Sıcaklar iyice bastırmaya başladı. Bizse hâlâ tatile çıkamadık. Bari biraz empati yapıp deniz-kumsal zevki yaşayalım diye televizyonda Survivor programını izlemeye karar verdim. Bizim kelebeğin buna tepkisi ise, kütüphaneye gidip bir avuç kitapla geri dönmesi oldu. “Madem doğada yaşam mücadelesi verme fantezileri kurmak istiyorsun, öyleyse bu işin hasını kitaplardan öğren,” der gibiydi!
Önce biraz mitoloji ve efsanelerde dolaştık. Nuh’un Gemisi efsanesinin bu türe girip giremeyeceğini tartıştıktan sonra tabii ki “türün babası” olarak nitelendireceğimiz Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’suna geçtik. Esasında neredeyse bütün bir türün bu romandan doğduğu düşünülürse, yalnızca onu okumak bile bu konudaki açlığınızı dindirebilecek nitelikte… “Orijinali varken taklitlerini ne yapayım?” diye düşünenler de olabilir ama biz kelebekle öyle düşünmüyoruz tabii ki. Çünkü en sevdiğimiz kitaplar, aslında, kendinden önceki bir kitaptan esinlenip kendinden sonrakilere de ilham verenler… Bu nitelemeye en uygun kitap da William Golding’in Sineklerin Tanrısı oluyor haliyle. Bir uçak kazası sonrası bir adaya düştükten sonra önce yaşamda kalabilmek için kendi içlerinde bir tür toplumsal düzen ve kurallar silsilesi oluşturan bir grup okul çocuğunun, zamanla içlerindeki karanlıkla yüzleşip birbirlerini yok etmeye başlamalarını anlatan öykü; esasında bir politik alegoriden başkası değildir.
“Issız bir adaya düşüp de neye uğradığını şaşıranlar kulübü”nün en ilginç üyelerinden biri ise H. G. Wells’in Doktor Moreau’nun Adası romanının kahramanı Edward Prendick’tir herhalde. Adamcağız, okyanusta uğradığı gemi kazasının ardından karşısına çıkan volkanik adaya sevinçle adım atar ama neredeyse kurtulduğuna pişman olur. Adadaki hayvanlar üzerinde tuhaf deneyler yapan çılgın bilim adamı Doktor Moreau, cennet görünümlü bu adayı çoktan bir cehenneme dönüştürmüştür...
"Adaya çıkmaktan korkar oldum"
Bu türe yakınlardan bir örnek daha verebiliriz. Aynı adla filme de uyarlanan Alex Garland imzalı Kumsal’da, genç bir gezginin Tayland’daki gizemli bir adanın varlığını keşfedip buraya gelmeyi başarmasının ardından, günümüz kapitalizmi ve toplumsal sistemlerinden uzak, alternatif bir mini toplumun kurulduğu, ilk görüşte cennet gibi olan bir adanın giderek toplu bir cinnet ortamına dönüşmesine şahit oluruz. Tanıdık geldi mi? Evet bir hayli Sineklerin Tanrısı, bir tutam Joseph Conrad klasiği Karanlığın Yüreği, üstüne de günümüzün hayal kırıklıklarıyla boğuşan genç kuşağına dair biraz güncelleme…
“Adaya çıkmaktan korkar oldum, baksana ya adanın yerlileri bir tuhaf ya da insan kendi kendinden korkar oluyor, cinnet geçirip sağına soluna saldırıyor. Ben adaya çıkmadan engin denizlerde dolanayım,” diyorsanız eğer, yine birbirini andıran iki güzel klasikten bahsedelim. Melville’in neredeyse her satırında ayrı bir derinlik barındıran, “bir öykü var bende, benden içeri” dedirten Moby Dick’i ile ondan aşağı kalmayan bir spiritüellik ile erkeksi bir mücadele öyküsünü birlikte sunan Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i…
Edebiyatta, insanoğlunun doğaya karşı hayatta kalma mücadelesi bu kadarla bitmez tabii. Bunun bir de soğuk, karlı, ıssız doğa ortamlarında gerçekleşen versiyonu var ki onu da kış aylarına bırakalım…
* Görsel: Alexis Acquista
Yeni yorum gönder