İsmail Karakurt’un dördüncü şiir kitabı Çiçekli Yazma’yı değişik hislerle okudum. Dokuz yıl sonra gelen bir kitap Çiçekli Yazma. Simurg, Mahrem Mecazlar ve Çocukluğum Bir Çocuk kitaplarından sonra Karakurt, sözünü ve hayatını yoğuran inceliklerin içinden konuşmaya devam ediyor bir bakıma. Mahrem Mecazlar kitabında Karakurt’un şu dizesinin altını özellikle çizmiştim: “Yüzüm bozkır fihristi” (Nisan Güzellemesi)
Bu dize belki de Karakurt’un saf ve berrak bir aynadan baktığı şiir dünyasının en net fotoğrafını sunuyor bize. Çiçekli Yazma, bir bozkır fihristi olan o yüzün aydınlığında görülen/yaşanan bir hayatın dekorlarıyla dolu.
Dünyayla bir kavgası, bir alıp veremediği yok şairin. Tıpkı kitabın adı gibi aşkla, sevdayla, gurbetle, hüzünle ve masumiyetle yoğrulmus bir iç dünya denizinde dolaşıyoruz kitap boyunca. Projektörün ışıkları şairin gözlerinden hayatın tam içine doğru tutulmuş. Onun kavgası bakıştaki zerafeti örseleyen, insanı kendine ve dünyaya yabancılaştıran oyunlara karşı vaziyet alma şeklinde tavsif edilebilir belki de: “Yıldızı hiç gülmemiş çocuklar/Ne çok savaş/Yeryüzü ne çok kan” (Münacat)
Eski şiirimizdeki klasik divan tertibiyle başlıyor kitap. Şiiri bir köke bir geleneğe eklemleme bağlamında önemli bir tavır bu. Nefes bölümündeki şiirler, Münacat, Naat ve Hazreti Ali’ye, Hızır’a dair yazılan dizelerle taçlanmış. Bir kabullenişle başlıyor Münacat şiiri: “Her yer çiçek tarlası olmaz, bilirim” (Münacat, s.13) Bu kabulleniş, şairin tarihten, ülkelerden, Islam şehirlerinden başlayarak var olan kayıtsızlığa, hafızasızlığa dair getirdiği örtük eleştirilerle devam ediyor. Tarihinden sürgün edilmiş bir insan prototipi var ortada. Her şey bozulmaktadır. Karakurt yakarışına bunu katar: “Her şey bozulmasın Tanrım” (Münacat, s.13) Hz. Peygamber’e duyulan muhabbeti, kişisel tarihiyle yoğurup özlü bir dille aktardığı dizeler, Karakurt’un şiir dilindeki rafine söyleyişi örneklemesi bakımından oldukça önemli: “Zakkumlar içinden geçtim/Binbir esma okudum/Salavat getirdim aşkla” (Gülün Çevresinde Naat, s.16)
HAFIZASIZLIĞA ELEŞTİRİ
Sezai Karakoç’un Çocukluğumuz şiirini hatırlatan Ali başlıklı şiir ise, ruh köklerimizin mayalandığı kaynakları ne güzel örnekliyor: “Zülfikâr cenkleri Yasin tütsüleriyle/Gönül tamircisi bir Ali” (Ali, s.17) Karakurt’un “Gide gide bu ülkenin şiirine varırsın” dediği yere baktığımızda ise orda Hızır’ı görüyoruz. Hızır’la buluştuğu bir yer vardır her zaman insanın, buluşup ayrı ayrı yönlere gittiği bir yer. O yerin adı genel anlamda dünyadır aslında. Karakurt’un şu dizesini şairin dünyayla ve dolaşıyla yaşamakla kurduğu ruhsal bağın bir işareti olarak alabiliriz: “Alacağım bir şey yok dünyadan, üflesen dağılacagım” (Hızır’la Bulusmak, s.19)
Nefes başlıklı şiir, Karakurt’un Tanrı’yla kurduğu bağı kişisel bir menkıbe üzerinden, yürüyüşleri, arayışları çerçevesinde anlattığı güzel bir şiir. Hem tekke şiirimizdeki nefesleri andıran bir söyleyiş sadeligi hem de arayışın dürüst ve rol yapmayan içtenliği, bu şiirde ilk dikkat çeken detaylar. “Çiçek açtım, gök sustum, ateş bastım” diyor şair ve şiirin sonunda şöyle sesleniyor Tanrı’ya: “Sonunda Tanrım, en sonunda/
Çamuruma üflediğin soluktan/Nefesler içinde bir nefes söylettin bana” (Nefes, s.23)
KEDER ORTALIKLIĞI OLARAK ŞİİR
Çiçekli Yazma bölümündeki şiirler, yukarda andığım insan ve tabiat arasındaki içsel bağların kıyılarında geziniyor. Halk kültürüyle doğanın birlikte ördüğü muhkem bir yapıdan söz edebiliriz burada. Sözcükleri kederden yonttuğunu söyleyen şair, eski bir yağmura susmaktadır. Kuş dili bilmez, rüyaları yorumlamaya gücü yetmez. Bir gurbetin içinden yani dünyanın içinden seslenmektedir: “Aynı şeyi okuyorum gurbetlerden/Nasılsa her yerde aynı okunuyor yara” (Çiçekli Yazma, s.27) Şairin arayıp durduğu kelime belki de saflıktır. Kaosa karsı sadelik, gürültüye karşı ise sessizlik. Karakurt arayıp durduğu saf masumiyeti ise “ceylan” imgesiyle somutlaştırmaya çalısır. Ceylan sözcüklerin arasında bir merhamet remzi gibi sekip durmaktadır.
Karakurt, özel isimleri kullanmaktan çekinmiyor yazdığı şiirde. Hepsi de kurduğu içsel dünyanın işaret taşlarına dönüşüyor bu isimler. Hem bir kader hem de keder ortaklığı kuruyor bu özel isimlerle. Gerçekliği kendi saf aynasında dönüştürürken yaşlandığı bu isimlerin hem müziğe hem şiire dair önemli bir poetik çerçeve çizdigini söyleyebiliriz: “Tanrım, içli bir şarkı çalıyor sokakta/Biraz Feyruz/Yoldan geçen Ümmü Gülsüm biraz da” (Az Misafir, s.65) Yahya Kemal, Neşet Ertaş, İlhan Berk ve Necatigil, Karakurt’un şiirine taşıdığı şairler. Bahsi geçen şairler bağlamları içinde şairin dile yüklediği anlamlarla birebir örtüşüyor. Bir söyleşme havasından söz edebiliriz burada, nitekim Karakurt’un yazdığı şiir konuşma dilinin doğallığı içinde bir sohbet havasıyla mündemiç. Şairin Türkçe vurgusunu da hem konuştuğu hem düşündüğü dile dair bir vefa borcu olarak okuyabiliriz: “Her bahar Türkçeye, aşkla/ Türkçe yağan kar ben olsaydım” (Türkçe Kar, s.120)
ÇİÇEKLİ YAZMA
İSMAIL KARAKURT
HECE YAYINLARI 2018
Yeni yorum gönder