizi çok sevdik. Ama zavallı

hayvanın yalnızlıktan canı sıkılıyor, rica etsek de dişisini de

getirseniz”.

 

Vezirin Filinin Hikâyesi

 

Drina Köprüsü adını taşıyan muhteşem eseriyle tanınan ve Nobel Edebiyat Ödülü de kazanan; Bosna sınırları içerisindeki Travnik’te doğup büyümüş Sırp yazar İvo Andriç’in geçtiğimiz ay Türkçeye tercüme edilen ve dokuz hikâyeden oluşan Sinan’ın Tekkesinde Ölüm isimli kitabını okuduğumda aklıma bizim Nasreddin Hoca geldi. Kitabın ilk hikâyesi, Andriç’in, Travniklilere has bir hikâye olarak tanımladığı 'Vezirin Filinin Hikâyesi' başlıklı hikâye aslında tam da Nasreddin Hoca’nın yukarıda aktardığım, Timur’un fili fıkrası ile neredeyse tamamen örtüşüyor. Sadece kişiler, dönem ve coğrafya değişmiş. Nasreddin Hoca’nın hikâyesi 1402’de Timur’un Anadolu’ya gelip Ankara Savaşı’nda Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’i mağlup etmesinin öncesi veya sonrasında Akşehir’de geçiyor. Akşehir ahalisi, Osmanlı topraklarında gazabı dillere destan Emir Timur’dan korktuğu için, rivayete göre onun getirdiği şımarık filin aç gözlülüğünden ve çarşı pazara verdiği zarardan bıktıkları halde, bir türlü huzuruna çıkıp şikâyet edemiyorlar. Nihayet ahali toplanıyor, içlerinden on kişiyi seçiyorlar, başlarına da hem bilgeliği hem de nüktedanlığı ile tanınan Nasreddin Hoca’yı getiriyorlar.

 

Hikâyenin devamını farklı bir coğrafyada ve farklı isimler üzerinden, bu defa Andriç’in betimlemeleri üzerinden sürdürelim. 'Vezirin Filinin Hikâyesi'nde olayın geçtiği yer, Bosna eyaletinin yönetim merkezi olan Travnik. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da günden güne kan kaybettiği 1820 yılında gerçekleşen bu hikâyenin korku salan yönetici tiplemesini ise Bosna valisi olup aynı zamanda kâğıt, sümen ve sekiz yüz çeşidi geçen kamış koleksiyonuna sahip Celâleddin Paşa temsil ediyor. Halkın neşe kaynağı, nüktedan karakter ise, Travnik çarşısında bir ipek dükkânının sahibi olan Aljo Kazaz. Buradaki hikâye de Nasreddin Hoca’nın hikâyesinin aynısı. Bosna’ya vali tayin edilen Celâleddin Paşa bir süre sonra yönetim merkezi olan Travnik’e bir fil getirir. Zaman içerisinde bu fil esnafı canından bezdirir. Ahali filin taşkınlıklarından, ortalığı kırıp dökmelerinden bıkmasına rağmen korkularından bir araya gelip valiye durumu anlatmaya cesaret edemezler. Nihayet on kadar esnaf, Aljo Kazaz’ın öndeliğinde her ne pahasına olursa olsun durumu valiye anlatmaya karar verirler. Ancak kalabalık yolda birer ikişer azalır, nihayet onun en büyük destekçisi olan Tosun Ağa da vezirin konağının bulunduğu tepeye çıktıkları sırada ortadan kaybolunca Aljo tek başına kalakalır. Uzun hikâyenin kısası bu badireyi atlatır ancak kendisini yarı yolda bırakan ahaliye de bir ders vermeyi ihmal etmez. Onlara Paşa’ya şunları söylediğini belirtir:

“Pek kıymetli Paşam, ben buraya bütün çarşı adına gönderildim. Başınızı ağrıtmak değil niyetim, yalnızca sekreter efendiden, nasıl desem, size bir dileğimizi ve ricamızı iletmesini istemek için buradayım; sizin bu filiniz, deyim yerindeyse, kentimizin iftiharı ve güzelliği oldu ve bu filden en azından bir tane daha getirseniz çarşıdaki herkes bahtiyar olacak. Bu sayede bütün Bosna bize imrenecek ve hayvan da böyle yalnız ve arkadaşsız kalmayacak. Çünkü onu kendi hayvanlarımızdan çok sever olduk. İşte size bütün çarşı adına bunları söylemem, bu ricayı iletmem için yolladılar beni, tabi yine de ne yapacağınızı en iyi siz bilirsiniz. Yalnızca eğer üç dört tane daha sipariş ederseniz, bu biz çarşı ahalisine hiç yük olmaz. Ve başka bir şey işitirseniz de inanmayın, bunlar ancak çarşıda bizim selamı sabahı kestiğimiz kötü kalpli, yalancı insanların sözleri olacaktır. Böyle birden karşınızda bittiğim için de beni bağışlayın.”
Görüldüğü üzere, bu fıkra başından sonuna Nasreddin Hoca’nın Timur ile hikâyesine bir atıftır. Zorbalığıyla tanınan Celâleddin Paşa’nın beyaz bir toz içerek kendisini zehirleyip intihar etmesi ile son bulan hikâye, sanki Timur’a yenildikten sonra parmağındaki yüzükte bulunan zehri içmek suretiyle hayatına son verdiği rivayet edilen Yıldırım Bayezid’e, diğer bir deyişle yine 1400’lü yılların başına bir gönderme gibi okunabilir. En azından benim zihnimde bunu çağrıştırdı.
Akşehir’den Balkanlara
İvo Andriç’in bu hikayesi Nasreddin Hoca fıkralarının sadece Anadolu ve Azerbaycan sahasında değil, aynı zamanda Osmanlı hâkimiyeti altında yüzyıllar boyunca İslam kültürünün kök saldığı Balkan coğrafyasında da okunduğunun ve halk tahayyülünde önemli bir yere sahip olduğunun en somut ifadesi. Anlaşıldığı kadarıyla bu coğrafyanın bir ferdi olarak İvo Andriç de Nasreddin Hoca fıkralarını okumuş, bu fıkralardan -en azından bir tanesinden- etkilenmiş ve Vezirin Filinin Hikâyesi başlıklı hikâyesinin kurgusunda bu fıkrayı merkeze yerleştirmiş.
İvo Andriç’in, ustalığı, akıcı dili, muhteşem betimleme gücü bu kitabında da kendisini gösteriyor. Balkan coğrafyasında farklı milletlerin ve dinlerin bir arada yaşama tecrübeleri, gündelik hayat, şehir hayatı ile kırsal hayatın karşılaştırılması, örf ve adetler, Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminde Bosna merkezli yaşanan sancılar bütün detaylarıyla ve muhteşem bir üslupla ortaya konulmuş. İvo Andriç, gelenek ile bugün arasında muhteşem bir köprü kurarak, ders niteliğinde pek çok öneride de bulunmuş okuyucuya. Zaman zaman kendi içinden yetiştiği toplumu, bencillikleri, zenginliğin verdiği gururu, vurdumduymazlıkları acımasızca eleştirmiş. Bosna’nın en zeki insanlarının Travnikliler olduğunu söylerken bir taraftan da onları hicvetmekten geri kalmamış. Keyifle okuyacağınızı düşündüğüm bir eser.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.