Papağanlardan ne farkımız var ki? Dil dediğin koskocaman bir taklit sistemi; hepimizin her an içinde olduğu, yeniden yeniden yaratıp tekrarladığı. Hal böyle olunca edebiyat da dil içindeki kocaman bir taklit havuzudur diyebiliriz pekala; yazarın içinden çekip çıkardığı balıklarla başka başka yemekler pişirdiği… Gelin görün ki bu yemekler kimi zaman başkalarının yaptığına çok benzer, hem de fena halde benzer. İşte biz bu fena halde benzemeye literatürde intihal diyoruz, öztürkçesiyle de söylemek gerekirse düpedüz çalıntı… Lakin burada konunun ortasına çalıntı kadar çirkin olmayan hatta bilakis çok güzel olan başka bir kelime girer: Esin. Evet bu perili kelime meselenin doğasına değiştirir, kelimenin yanında dolaşan peri, edebiyatın büyülü varoluşunun eşlikçisidir çünkü. Fakat heyhat, esinle çalıntı arasında çok ince bir çizgi vardır. İşin, en azından okur için eğlencesi, oyunu da biraz burada gibidir.
Esinlenme mi? Ya da ne kadarı öyle, ne kadarı böyle? Kimisinde koca koca paragraflar, cümleler; kimisinde imgeler; kimisinde başlı başına kurgunun kendisi ya da kahramanların hali pür melali benzetilir, karşılaştırılır. Ve tartışmalar uzar gidersin. O kadar çok yazar ve eser vardır ki bu tartışmaların içinde, edebiyat tarihine intihal gözüyle bakacak olursanız, yazılı kültürün başladığı yerden günümüze gelmeye ömürümüz yetmez. Dünya edebiyatına damgasını vuran nice nice intihal suçlamalarından başını alamamıştır. Sonuçta ise ister intihal olsun, ister bir parça ayarı kaçmış esinlenme, iyi olanın, kalplere seslenenin hep kazandığını görürüz. Okları takip edin, elinizi vicdanınıza koyup yüreğinizin sesini dinleyin!
(İmajı üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.)
Yeni yorum gönder