Franz Kafka'nın ölmeden önce finalize etmeden Max Brod'a teslim ettiği dosyalardan biridir Şato. Sadece roman yarıda bırakılmış değildir, romanın (elimizdeki haliyle) sonundaki nihai tümce de yarımdır. Yarım yüzyılda dünya dillerine yerleşen 'kafkaesk' ifadesini borçlu olduğumuz ana yapıtlardan biridir Şato. Özellikle 'kafkaesk' sözünün mekansal çağrışımları Şato'daki Şato ile cisimleşir. Manasız, tehditkar ve insana yolunu şaşırtan atmosferler için kullanırız 'kafkaesk'i. Televizyon tarihinin en iyi senaryoya sahip dizilerinden biri kabul edilen Breaking Bad (2008- 2013) dizisinde de kahramanımız Jesse Pinkman uyuşturucuların ve gangsterlerin karmaşık dünyasında yönünü kaybettiğinde bir grup terapisi seansı sırasında önce içeriğini tam anlamadan ama giderek bütünüyle hissederek ve idrak ederek 'kafkaesk' sözcüğünü kullanır içinde bulunduğu hali ifade etmek için: manasız, tehditkar ve kafa karıştırıcı, insana yolunu şaşırtan (disorienting). Başbelası patronlar, süper başbelası ve asla ulaşılamayan, herkesin korktuğu büyük patronlar. Gözetlenmeye değer bulunup bulunmadığından dahi emin olamadığın bir gözetleme toplumu şeması.
Şato romanının konusu bir yapıdır. Adı üstünde, konusu Şato'nun kendisidir. Fakat bu sözü çok edilen Şato da nedir allasen? Pek çok nokta belirsiz bırakılmıştır. K. adlı kahramanımızın Şato'nun civarındaki köylerden birine bir gece varıp konaklamaya kalkmasıyla başlar olayların akışı. K. daha köye adımını atar atmaz muhbirlerin ve meraklı bakışların kurbanı olmaya başlar. K.'nın nereden geldiğini ve neden geldiğini asla açıktan öğrenemeyiz. K. sanki biz nereliysek oradan Şato'ya doğru yolculuk eden biridir. Hani belli mi olur, belki de bizim adımıza Şato'yu keşfetmek, veya belki biraz sert ama gerçekte bizim adımıza Şato'yu fethetmek için gönderilmiştir. K., başlarda, Şato'nun içeriğini bilen ve Şato'ya karşı planlarını (bir sabotaj? bir karşı çıkış? bir isyan?) kendine güvenli bir biçimde yanında getirmiş biri gibi konuşur. Fakat Şato'nun iç mantığı zamanla onu esir alır ve motivasyonları da, arzuları da, konuşmaları da, edimleri de manasız, çaresiz, ne idüğü belirsiz ve sonuçsuz bir rotaya girer. Şato denilen bu 'yer' çevresindeki köyle birlikte dünyada bir ada gibi yapayalnız bir köşe midir? Dünyanın geri kalanıyla burası ne kadar bağlıdır? Burada, Şato'da, özel, kendi içine kapalı bir evren, 21. yüzyıldaki Kuzey Kore misali bir devlet mi vardır?
Her konuda sürekli esneklik
Şato'nun daha ilk birkaç sayfada okuru başka bir yaşam mantığının hakim olduğu bir evrenin düşünüşüne çekiverdiği bilinir. Öncelikle anlamda, mekanda, ve anlatıda açık uçluluğa toleransı yüksek olmalıdır okurun. Şato'da her konuda sürekli esneklik esastır.
Şato romanı adı üzerinde bir şato hakkındadır dedik ancak Şato'nun kendisi adı üstünde bir şato değildir. Kafaları karıştırmaya daha bu temel veriden başar Kafka. Şato, daha çok bir kente benzemektedir. Şato ve çevreleyen köyler tipinin, yönetim binalarını da içeren kent merkezi ve çevreleyen yerleşimler olarak karşımıza çıktığını görürüz. Şato'nun sınırları belirsizdir, iç mimarisi belirsizdir, işleyişi net değildir, sürekli git geller içerir.
K., Şato'ya ilk yaklaştığında Şato'yu "tepede açık seçik kenar çizgileriyle" görür. "ne eski bir derebeyi kalesi, ne de bir saraydı; az sayıda iki katlı, buna karşılık çok sayıda alçacık binadan oluşup geniş bir alana yayılmış, birbirine pek yakın bir yapılar topluluğuydu. Bir şato olarak bilinmese, küçük bir kent gözüyle de bakılabilirdi." K. uzaktan Şato'ya bakınca tek bir kule de görür ancak bu kulenin ne olduğunu asla öğrenemeyiz. Bu kule bir hedef olmaktan kısa zamanda düşer, sislere karışır ve kahramanımız ufak tefek memurların, dedikoducuların, entrikaların oyuncağı olur. Tüm binaların taştan olduğunu da öğreniriz, bir dayanıklılık, sağlamlık metaforuyla tanıştırılıyormuşcasına. Roman ilerledikçe Şato'nun konturları dahi silikleşir. "Kenar çizgileri eriyip dilinmeye yüz tutmuş şato, her zamanki gibi suskun duruyordu" diye tarif edilir K. tarafından. Genel izlenimler dışında şato hakkında çok az somut mekansal veri vardır. Bir avludan haberimiz olur, bir de evrak işlerinin görüldüğü bölmelerden, ve bir iki ufak tefek yapı parçasından. Zaten bütün mesele de belli ki buradadır: dışarıdan baktığımızda Şato az çok belirgindir, içine girmeye başladığınızdan ele avuca sığmaz, bir türlü tam kavranamaz olur, biraz daha yaklaştığınızda, parça parça da olsa, büsbütün anlaşılmaz olmaktan uzak olduğunu fark edersiniz. Değil mi ki belirli odaları, belirli düzenleri, habercileri, memurları, temizlikçileri vardır. Kimbilir belki de Şato son derece başı sonu belli, dış dünyayla bağları güçlü, iç işleyişi tıkır tıkır bir yerdir de bizim kahramanımız K., önemsiz biri olduğu kadar aynı zamanda da 'kafkaesk' bir karakter olduğundan, yolunu şaşırmış, çaresiz, çevreye rahatsızlık veren tehditkar ve manasız hareketler içerisinde biri olduğundan, çevresini de kendi gibi bilmekte ve güzelim "taş gibi" Şato'yu arapsaçına dönmüş bir belirsizlikler şatosu olarak bize anlatmaktadır!
Hem Şato romanının mimariye en somut esinlerden birini verdiğini Katalan mimar Ricardo Bofill'in Şato'ya referansla Barcelona dışlarında gerçekleştirdiği apartmanlarda (1968) görmüyor muyuz? Şato insanlararası ilişkilerin gitgellerine bizi romanında yavaş yavaş çeker. Önceleri K. ile özdeşlik kurmak kolaydır. K., bizler gibi aklı başında bir insandır. Şato ve çevresindeki köyde yaşayan tuhaf, gaddar ve itaatkar insanlara benzemez. Onların ezikliklerini aşıp hedefine kuşkusuz ulaşacaktır (aynen biz olsak bizim de ulaşacağımız gibi). Gelgelelim, mekan kendi mantığını sızdırır girene. Bir kez Şato'ya yaklaşmaya görsün kişi, artık Şato gibi düşünmeye başlamıştır bile. Şato, bir mekanın içine girecek olanı nasıl atmosferinde biçimlendirebileceğinin uç gibi görünen fakat bir o kadar da anlaşılır ve tanıdık bir örneğidir edebiyat tarihinde. Elbet okurken acaba ben de bu Şato ahalisi kadar absürd kurallara sadık toplumsallıklar içinde sanki olağandışı hiçbir şey yokmuş gibi davranarak yaşayan, birbirine karşı acımasız insanların yönergelerine birebir uyum sağlamayı en sağlıklı yol addeden, kendi itaatkarlığında karakter, ezikliğinde özgünlük bularak böbürlenen biri olabilir miyim diye sordurur okura. Acaba tam da K. bize benzediği için mi baştan makul biri gibi gözükmüştür ancak "şatosunun derinlerine indikçe" ne menem bir kepazelikten ibaret olduğu, nasıl tek bir elle tutulur yanının kalmadığı anlaşılmıştır? İronik roman dili nihilist çukura korkmadan adım adım inmemizi sağlar. Öyle ya, ayağımızı boşa atmak istemeyiz...
Bütün bunlar deney olmasın?
K., Şato yolunda karşılaştığı insanları mantık oyunlarıyla dize getirmekten hızla onların mantık oyunlarında yitip gitme çizgisine yuvarlanır. Zaman zaman düşüşünü kendisi de farkeder. Hem K. değil midir Şato'ya kimseye açıklama gereksinimi bile duymadığı asil bir amaçla, özel bir görevle gelmiş olan? Yoksa böyle bir şey yok mudur? Acaba K. Şato'ya çağırılmış bir kadastrocu mudur gerçekten de? K. dışarıdan kendi mantığıyla kapalı bir yere gelip de orasıyla savaşan biri midir? Yoksa önemsiz, şaşkın, hatta kimbilir belki akli dengesi bozuk bir Şato sakinidir de zavallıcık kendisini dışarıdan gelmiş biri mi sanmaktadır? Veya Martin Scorcese'nin Shutter Island (2010) filmindeki gibi bütün bunlar bir psikiatristin deneyleri olmasın?
Şato romanı, uzun diyaloglar ve nefesli argümanların yarıştırıldığı, kazananın ısrarla belirsiz bırakıldığı çatışmalarla doludur. Bununla beraber, sık sık kaybedenlerle karşılaşırız. Konuşanlar konuştukça birlikte çuvallamaktadırlar. K., sanki bir yerlere tutunmak arzusunu o da hissediyormuşcasına, somut herhangi bir mekan yakaladı mı oraya tüm gayretiyle asılır. Oradan oraya sürükleniyor gibidir, oradan oraya düşüyor da olabilir. Eğer çıkılabilseydi Şato'ya, oradan oraya çıkıyor diye de düşünebilirdik. Kuşkusuz Şato, K. gibi bir sıradan figürün kafasına her estiğinde tırmanabileceği bir yapı olarak düşünülemez elbet. Ki düşünülebilseydi K. bu tırmanma fırsatını kaçırmaz tutunduğu her dala yapışırdı, muhtemelen. Nitekim Şato'nun kritik elemanlarından olduğuna inandırıldığımız Klamm'ı kıstırabilme ihtimaline güvendiği avludaki tavırları böyledir mesela, K.'nın. Avlu, bir hayalkırıklığı mekanı olacaktır belki günün sonunda ama, başlangıçta K.'nın en yüksek umutlarını taşır. İnisiyatifi ele alabileceği duygusu da verir K.'ya. Bu da birden mekanı güzel ve huzur verici olarak görmesiyle, detaylara ilgi göstermesiyle, 'tutunması'yla sonuçlanır. K. "holde kapıya yönelecekken, otelin içerlerine vurdu ve birkaç adım sonra avluya geldi. ne kadar sessiz ve güzel bir yerdi burası. Dört köşe bir avluydu: üç yanını otel çeviriyor, yoldan da -K.nın bilmediği bir yan sokaktı- beyaz bir duvarla ayrılıyordu ve o sıra açık duran pek büyük, hantal bir kaıyla donatılmıştı duvar." Avluda Klamm'a pusu kuran K.'ya her şey temiz ve beyaz badanalı, belirgin ve düz çizgilerle sınırlanmış görünür.
Şato, zihinsel mekanla fiziksel mekanın iç içe geçmiş bir tuzak olarak nasıl iyi çalışabileceğini süreci bizzat deneyimleterek gösteren benzersiz bir yapıdır. Tabii eğer zihinsel mekanla fiziksel mekanın içiçe geçmesi en ufak şekilde mümkünse! Hoş, Şato'nun tamamlanmış bir yapı olup olmadığını da hiç bilemeyiz ya. Tek bilebildiğimiz Şato romanının yarım bırakılmış bir tümce ile kapandığıdır. Max Brod'a teslim edilen elyazmasıyla yazarın daha uğraşmak isteyip istemediğini kim bilebilir? Ki istese de, belki de artık Şato o kadar flulaşmıştı ki gözlerinde, ne K. ne de yazar onu pek seçemiyorlardı...
Finalize etmek ne yahu? O kelimeyi okuyunca bıraktım okumayı kusura bakmayın!
Yeni yorum gönder