“Naziler her tarafta insanları katlederken, Almanlar nasıl bir kenara çekilip oturabildiler ve sonra da haberleri olmadığını söyleyebildiler? Bunu nasıl yaptılar?” Bu sorular, tarih dersinde İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla Naziler işlenirken, o dönemde neler yaşandığını öğrenen bir lise öğrencisinin sorduğu sorular... Haksız değil elbette. Cevaplaması kolay olmayan bu sorulara, öğretmeni şöyle karşılık veriyor: “Size bütün söyleyebileceğim, Nazilerin çok organize olduğu ve onlardan çok korkulduğu. Alman nüfusunun geri kalanının [bütün Almanlar Nazi değildi] davranışı anlaşılır gibi değil – neden durdurmaya çalışmadılar, nasıl olup da bilmediklerini söylediler? Bunların yanıtlarını bilmiyoruz.”
California’daki bir lisede tarih öğretmenliği yapan Ben Ross, Nazi Almanya’sı dönemiyle ilgili öğrencilerinin sorduğu bazı sorulara yanıt vermekte güçlük çeker. Daha doğrusu, verdiği cevaplarla öğrencilerini ikna edemez; evet, Nazilerin yaptıkları bir gerçek olarak ortada durmaktadır ama mantık dışı görünmektedir öğrencilerin gözünde. Bunun üzerine Ben Ross, birkaç gün sonra bir deneye girişir. Öncelikle tahtaya “DİSİPLİN ARACILIĞIYLA GÜÇ” yazarak sıkı bir disiplin uygulaması başlatır sınıfta, disiplinin güç yaratacağını kanıtlayacağını söyler; öğrencilerin oturuşlarına el atar mesela, bir öğrenciyi yanına çağırıp nasıl oturması gerektiğini öğretir: “‘Herkesin, Robert’in bacaklarının ne kadar paralel olduğunu görmesini istiyorum. Ayak bileklerini sabitlemiş, dizleri doksan dereceyle bükülmüş. Bakın, omurgası ne kadar düz. Başı yukarıda, çenesi içeride. Çok güzel Robert.’ Sınıfın budalası Robert, başını kaldırıp öğretmenine baktı ve hafifçe gülümsedi. Sonra dimdik oturmaya devam etti. Sınıfta diğer çocuklar onun gibi yapmaya çalıştılar."
Giderek daha da otoriterleşen Ben Ross, bir süre sonra sınıfındaki öğrencilerinin –ilginç bir şekilde– son derece itaatkar davranmaya başladıklarını fark eder; deneye devam eder, talimatlarını sürdürür, “emirleri bir öğretmenden çok, bir eğitim çavuşu gibi veriyor”dur artık. Bir şekilde bu atmosferden, sınıftaki “enerji”den etkilenen öğrenciler, ders dışında da bu disiplini uygulamaya yönelirler. Öğrencilerin “heves”i her geçen gün artar; ilerleyen günlerde bu “akım” bir isme ve işarete de (Dalga) kavuşur, üyeler birbirlerine özel bir selam vermeye başlar, sloganlar hep birlikte coşkuyla tekrarlanmaktadır: “Disiplin Aracılığıyla Güç, Toplum Aracılığıyla Güç, Eylem Aracılığıyla Güç.” Lise öğrencilerindeki bu hareketlilik (“Dalga olarak, iyi yağlanmış bir makine gibi birlikte hareket etmelisiniz”), bir süre sonra elbette “istenmeyen” olaylara da neden olacaktır; Ben Ross, bir canavar yaratmıştır adeta...
Todd Strasser’in Dalga isimli romanındaki bu hikaye, aslında gerçek bir olaya dayanıyor. 1967 yılında, California’daki bir lisede Karşılaştırmalı Dünya Tarihi dersi veren Ron Jones, gerçekten de böyle bir “deney” yapıyor. Amacı, Nazi Almanya’sındaki atmosferi, öğrencilerine “uygulamalı” bir şekilde anlatmak; onlara –kelimenin diğer anlamıyla– bir “ders” vermek... Ancak haftası dolmadan, deneyi daha beşinci gününde sona erdirir; bitirmek zorunda kalır çünkü öğrencilerin bu akıma sadakati onun kontrolü dışına çıkmaya başlamıştır... Bu kadar kısa bir süre içinde işlerin kontrolden çıkması gerçekçi gelmemiş olabilir. Hatta bu durum liseli gençlerin heyecanına verilebilir, gençlerin “oyun”u biraz fazlaca ciddiye aldıkları söylenebilir ama benzer bir deney koca koca adamlarla yapıldığında da sonuç değişmemiş...
Otorite-itaat
Mario Giordano’nun Deney adlı romanı da, Todd Strasser’in Dalga romanı gibi gerçek bir deneyin hikayesine dayanıyor. “Denekler Aranıyor” başlıklı bir ilan yayımlanır gazetede; sosyal bilimler alanında yapılacak “hapishanede yaşam” konulu bir deney için on dört günlerini, sahte bir hapishanede gardiyan ya da mahkum olarak geçirmeye hazır yirmi erkek aranıyordur. Deney sonuçları, hapishanelerdeki insan ilişkileriyle ilgili araştırmalarda değerlendirilecektir. İlana başvurup seçilen bir grup sıradan insan, yaratılan bir hapishane simülasyonunda mahkum ve gardiyan olarak ikiye ayrılır, ancak çok kısa bir süre içinde kendilerini rollerine öylesine kaptırırlar ki, "mahkumlar" firar etmenin yollarını aramaya, "gardiyanlar" ise sükuneti sağlamak adına şiddete başvurmaya başlar. Deney ölümcül bir gerçeğe dönüşür...
Bu sefer bir üniversitenin deneyi söz konusunu olan: 1972 yılında Stanford Üniversitesi'nde hapishanenin insan psikolojisine etkisini araştırmak için gerçekleştirilen ama kontrolden çıkarak altıncı gününde bitirilmek zorunda kalan Zimbardo Deneyi'nden esinlenerek yazılmış Deney. Görüldüğü gibi, amaçlar farklı olsa da, benzer bir şekilde planlanandan daha erken bitirilmek zorunda kalınmış iki deneyin hikayesini anlatıyor Dalga ve Deney romanları. Otorite- itaat ekseninde, kısaca, insanın içindeki kötücül karakteri açığa çıkaran deneyler (burada Milgram Deneyi’ni de hatırlatabiliriz)...
İki kitabı karşılaştırdığmızda ise, Deney romanının bir adım daha önde olduğunu söyleyebiliriz. Evet Dalga akımında belki her şey inanılmayacak derecede çabuk olup bitiyor ama bu gerçek olayı romanlaştırırken yine de “aceleci” davranılmayabilirdi. Deney romanındaki gibi işin psikolojisi biraz daha irdelenebilir, karakterler biraz daha derinleştirilebilirdi. Bunun sebebini Dalga romanının bir genç-yetişkin romanı olmasına mı bağlamalıyız? Kitabın Türkçe baskısının herhangi bir yerinde özellikle belirtilmemiş ama Todd Strasser’in romanı, birçok yabancı kaynaklarda bir gençlik edebiyatı eseri olarak geçiyor (üstelik zamanında, çocuk ve gençlik edebiyatı dalında bir ödül almış). Ya da bunu, kitabın 1981 tarihli olmasına da bağlayabiliriz; ne de olsa artık günümüzün gençlik edebiyatı örnekleri, birçok yönüyle kimi yetişkin romanlarının çok ötesine geçmiş durumda...
* Görseller: Kaan Bağcı, Jack Lammas
Yeni yorum gönder