Sonbahara “hazan mevsimi” adını takanlar, ne doğru söylemişler. Hüzün, neredeyse üstümüze giydiğimiz ikinci bir ceket gibi alışkanlıkla sarıveriyor bugünlerde bizi. Kelebek, bütün gün hülyalı hülyalı Françoise Sagan’ın, Merhaba Hüzün adlı novellasının giriş pasajını tekrarlayıp duruyor; “İçimde garip bir hüzün var. (…) Çok kez sıkıntı, pişmanlık, hatta vicdan azabı duyduğum oldu; bugünse beni her şeyden ayıran yumuşak, sinir bozucu bir duygu, ipek bir ağ gibi sarıyor…”
Aslında bu “ipek bir ağ gibi saran” duyguya toplum olarak pek yabancı değiliz. Ne demiş Hilmi Yavuz, “Hüzün ki en çok yakışandır bize/ Belki de en çok anladığımız.” Gerçekten de bu toprağın insanlarının hüzün duygusuyla ilgili özel bir bağı var. Batı’da tam karşılığı bulunmayan bir kelime gibidir buralara has bu özel hüzün duygusu… Orhan Pamuk, bunu çok iyi bilir ve İstanbul kitabında bütün bir bölümü “hüzün” duygusuna ayırır.
Doğuştan hüzünlü edebiyatçılar
Edebiyatın bazı isimleri doğuştan hüzünlüdür; tıpkı yaşamın hayal kırıklıklarıyla baş edemeyecek kadar kırılgan bir yüreğe sahip olan Sylvia Plath ve onun otobiyografik özellikler sergileyen başyapıtı Sırça Fanus’un hayatı taşıyamayacak kadar yorgun yürekli kahramanı gibi… Ama dünya edebiyatının Plath’ı varsa bizim de, Enis Batur’un deyimiyle “Türk edebiyatının gamlı prensesi,” Tezer Özlü’müz var. Özlü, Plath’a nazaran demir gibi güçlü bir yüreğe sahiptir aslında ama aynı yürek, dünyanın tüm acılarını hassas bir şekilde algılayacak duyarlılığa da sahiptir. Şöyle der örneğin Kalanlar’da: “Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için. Onun acısı yüreğimi ağrıtıyor.”
Edebiyata genel olarak baktığımızda ise “ağlayan bir yüreğe” sahip olduğunu hissettiğimiz pek çok karakterle karşılaşırız. Carson McCullers’ın taşrada sıkışmış yalnız, çıkışsız ve hüzünlü kahramanları ile Yusuf Atılgan’ın Zebercet’i ya da Aylak Adam’ı birbirlerine benzer bir selam gönderirler örneğin. Tennessee Williams’ın Mrs. Stone’un Roma Baharı’nın olgun ve alımlı kadın kahramanı ile Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’ünün yaşlı erkek kahramanı, dünyanın en yaşlı şehirlerinden Roma ve Venedik’i hep benzer bir hüzün duygusuyla turlarlar.
Yine de hiçbir şey aşk kırgınlığı yaşayan gönüllerin bir yara gibi taşıdıkları, geçmek bilmeyen hüzün duygusuyla boy ölçüşemez. Bu konuda sayısız örnek vardır edebiyat tarihinde. Ama belki de hiçbiri Elizabeth Smart’ın Merkez İstasyonu’nda Oturup Ağladım’daki şu satırlar kadar net ve vurucu anlatamaz bu “yoksunluktan doğan” özel hüzün durumunu: “Yalnızlığınla baştan ayağa hüzünle kaplanmış olarak duyumsamıyor musun kendini? Evet, öyleyim, ya sen? Ah, yatak öyle soğuk ki.”
Evet, sonbahara hüzün yakışır yine de. Ve belki de tek bir devası vardır bu özel melankolinin; o da kitaplarla teselli bulmaktır. Son sözü yine kelebek söyledi, Murathan Mungan’a selam ederek, “Yaz geçer iyi gelir sözcükler.”
* Görsel: Selman Hoşgör
Yeni yorum gönder