Hakan Bıçakçı'nın birinci sayımızda yer alan "Sevgililer Günü" yazısı:
Bir Sevgililer Günü çılgınlığını daha geride bıraktık. Dünyanın tüm aşıkları zorlu bir deneme sınavından daha geçti. Klişe görseller listesinde içi en çok boşalarak birinciliğe yükselen kırmızı kalpler, ışıklı vitrin camlarından kazınıp kaldırım kenarlarına atıldı bile.
Manevi zenginliğin sembolü olan kalpler, türlü ucuzluk ve indirim haberini destekledi durdu haftalar boyunca. Şimdi de ayaklar altında... “Bu kalp seni unutur mu?”cümleleri çöp konteynırlarının dibinde. Devrik aşk tanrıçalarının, kafası kopmuş Eros’ların, “fırsat-özel-aşk-indirim-ayrıcalık” kelimelerinin yanında, çöp sularının dibinde. Her şeyin günü sinirimi bozuyor ama Sevgililer Günü özel günler arasında en gıcıklandırılmış olanı sanırım. Bu özel gün, sevgilisi olanları aşkının büyüklüğü oranında kredi kartına peşin fiyatına borçlandırır; sevgilisi olmayanların yalnızlığının üstünü pembe fosforlu kalemlerle çizer. Aşk iktidara gelir. Kapitalizm aşka gelir. Kalbi dolu olanın cebi de dolu olmalıdır. Kalbi boş olan, 14 Şubat mağazasının kuru kalabalığı, aşk endüstrisinin defolu malıdır.
Sevgililer Günü’ne üç gün vardı. Şehir kalp istilasına uğramıştı. Ortalık aşk içinde kalmıştı. Sevgi arsızı reklam panolarının arasında ilerleyen taksinin arka koltuğundaydım.
Dinlediğimiz radyonun dj’i de bir sevgi kelebeğine dönüşmüştü. Şoför, yaşı 25-30 arası kendi halinde bir adamdı. Derin bir iç çekip “Off abi ya, Sevgililer Günü geliyor” dedi. “Sorma” diye cevapladım.
Ancak ikimizin derdi başkaydı. “Üç gün içinde 300 lira bulmam lazım” diye kıvranarak sıkıntısının kaynağını açıkladı. Hediye alacakmış. Gerçekten bunalmıştı. Dj’se halden anlamıyordu, “Sıradaki parça tüm aşıklar için gelsin” diye bağırdı içeri.
Ertesi gün, yirmili yaşlarının sonunda bir genç kız olan akrabamın Facebook duvarında şu cümleyi gördüm: “Sana inat coşkuyla geçireceğim o günü 14 Şubat, çünkü benim koskocamaannn bir ailem var.” Sevgililer Günü gerilimi tırmanıyordu. Sevgilisi olana ayrı, olmayana ayrı ıstırap olmuştu 14 Şubat. Herkes tezgâha gelmişti. Kalp şeklindeki tezgâha.
Sevgililer Günü yaklaşırken her firma aşıkların bir ucundan tutmaya çalışır. İlişkiye sponsor olmak ister her marka. Aşk, işleri açmak için sihirli bir bahane. Kitapçılar aşk kitaplarını vitrine taşır, butikler sevgililere özel indirim yapar, restoranlar romantik gecede sürümden kazanmak için fiyat kırar; kredi kartları, mobilyacılar, telekomünikasyoncular, kuyumcular, çiçekçiler, tur şirketleri, oteller aşıklar için seferber olur. “Ona özel” diye paketlenen ürünler, yurt geneline dağıtılır. Her sevgilinin “bir tane”sine birer tane düşer. Zamane aşıklarının beklentileri seri üretime bağlanır. O özel gün için kalp görseli basan bir matbaa hayal edin. Sanayi mahallesinde, havasız, izbe, karanlık bir matbaa... Eşit aralıklarla kalp basan makineye yakından bakın. Gözünüzü ayırmadan sabırla izleyin. Sinirleriniz bozulana kadar. Ortamdaki kimyasal kokuyu içinize çekin. Karşınızda gerçek aşkın perde arkası...
Adorno kitle kültürünün eroin gibi olduğunu söyler. Çünkü bir gereksinimi karşılayacak gibi görünür fakat sadece geçici bir rahatlama sağlar ve bizi daha fazlasını istemeye sevk eder. “Kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar, bizi pohpohlarlar; genellikle zekamız dolayısıyla bizi pohpohlayan mesajlar içerir gibi görünürken, aslında bir emniyet sübabı gibi çalışarak her tartışmayı denetimi altında tutar” diye devam eder. Hediye paketleri açılırken, çiçekler koklanırken, şampanyalar patlarken geçici bir rahatlama yaşar çiftler. Aşkları resmi bir kurum tarafından onaylanıyordur sanki. Kafkaesk ulaşılmazlığa sahip bir onay merciidir bu. Ancak rahatlama kısa sürer. Sonra daha fazlasını isterler. Aşkın, sevginin daha fazlasını. Bir duygunun artması anlamında değil, muğlak bir hissin köpürtülmesi gibi bir taleptir bu. Niteliksel değil, tamamen niceliksel bir arzu... Tek taş alan kadın yıllar içinde taşın büyümesini ister. Aşk enflasyon karşısında değer kaybetmemelidir. Daha doğrusu yeni dünya ondan böyle düşünmesini ister. Adam taşı büyütür. Aşkları büyür sanırlar böylece. Hayalet kurumun pembe renkli ideal çiftler dosyasına girerler. 14 Şubat için kitapçı vitrinlerine taşınan eserler arasında Adorno’nunkiler olmadığından belki de.
Bir 14 Şubat daha geride kaldı. Aşk endüstrisinin, iletişim çağının sevgisiz bireyleri üzerinde kurduğu korku imparatorluğu bir kez daha zirve yaptı. Hiç yoktan binbir türlü suçluluk duygusu yarattı. Herkesi kendince ürküttü. Aşksız kalmaktan, aşkına hak ettiği değeri verememekten, aşk bürokrasisinin pembe renkli ideal çift dosyasına girememekten, deneme sınavını geçememekten...
Taksi şoförü 300 lira bulamayacağım diye tedirgindi, akrabam yalnız kalacağım diye. İkisi de Sevgililer Günü’ne söyleniyordu. Sanki öyle bir şey gerçekten varmış ve bizi yönetiyormuş gibi... Aşk endüstrisi bir tür siyasi parti. Törenlerine bağlı. Klişelerine sadık. Muhafazakâr kanatta. Amblemi kırmızı kalp, sloganı “Sevgililer Günü’ne özel fırsat!”, bütünleştirici söylemi “taksit”...
Yeni yorum gönder