Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Kazancakis'in izinde bir Ege güzellemesi




Toplam oy: 207
Bir Ege Macerası’nda Çetin Kent, çok sevdiği yazar Kazancakis’e ait izleri yakalamak uğruna bütün bir Ege tarihini tavaf ediyor. Yine de Ege’yi ele alışında Kazancakis’e katılmadığı bazı noktalar var ve bunu esprili ve doğal bir dille ifade ediyor.

 

 

Üzerimizde etkisi büyük olan yazarların yaşamlarını da merak ederiz. Doğduğu, büyüdüğü coğrafyayı, kültürü ayrıntılarıyla bilmek isteriz. Ömrünün geçtiği şehirleri, yürüdüğü sokakları, hatta ebedi mekanları olan mezarlarını ziyaret etmek bizim için yazara olabildiğince yaklaşmak anlamına gelir.

Bir yazarın peşinde bilmediğimiz bir kenti gezmek önemli bir motivasyon kaynağı. Asıl amacı yazarın izini takip etmek olan böylesi seyahatler bir sürü maceraya da gebe. Elbette Avrupa’da yaygın olan -Joyce’un izinde Dublin, Kafka’nın Prag’ı vb. - yazar turlarından bahsetmiyorum. Gerçi bu tür paket turların daha az yorucu ve zamandan tasarruf olduğu bir gerçek; ancak burada belli başlı güzergahlar dışına çıkamamak kişiyi kısıtlıyor. Benim asıl sözünü ettiğim, tek kılavuzu kitaplar ve şehir haritası olan; sora sora adreslerin bulunduğu, yolda bin bir türlü hikayeye denk geldiğimiz seyahatler. Yazarı anlamak biraz da memleketinin gündelik yaşamına dahil olmakla mümkün çünkü.
Yol arkadaşları Homeros, Herodot, Halikarnas Balıkçısı
Çetin Kent’in “Kazancakis’in İzinde” alt başlığı ile yayımlanan Bir Ege Macerası kitabı tam da böyle bir seyahati anlatıyor. 18 Eylül 2006’da Çeşme’den Girit’e doğru yola çıkan Kent’in amacı çok sevdiği Kazancakis’in doğduğu eve, gençliğini geçirdiği sokaklara, kitaplarında bahsettiği mekanlara giderek yazara yaklaşmak, bir tür vefa borcunu ödemek. Sırtına taktığı içi kitap dolu çantasıyla önce Pire’ye, oradan Atina’ya ve nihayet Girit’e giden yazar, Kazancakis’e ait izleri yakalamak uğruna bütün bir Ege tarihini tavaf ediyor. Ege’nin onlarsız düşünülemeyeceği Herodot’u, Homeros’u, Halikarnas Balıkçısı’nı da yanına yol arkadaşı alıyor.
Yunanlı ünlü yazar Kazancakis Girit Kandiye doğumlu. Kendisi de yaşamı boyunca gezgin olan Kazancakis belli ki Çetin Kent’e ilham olmuş. Kent, Zorba ve Kazancakis’in hayali ile birlikte Kandiye’ye kadar tüm Ege’yi adım adım geziyor. Tıpkı Zorba romanında Kazancakis’in insanın ve özgürlüğün peşine düştüğü gibi, Kent de Kazancakis’in izinde uygarlığın köklerini arıyor, sorguluyor. Bunu yaparken tarihten ve edebiyattan bolca yararlanıyor, her ne kadar Ege’nin bütün anlatılardan daha fazlası olduğuna inansa da. Seyahat, Zorba ile Kazancakis’in tanışma noktası olan Pire’de başlıyor. Çetin Kent, her bir uğrak noktasında geçtiği yerlerin bilinen ve bilinmeyen tarihine ve mitosuna parantez açmayı ihmal etmiyor. Örneğin Pire’de İkinci Dünya Savaşı sırasında açlıktan kırılan Yunan toplumuna yardımda bulunmak için Türkiye’den sefere çıkan Kurtuluş gemisi bunlardan biri. Kurtuluş’un hikayesi Kent’e göre, Yunanistan ile Türkiye arasında yıllarca süren anlamsız düşmanlığı göstermesi bakımından çok kıymetli. Hastalara ilaç, doktor, gıda yardımı sivil halk için bir nefes oluyor.
Pire’den sonraki durak olan Atina Kazancakis’in gençlik ve öğrencilik yıllarını geçirdiği şehir. Yazar El Greco’ya Mektuplar’da uzun uzun bahseder Atina’dan. Daha o zamanlar keşif ruhu baskın olan Kazancakis fırsat buldukça şehrin etrafında gezintilere çıkar, tarihi yerleri, antik kalıntıları kalıntıları inceler. Bunlardan Parthenon genç Kazancakis üstünde oldukça etkilidir. Çetin Kent de Parthenon’a bu etkiyi hissetmek için gider ve beklediğini alır: “Kazancakis’le ilk defa bugün ruhlarımız üst üste geldi. Ona yakın olduğumu hissediyorum. Kollarım açık, o muhteşem yapıyla karşılıklı bakışıyoruz. Kazancakis’in ruhu ise her ikimizin de çevresinde turlar atıyor, dönüyor, bana ‘Hoş geldin’ diyor”.
Rembetikonun ana yurdu: Anadolu
Çetin Kent Atina’dan sonra gittiği, Kazancakis’in yaşamının büyük bölümünü geçirdiği Aegina Adası’nda da, mezarının olduğu Girit’te de yazar üzerinden tarihle bir hesaplaşmaya girişir. Yirminci yüzyılın başındaki mübadeleyi ve her iki tarafın da çektiği acıları hatırlatır ona bu coğrafya. Ve bu acılardan doğan müzik rembetikoyu. “Küçük Asya’yı, İzmir’i ardında bırakıp kaçmak, açlık, sefalet içinde sürünmek. Tek tutundukları da, yanlarında getirdikleri enstrümanları ve içlerinde taşıdıkları müzikleri, dansları”. Kent’e göre, İzmir’den karşı kıyıya göçe zorlanan halkın hislerini dışa vurma yolu olan rembetiko Batı Anadolu kökenli bir müzik. Enstrümanlarından makamlarına kadar öz be öz Anadolulu. Aynı zamanda birçok şarkı sözü Yunanca’ya birebir oturacak kadar da uyumlu. Dolayısıyla her iki ulusun da sahiplenme çabalarına karşın hikayenin başladığı yer aynı: Anadolu.
Kazancakis’in Girit’i gelinlik bir kız gibi görmesi ve Girit’in Yunanistan’la evleneceği günün hayaliyle yaşaması Çetin Kent’in hoşuna gitmiyor. Tam da burada Halikarnas Balıkçısı ile Kazancakis’i hayalinde konuşturuyor. Balıkçı, Girit’in Anadolu medeniyeti ile olan bağlarını hatırlatıyor. Girit’in simgeleri, adetleri Anadolu ile ortak. O, Girit’in özgür, mert, onurlu kimliğine Yunanistan ile birleşmeyi yakıştıramıyor. Girit’in zamanında bağımsız kalması gerektiğine inanıyor. Kazancakis ise romanlarında, uzaklardan gelecek bir Yunanlı Prens’in Girit’i kurtaracağı ümidini işlemeye devam ediyor.
Bir Ege Macerası Kazancakis’in İzinde bir tür Ege güzellemesi niteliği taşıyor. Ancak Kent, hem Ege’ye hem de Kazancakis’e dogmatik bir bağlılıkla değil eleştirel bir tarzda yaklaşıyor. Kent’e göre Kazancakis, Ege’nin özgür ve yaşama sevinci dolu havasını yazdıklarıyla daha da lezzetlendiren bir yazar. Yine de Ege’yi ele alışında Kazancakis’e katılmadığı bazı noktalar var ve bunu esprili ve doğal bir dille ifade ediyor. Girit’teki son akşam yemeğinde söyledikleri bütün meseleyi özetler nitelikte: “Mezeler benzer, müzik benzer, insanlar benzer, her şey benzer ama kağıt üstünde düşmanız. Herkes artık ekmek parası derdinde belli ki. Acılar unutulmaz elbet de, hiç olmazsa bizler, çocuklarımız mutlu ve barış dolu bir yaşam sürsün.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.