Meksikalı yazar Juan Rulfo (1918-1986), Ova Alev Alev’de bilinç akışı, iç monolog, geri dönüş gibi öyküleme tekniklerini kullanarak, Meksika deyince akla gelen şiddet ve sömürüyü etkileyici bir dile dönüştürüp öyküleştirir. Az yazmasına karşın Latin Amerika edebiyatını derinden etkileyen Juan Rulfo, bu kısa öykülerinde sinematografik anlatımın, estetize edilmiş şiddetin parlak örneklerini verir. Özellikle doğa tasvirlerindeki başarısından dolayı, “doğayı anlatmayan, resmini çizen ilk Meksikalı yazar” olarak nitelenen Rulfo’nun bu başarısı genellikle fotoğrafçılığına bağlanır. Büyülü Gerçekçilik akımının yol açıcılarından olan Rulfo çok az eser vermesine (üç kitap) karşın kalıcı olmayı başarmış bir yazardır. Doğa betimlemeleri, şiddeti yumuşatıp estetize etmesi, ölümü sıradanlaştırması, katil/haydut kahramanları Rulfo’yu öne çıkarır. Onun eserlerinde, adaletin olmadığı yerde kaba gücün tek belirleyici olduğu ortamda masumiyetin de bir anlamı olmadığı vurgulanır.
Rulfo, Meksika Devrimi’nden sonra ülkede yaşanan karmaşayı, değişiklikleri, özellikle şiddet ve ölüm ekseninde hikâye eder. Baba-oğul, yoksulluk ve katillik etrafında bir öykü evreni oluşturur. İnsanın yapabileceği en son şey olan adam öldürmenin perde arkasını, insanı katilliğe götüren nedenleri, insanın ruhunda açtığı yaraları ve bir bütün olarak katillik duygusunu derinlikli bir şekilde gözler önüne serer. Özellikle ölümden kaçış anı, bir cinayet için iz sürmek, hesaplaşma onun öne çıkardığı temalar olur. Öldürülme korkusu içindeki insanın tedirginliği, öldürme peşindeki insanların intikam hırsı, yani insanlığın en uç noktalarındaki duyguları gündeme gelir. İntikam duygusu öykülerde sıklıkla yer alır. O anlardaki insanın acımasız yüzü ve psikolojisi ortaya konur. Kitabın ikinci önemli teması ise toprakların verimsizliği, kuraklığı nedeniyle yaşanan yoksulluk, işsizlik ve çaresizliktir. Tam da buralarda iktidar eleştirisi gündeme gelir. İktidarın, devletin varlığı sadece asayiş olaylarında ortaya çıkmaktadır.
KAHRAMANLAR KÖTÜLERDEN SEÇİLMİŞ
Öykülerin belki de en temel özelliği ve orijinalliği kahramanların kurbanlardan ve iyilerden değil, katillerden ve kötülerden seçilmiş olmasıdır. Eli kanlı katillerin ruh dünyasını ve serinkanlı bir şekilde cinayetleri değerlendirmeleri öyküleri orijinal kılar. Soğukkanlı katiller, haydutlar işledikleri cinayetleri sıradanlaştırıp herhangi bir olay gibi anlatırlar.
Comadres Bayırı kan donduran öykülerden biridir. Bir katilin ağzından anlatılan öyküde, kendisini kardeşinin ölümüyle suçlayan adamı öldüren anlatıcı, Remigo’yu öldürdükten sonra cesedinin başında suçsuz olduğunu açıklar: “Baksana Remigo, bana özür borçlusun çünkü Odilon’u öldüren ben değilim. Bunu Alcarecesler yaptılar. O öldüğü sırada ben oradan geçiyordum, ama onu öldürmediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bunu bütün Alcareces ailesi hep birlikte yaptılar. Gördüğün gibi onu öldüren ben olmadım. Keşke benim bu işe hiç bulaşmadığımı fark etmiş olsaydın.”
Şafakta öyküsünde katil olarak suçlanan Esteban, yanında çalıştığı patronunu öldürüp öldürmediğini bilmemektedir. Talpa’da yine bir cinayet öyküsünü katilin ağzından dinleriz. Bu öldürme, bir hastayı öleceğini bile bile onu yolculuğa zorlamakla gerçekleşir. Anlatıcı olayda hissettiği duyguları dile getirir. Kitaba da adını veren Ova Alev Alev öyküsünde, haydut ve katil kahramanın ağzından Latin Amerika’da yaşayan acımasız dünya aktarılır. Her yeri yakıp yıkan insanlar sıradan bir iş yapmış kadar rahattırlar: “Cuastecomate’yi ateşe verdik ve orada boğa güreşi oyunu oynadık.” Söyle Beni Öldürmesinler öyküsünde yine bir katilin öldürdüğü adamın oğlu tarafından öldürülmesi hikâye edilir. Babasının cenazesini taşıyan oğul ise hiç üzülmez.
Adam, bir öykünün en temel ögeleri olan “atmosfer yaratma” ve “bakış açısı” başarısını yansıtır. İz sürücü, katil ve çoban… Katil bir akşam sadece öldüreceği kişiyi değil orada bulunan herkesi katleder. Bir yandan bunun yanlış olduğunu bir yandan da olayın kendine kazandırdıklarını düşünür. İz sürücü ise yol boyunca katilin yaptıklarını izler, onu nerede ve nasıl öldüreceğini düşünür.
Öykülerde, Latin Amerika’nın iç savaşlar, devrimlerle geçen kaos döneminden sarsıcı insanlık manzaraları sunulur. Kurak, verimsiz arazi âdeta insanları şiddete ve kana yöneltmiştir. Arazinin acımasızlığı insanın içine sızmıştır. Birbirlerini öldürmek için çok temelli bir neden aranmaz. Şiddet ve güzellik algısı neredeyse iç içe geçmiştir: “Oradan San Pedro tarafına yöneldik. Orayı da ateşe verdikten sonra istikametimiz Petacal oldu. Hasat zamanı geldiği için tarlalardaki mısırlar kuru görünüyorlardı ve Ova’nın üzerine bu dönemde esen sert rüzgârlar onları yan yatırmıştı. Bu yüzden alevlerin tarlalardaki yayılışını seyretmek çok güzel olurdu; o yangında neredeyse tüm Ova tek bir kora dönüşür ve gökyüzüne dalga dalga yayılan dumanlar kamış ve bal kokardı, zira alevler şekerkamışı tarlalarına da sıçramış olurdu.” Sıcaklığı şöyle tasvir eder: “İnsan burada konuşurken, ağzının içindeki sözcükler dışarıdaki sıcaklığın etkisiyle ısınıp dilinin üzerinde kuruyor ve nefesini kesecek gibi oluyor.”
ÖYKÜNÜN İYİ BİÇİME DE İHTİYACI VAR
Bize Toprak Verdiler kitabın başarılı öykülerinden. Uçsuz bucaksız kurak bir ovada yürüyen dört kişi kendilerine verilen bu verimsiz arazide nasıl yaşayacaklarını düşünürken içlerinden biri yanında tavukla gezmektedir. Kahraman yanında tavuk taşıma gerekçesini de evde onu besleyecek kimse yok diye açıklar. Bu küçük gönderme aslında öykünün bir ayrıntı sanatı olduğunu izah eder. Kıssadan hisse bu ayrıntıda gizlenir: İnsanlar tavuğu düşünmekte ama hükümetler insanların nasıl yaşayacaklarını düşünmemektedir. Dört arkadaşın kurak arazideki yolculuğunda sıra dışı tek şey birinin yanında tavuk taşımasıdır. Neredeyse her şey atmosfer, çevre betimlemeleri ve diyaloglarla anlatılır.
Çok Yoksul Olduğumuz İçin öyküsünde, yoksulluğun açtığı yaralar anlatılır. Hayatta tek tutamağı ineği olan genç kız onu nehirde kaybedince hayattan büsbütün kopar. Ölen inekten sonra, baba iki kızı gibi bu üçüncüsünün de artık fahişe olacağını düşünmektedir. Luvina, geleni gideni olmayan, çorak toprakların bulunduğu, sadece ihtiyarların yaşadığı köy kendi yalnızlığını yaşamaktadır. Devlet ise burada açlık çeken insanlara yeni topraklar göstermemekte sadece asayiş konusunda ortaya çıkmaktadır. Kuzey Geçidi, işsizlik nedeniyle yaşadığı toprakları terk eden insanların dramını anlatır. İnsanlar çiftliklerden köylere iner, köylerdeki insanlar şehirlere gider ama şehirlere giden insanlar kaybolur, kalabalığın içinde eriyip giderler.
Köpeklerin Havladığını Duymuyor musun? kitabın en güzel öykülerinden biridir. Yaralı oğlunu sırtında taşıyan anne ve onun dramını anlatan öykü, Büyülü Gerçekçilik diyebileceğimiz bir gizemle ilerler: “Ağlıyor musun Ignacio? Seni ağlatan ananın hatırası, değil mi? Ama onun için hiçbir şey yapmadın. Bize hep kötülüğün dokundu. Anlaşılan o ki, senin bedenini sevgi yerine kötülükle doldurmuşuz. Bak, görüyor musun? Şimdi seni yaraladılar. Arkadaşlarına ne oldu? Hepsini öldürdüler.” Öyküdeki “Köpeklerin havladığını duymuyor musun?” sözü, köy yolunda anne ve yaralı oğlu arasında bir leitmotif’tir.
Öykünün sadece iyi bir konuya değil, iyi bir biçime de ihtiyacı olduğu pek çok öyküde örneklenir. Kesme ve bakış açısı değişikliği, bazen de yarım bırakılmış sonlarla parlak bir kurgu ustalıkla sergilenir. Yazar, okurun sezgisini kullanmasını ister ve bu da büyülü bir atmosfer yaratır. Ova Alev Alev öykü türünün parlak örneklerinden biri.
“Sen bize Luvina’yı bırakıp gitmemizi söylemek istiyorsun. Lakin eğer biz buradan gidersek ölülerimiz ne olacak? Onlar burada yaşıyorlar ve onları tek başına bırakamayız.” (Juan Rulfo / Ova Alev Alev)
OVA ALEV ALEV
Juan Rulfo
ÇEV: Süleyman Doğru
DOĞAN KİTAP
Yeni yorum gönder