"Dedem, zamanında şuradan iki üç arsa alsaydı…" Pek aşinadır kulaklarımız böyle başlayan cümlelere; hatta kimi zaman, yarı şaka yarı ciddi, biz de dillendirmişizdir. “Her şakanın altında bir gerçek vardır”ın boşuna söylenmediğini düşünürsek de, yarı şaka yarı ciddi başlayan bu konuşma ciddiyete biraz daha yakınlaşabilir hatta... Dolayısıyla, masum değiliz hiçbirimiz! Değiliz çünkü o şekilde başlayan cümlenin devamı, mesela, şöyle değildir çoğunlukla: “Dedem, zamanında şuradan iki üç arsa alsaydı, şimdi ne güzel organik tarım yapardık.” Çünkü o şekilde başlayan bir cümle kurarken muhtemelen konutlar, iş yerleri vb binalarla tıklım tıklım dolu bir bölgeye bakıyoruzdur. İç çekmemize neden olan manzara odur... Hani eskiden hep tarladır oralar... Dedemiz alsaydı zamanında; tarla, bağ, bahçe, bostan olarak korurduk tabii ki bugüne kadar! İşte bu son cümle de yarı şaka yarı ciddi yazıldı aslında, ama gerçekten de bağ, bahçe, bostan olarak koruyacakların varlığının ümidiyle yine ciddiyete biraz daha yakın bir şekilde...
Dünden bugüne her şehir değişiyor hiç kuşkusuz ama sanırım hiçbiri İstanbul’daki değişim/dönüşüm kadar hızlı olmuyor ve hoyratça... Sermet Muhtar Alus’un İstanbul Kazan, Ben Kepçe kitabını alıyoruz mesela elimize. İstanbul’u temel alan bir gündelik hayat ve sosyal tarih ansiklopedisi niteliğindeki “Sermet Muhtar Alus Kitapları”nın ilki olarak yayımlanmıştı 1995’te İletişim Yayınları tarafından. Şöyle tanıtılıyor kitap: “Sermet Muhtar Alus, 1938 ile 1939 yıllarında Akşam gazetesinde yayımladığı yazılarda, işittiği, yaşadığı dönemin İstanbul semtlerini konu ediniyor. Bir rehber misali önümüze düşen Alus, Taksim’den Şişli’ye, Aksaray’dan Bayezit’e, Haliç’ten Topkapı’ya yürürken, Boğaziçi’nde gezinirken, Adalar’da tur atarken, tatlı diliyle insanları, konakları, köşkleri, yalıları, camileri, kiliseleri, tiyatroları, kahveleri, meyhaneleri vb anlatıyor. Eski İstanbul’un bir gezi rehberi olan İstanbul Kazan, Ben Kepçe’yi okurken hem zevk alacak hem de kaybolanlara hayıflanacaksınız.” Abartısız bir tanıtım metni olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de tatlı diliyle zevkle okuyoruz Sermet Muhtar Alus’u ama bir yandan da gerçekten hayıflanıyoruz kaybolanlara. Bu arada “kaybolmayı” da, yalnızca “yok olmak” anlamında kullanmamalıyız belki de. Örneğin üniversite zamanlarımda, “Beyazıt’tan Aksaray’a” çokça yürümüş olmama karşın, Laleli’deki, Mimar Kemalettin Bey’in yaptığı Harikzedegân Apartmanları’nı (namı diğer Tayyare Apartmanları), Sermet Muhtar Alus’un kitabındaki aynı başlıklı bölümü (“Beyazıt’tan Aksaray’a”) okuduğumda “görmüştüm.” Kitaptaki fotoğrafta etrafının “dağ taş bayır” olması nedeniyle “ihtişamla” yükselen Harikzedegân Apartmanları, yok olmasa da, bugünlerde etrafındaki diğer apartmanların gölgeleri altında “kaybolmuş” durumda. (Gerçi, Tarihi Yarımada içinde yapılan ilk apartmanlar olan Harikzedegân Apartmanları da iyi mi olmuş, kötü mü tartışmalı...) Ancak şunu kabul etmek gerekiyor, her ne kadar Sermet Muhtar Alus’un kitabı bir gezi rehberiyse de, aslında eski İstanbul’un gezi rehberi. Bir başka deyişle, daha fazla hayıflanmamak için ve daha akıllıca olanı, elimize daha yakın tarihli bir gezi rehberi alarak İstanbul’u dolaşmak. Mesela –aslında hemen akla geleceği gibi– Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi’yle...
"Kaybolanlar"
“Kaybolan çok şey olduğunu biliyorum, ama her yerde çok şey kaybolur. Öte yandan, belki Lavoisier burada geçerli sayılabilir. Bir biçimde kaybolan, belki başka bir biçimde yaşamaya devam ediyordur.” İstanbul’dan söz açmanın kaçınılmaz sonucu, Murat Belge de İstanbul Gezi Rehberi’nin başında “kaybolanlar”dan bahsediyor. Yine de, nefes alınabilecek aralık bir kapı bırakarak yapıyor bunu; işte o aralık kapıdan çıkıp İstanbul’u zevkle gezmek istersek, İstanbul Gezi Rehberi, çoğu tavsiye listesinin ilk sırasında yer alacaktır. Ancak mimariyle, estetikle belki de hiç olmadığı kadar yakından ilgilendiğimiz şu günlerde, Murat Belge’nin gezi rehberiyle ilgili dikkat çekilecek bir taraf da var. Belge’nin de belirttiği gibi, sanat tarihi ve mimarlık tarihi konularına çok az girilmiştir İstanbul Gezi Rehberi’nde; izlenen rotadaki mimari ayrıntıları kaydetmek bir anlamda gezen kişiye bırakılmış, Belge daha çok, söz konusu yerlerde geçen olaylarda odaklanmış ve mekanlarla ilgili kişiler hakkında hikayeler anlatmıştır...
Ancak bu noktada, işin mimari/sanat tarihi tarafıyla ilgili de başka bir İstanbul kitabını ön plana çıkarabiliriz; Haldun Hürel’in İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık! isimli çalışması.
Sanat tarihine düşkün olduğunu her fırsatta dile getiren Haldun Hürel, İstanbul’u adım adım gezerken bu bakış açısını korumuş. Kitabına aktarırken de, mesela, karşılaştığı birçok eserin resimlerini veya bunlara ait ayrıntıları çizmiş; anıtsal önemde ve büyüklükte külliyelerden basit, kimsesiz bir sokak çeşmesi kalıntısına, izbe bir revaklı avlunun tipik kemer tasarımından birkaç taşı kalmış Bizans sarnıcı parçasına dek... Şöyle açıklamış Haldun Hürel: “Tabii ki bu resimler, ayak üstü, hatta bazen yürürken çabucak karalamak zorunda olduğum çizimlerdi. Bu çizimleri daha sonra, üstlerinden çini mürekkebi ile geçerek yeniden düzenledim. Bunun böyle olmasını, ben özellikle istedim. Arzum, o eserlerin önünde, içinde hissettiğim heyecanın sıcaklığının, bu konturlarda belirginleşip sizlerle buluşmasıydı. Bu nedenle baştan, bu resimlerde ve planlarda ‘ölçek doğruluğu’ aramamak gerektiğini, ama hepsinin gerçeği olabildiğince doğru yansıttığını hatırlatmak isterim.” Sayfa aralarında sıklıkla karşımıza çıkan bu basit ama işlevsel çizimler, İstanbul’a “bakarken” iyi bir rehber olacaktır.
Burada bir karşılaştırma yapmaktan kaçınarak, İstanbul’u sokak sokak gezmek isteyenlere sözünü ettiğimiz bu rehberlerin tümünü bir arada önermek en doğrusu sanırım. Tek sorun, bu kitapları –büyük boyları, sayfa sayıları nedeniyle– elde taşımanın kolay olmaması...
Kocaeli Değirmendere'de güzel bir yaz akşamı sohbetinde konuştuğumuz konuydu: İstanbul'u sevmek İstanbul'u gezme ve İstanbul'da yaşamak.
Murat Belge'nin İstanbul Gezi Rehberi’ne katılmış Nur Hanım'ın bahsetmesi üzerine bu yazıyı okumak da süper oldu. Teşekkürler
Yeni yorum gönder