Klişe bir giriş cümlesi ile başlayalım: Kitap fuarlarının tarihi neredeyse basılı kitapların tarihi kadar eski; kitaplar matbaadan çıkar çıkmaz fuar alanına taşınmış. Gutenberg’in matbaayı keşfettiği Mainz şehrinin yanı başındaki Frankfurt’ta, henüz internet yokken de bilginin paylaşılmaya meyilli olmasından olsa gerek, 15. Yüzyılın sonunda Avrupa’da yaklaşık 1000 matbaanın olduğu dönemde başlamış ilk kitap fuarı. Ancak Aydınlanma döneminde oldukça önemli bir şehir olan Leibzig’de düzenlenen kitap fuarı 1632’den başlayarak uzun bir süre için Frankfurt’u gölgede bıraksa da İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden öne çıkan Fuar 1949’dan beri uluslararası nitelik taşıyor ve yayıncılık dünyası için en önemli fuar olma özelliğini sürdürüyor.
Frankfurt Kitap Fuarı’nın yayıncılık dünyasındaki yeri elbette tarihi geleneğinden ziyade şehrin ekonomik konumuyla ilintili. Fuar turizmi ve fuarcılık, Avrupa’nın en yüksek gökdelen bölgesine sahip ve en zengin kentlerinden Frankfurt’un önemli ekonomik faaliyetleri arasında. Bu nedenledir ki şehrin en çok çalışan barındıran işletmesi havaalanı. Bankalar şehri olarak da anılan Frankfurt, kimi mühendislik, hizmet sektörü ve bilişim firmalarının yanı sıra Deutsche Bank ve Avrupa Merkez Bankası’nın da ev sahipliği yapıyor. Kısaca kitap fuarlarının en büyüğü Avrupa ‘kültür başkenti’nde değil, ‘ticaret başkenti’nde gerçekleşiyor.
Türkiye’de kitap fuarları ise 12 Eylül’ün ardından kitap okumakla hava atmanın pek cazip olmadığı yıllarda yaygın kitap alerjisine karşı 28 yayınevinin bir araya gelmesiyle Tüyap Ticaret Merkezi’nde (bugünkü Marmara Otel’in altı) başladı. 5 yılın ardından popülerleşeceği Taksim Tepebaşı’ndaki binaya geçen fuar, 2002 yılına kadar burada düzenlendi. 2002 yılında ise fuarın organizatörü TÜYAP’ın (Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş.) Beylikdüzü’ndeki yeni Fuar ve Kongre Merkezi’ne taşındı.
Geri dönmek inan işten değil…
TÜYAP’ın binasına taşınma süreci pek de sancısız olmadı aslında. Hala ne zaman İstanbul’da kitap fuarı konuşulsa, hemen uzaklığı, ulaşım zorluğu ve okurların kitap fuarı yolculuğunda çektikleri çilelere ilişkin hikayelerle gündeme gelen bu alana, Tepebaşı’nda uzun süredir varlık göstermelerine rağmen gitmeyen yayınevleri oldu. Yayınevi olarak her sene bir önceki yerleşim düzeni üzerinden şekillendirilen yerleşim planında yerinizden şikayetçi iseniz eğer, “ilk sene gitmemiş olmak” halen geçerliliğini sürdüren bir mazeret.
Yer konusu kitapseverlerin en çok yakındığı konu. Burada uzun uzadıya durumu ve örnekleri anlatmaya gerek yok; uzaklığın yanı sıra ulaşım konusunun da nasıl bir dert olduğunu, Metrobüs’ün faaliyete geçmesiyle birlikte başka noktalardan servislerin de azaldığını, şehrin trafik keşmekeşi ile mücadelenizi, yayınevlerinin her şeye rağmen gelen okurları ‘kahraman’ olarak andıklarını, Avcılar durağından bindiğiniz servislerde otobüs şoförünün sizden yol tarifi isteme ihtimalinin de bulunduğunu biliyorsunuzdur. Hele ki Anadolu yakasında oturuyorsanız birkaç sene evvel başlayan İzmit Kitap Fuarı size –eğer daha yakın değilse- aynı mesafede bulunuyor.
Yayınevleri de sizinle aynı görüşte; Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni Mine Soysal uzaklık ve ulaşım problemleri dolayısıyla geçmişte fuarın katılımcısı olan okurların bir kısmının yitirildiğini söylüyor: “Fuar, altyapısı yetersiz bir megapol için çok uzak. Ulaşım, katılımcı için de ziyaretçi için de büyük sorun. Şoförlü aracı olmayan ileri yaş grubu fuar ziyaretçisini çoktan yitirdik. Çok az insan iş yaşamından sıyrılıp gelebiliyor Beylikdüzü’ne. Hafta sonları popüler adların etkinlikleri katılımcı sayısını artırabiliyor yalnızca.”
Kırmızı Kedi Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni İlknur Özdemir fuarın birkaç kez ziyaret edilen sosyal bir etkinlik olma özelliğinin taşınmayla beraber kaybettiğini vurguluyor: “Merkezi bir yerde olsa 3-4 kez fuara gidebilecek kişiler Beylikdüzü'ne ancak bir kez gidiyorlar. Tepebaşı'ndaki gürültülü, daracık, sıkışık ortamı özlemiyor değilim. Üstelik fuar çıkışı gidilebilecek onca yer de var.”
Ancak o ortama geri dönmek pek mümkün görünmüyor. Basın Yayın Birliği’nden Münir Üstün’e göre, “TÜYAP bundan sonra şehir merkezine dönemez. Bu kararı beklemek biraz ütopyacılık olur. Şehir merkezine böylesine büyük bir pazarı yerleştirmek ziyaretçisi 400 bin kişi olan bir organizasyon düşünüldüğünde iyi olmaz ve hareket kabiliyetimizi kısıtlar. Otopark ve toplu ulaşım meselelerini çözmeye odaklanmak en akılcı hareket olur. Bu sayede hem TÜYAP hem de yayıncı ve okuyucularımız rahat bir nefes alırlar.”
Can Yayınları sahibi Can Öz ise şikayetlere kendilerinin de katıldığını ama çözümün yanlış yerde arandığını söylüyor: “Evet biz kendimiz de fuara giderken çok yoruluyoruz, şikayet ediyoruz. Ama bunun çaresini yanlış adreste arıyoruz. Dünyada artık yüzbinlerce kişinin katıldığı organizasyonlar şehir dışlarına kayıyor: stadlar, fuarlar, üniversiteler vs. Ulaşım sorununu bu organizasyonları şehir merkezine taşımakla değil, hızlı toplu taşıma ile çözülüyor. Yıl boyu çeşitli fuarlar yapıp milyonlarca insanın uğradığı koskoca Tüyap Fuar Salonu’nun kapısına kadar giden metrobüsümüz, trenimiz yok. Esas sorun bu. Yoksa her büyük organizasyonu Taksim’e taşımaya kalksanız bu sefer oralara hiç giremezsiniz.”
Sel Yayıncılık editörü Bilge Sancı ise benzer bir altyapı problemiyle birlikte, organizasyon eksikliğini de dile getiriyor: “Dünyada örnek gösterilen bütün fuarlar şehrin ortasında, ulaşımın son derece elverişli olduğu alanlarda yapılıyor. Dolayısıyla neredeyse şehir dışında gerçekleşen bir fuara ulaşım için olanaklar daha fazla zorlanmalı; metrobüsten sonra balık istifi binilen, yarım saatte bir kalkan otobüslerle yetinilmemeli.”
Sancı öte yandan başka bir yöne de işaret ediyor: “Fuar çok uzak, ulaşım çile, servisler berbat, otopark yetersiz… Okur da yayıncılar da bunu senelerdir söylüyorlar ancak değişen bir şey yok! Evet katılımcı sayısı daha fazla, evet Tepebaşı’na sığmıyorduk ancak başka bir çözüm niyet olduktan sonra pekala bulunabilir.”
TÜYAP’ın kira ödemek zorunda kalmadığı kendi fuar merkezi dışında bir çözüm aramaya niyeti gerçekten yok mu? Yayıncılar açıkça ifade etmese de TÜYAP’ın bu konudaki tutumu ve ‘niyet’i daha önce de çokça tartışıldı. Elif Bereketli’nin Tüyap Fuarcılık Grubu Kültür Fuarları Genel Koordinatörü Deniz Kavukçuoğlu ile …. tarihinde Cumhuriyet için yaptığı röportaja bakılırsa gerçekten de böyle bir niyet yok. Röportajda Kavukçuoğlu’nun Frankfurt’daki gibi sadece “yayıncılık sektörü”nün değil, ”okur”un da gözetildiğini vurgulaması üzerine, tam da bu nedenle “uzak”lıktan yakınıldığını anımsatan Elif Bereketli’nin, ”Yeniden kent merkezine dönme olasılığı var mı ?” sorusuna “Kesinlikle yok…” diyerek yanıt veriyor Deniz Kavukçuoğlu.
"Yer var, niyet yok!"
O günden bugüne bir değişiklik olmayan bu tartışmada Kavukçuoğlu’nun öne sürdüğü gerekçeleri ise ilgili röportajdan kısa bir süre sonra yine Cumhuriyet’te Oktay Ekinci yanıtlamış ve o da ‘niyet’ vurgusu yapmış:
…(Deniz Kavukçuoğlu) “kararlı”(!)lığın gerekçesinde bile fuarın “İstanbul kimliği”ni yitirdiğini onaylarcasına diyor ki: ”Silivri-Bakırköy arasında 12 milyon kişi yaşıyor. Şikayetlerin geldiği bölgede (merkez semtler) ise 1.2 milyon. Kime göre, neye göre uzağız? Ayrıca bu bir İstanbul Fuarı değil, Türkiye fuarı”!...
Oysa Tüyap Kitap Fuarı tam 20 yıl Beyoğlu’nda herkesle kucaklaşarak ‘gelenekselleş’ti. Oradayken yine Kavukçuoğlu’nun “ticari açıdan olumsuz” bulduğu “mükerrer ziyaretçi”lerin fazlalığı, “kentle bütünleşme”sinden ötürüydü… Kitap fuarında “buluşulur”du… Çalışanlar ya da öğrenciler; öğle tatilinde ya da akşam oradaydılar, Beylikdüzü içinse o gün “izin” yapmak zorundalar. Kaldı ki hem Bakırköy-Silivri için “1.2 milyon” bilgisi yanlış hem de acaba ziyaretçilerin yüzde kaçı oradan? Kavukçuoğlu da “Bunca mesafe kitap için katediliyor…”dediğine göre, asıl “müşteri”lerinin, üniversitelerinde en yoğun olduğu 50 km. ötedeki “merkez”lerden geldiğini biliyor.”
Kavukçuoğlu’nun bu konuda öneri olmadığı iddiası da Ekinci tarafından tartışılmış:
“Öneri yok” serzenişine gelince… Yine önceki tüm yazılarımda özellikle şunu vurguladım: TÜYAP, tarihsel “aydınlanma” görevini başarıyla yaptı, yapıyor… Ulusça şükran borçluyuz. Ancak, ”yer” için sonsuza dek TÜYAP’ın mülküne tutsaklık şart mıdır?
Kitap fuarı, Kavukçuoğlu yönetiminin çalışkanlığı ve duyarlılığı sayesinde artık “kamunun”dur; bu nedenle görev sırası da “kamuda”dır. Bu fuara “İstanbul’da” bir yer yaratılması, başta belediye, valilik ve Kültür Bakanlığı olmak üzere, tüm “kamu sorumluları”nın öncelikli görevi değil midir?
Ülkenin yayıncıları, yazarları, aydınları… Bunu hep birlikte ve kamuoyu desteğini de alarak ısrarla talep ettiklerinde, kim “yer yok” diyebilir ki? Üstelik 7 yıl önceye göre “uygun” yerler de var ama galiba hala “niyet” yok.
“Neresi” derseniz, onu da söyleriz ve tartışırız… Asıl bunu önemsersek kamunun yakasına yapışıp “TÜYAP görevini yaptı, şimdi sıra sizde” diyebilirsek, fuarın da bulunacak o “başucu” mekanda yine “TÜYAP tarafından” sürdürülmesini savunursak… 28 yıllık İstanbul Kitap Fuarı’nı ”Türkiye Fuarı” gibi parlak ama “içtenliksiz” söylemlerle tarihe gömme vefasızlığını da yapmayız…”
Adres: Beylikdüzü, İstanbul, Türkiye, Dünya?
Oktay Ekinci’nin bahsettiği “Türkiye Fuarı” söylemi de aynı söyleşiden: “…..”
Kavukçuoğlu’nun dillendirdiği hem İstanbul hem Türkiye fuarı hem de uluslararası bir fuar olduğu da oldukça tartışılan bir konu. “İstanbul” kısmı daha çok yer sorunuyla ilgili ama uluslararası niteliği konusunda da bir takım soru işaretleri var.
Görüşlere geçmeden önce belirtmek gerekir: Kitap Fuarları için “uluslararası”, “profesyonel”, “satış fuarı” vs. gibi bir takım ayrımlar olsa da bu ayrımlar o kadar keskin değil ve ülkenin, şehrin ihtiyaçlarına, düzenleyenlerin hedeflerine göre değişebiliyor. Frankfurt gibi en azından son günlerine kadar okurlara ve satışa kapalı fuar sayısı oldukça az: Bologna Çocuk Kitapları Fuarı, Londra Kitap Fuarı… Paris Kitap Fuarı ise uluslararası bir fuar özelliği taşırken, tıpkı Tüyap gibi okurlara da açık. Fransa Yayıncılar Birliği’nin düzenlediği fuar Frankfurt’tan farklı olarak Fransız yayınevleri ve edebiyatının dünyaya açılmasını öncelikleri arasına alıyor.
Zaten yayıncılar ve ajanslar da fuarın türünün (uluslararası, profesyonel, okur fuarı vb.) ihtiyaçlar doğrultusunda belirleneceğinin altını çiziyorlar. Turkuvaz Yayınevi’nden Erdem Öztop, “Eldeki malzeme şimdilik biraradalığa imkan veriyor. Her şeyin bir zamanı var. Hayalimiz Türkçede yazılan eserler diğer ülkelerde daha çok yayıncı ve okura ulaşır ve daha büyük ihtiyaç doğar, daha fazla yabacı yayıncı Türkiye'ye gelip ajanslarımız ve yayıncılarımızla görüşme imkanı arzular. Biz mümkün mertebe yurtdışından gelen yayınevleriyle görüşüyoruz. Dediğimiz gibi zamanı geldiğinde sadece sektöre hizmet eden bir fuar hizmeti oluştururuz,” yorumunda bulunuyor.
Kırmızı Kedi’den İlknur Özdemir de benzer şekilde; “Geçen sene yurtdışından gelen bazı ajanslarla görüştük. Bence bu iş başlangıç aşamasında, zamanla oturacak ve verimli olacak. Sektörel kitap fuarı için henüz hazır değiliz. Altyapı henüz bu iş için yetersiz. Okurların gittiği bir fuarla sadece telif görüşülen bir fuarı ayırmak için henüz erken olduğunu düşünüyorum,” diyor.
Öte taraftan duruma mesafeli yaklaşanlar da var. Sel’den Bilge Sancı konuk ülke ve davetlilerin nasıl seçildiğinin belirsiz olduğunu ve yayıncılara yeterli bilgilendirme yapılmadığını söylüyor: “Fuara davet edilen ajans veya yayınevlerinin listelerini önceden görmediğimiz için süreç sağlıklı yürümüyor. Ya zaten ilişkide olduklarımız davetli olduklarını belirtiyorlar ya da onlar randevu talebinde bulunduklarında öğreniyoruz. Yayınevlerinin telif haklarıyla ilgilenen editörleri de fuarda sürekli bulunmadıkları için bu görüşmeler genellikle ofislerde gerçekleşiyor. Ayrıca ajans davet etme ve konuk ülke belirleme kriterlerini de bilemiyoruz.”
Can Öz’ün yorumu ise fuarın uluslararası açılımının Türkiye’nin Ortadoğu açılımına paralellik taşıdığı izlenimini veren bir yorumda bulunuyor: “Batı’nın artık sektörel fuarlara karnı tok, ancak Doğu için aynı şeyi söyleyemeyiz. İstanbul’da bir sektörel fuar olması Türkiye’nin doğu ülkelerinin gözünde bir edebiyat merkezi olmasına doğru bir adımdır. Ancak konuk ülke konumlandırması yalnızca sektöre yönelik olarak yapılmıyor, okuru da gözetiyor. Bu sene konuk ülke Mısır ve Türk okurların da yakından ilgileneceği birçok Mısırlı yazar ülkemize geliyor.”
Bu konuda yurtdışını da iyi takip eden yazar ajansları ise biraz daha farklı düşünüyor. İstanbul Telif Ofisi’nin sahibi, yazar menajeri Barbaros Altuğ’unun durumla ilgili yorumu oldukça net ve sert: “Türkiye’de profesyonel bir kitap fuarı olmadığı gibi uluslararası bir kitap fuarı da yoktur. Olduğunu iddia edenler varsa bu sadece kendilerini, ya da kendilerinden ziyade basındaki yancıları ve eş-dost-ahbap-bürokrat yakınları memnun etmek için zikredilen bir teraneden ibarettir. Profesyonel fuarlar, Frankfurt, Londra, New York ve bir-iki yeni palazlanan merkezde yapılır. İstanbul asla bu merkezlerden olmamıştır; Türkiye’deki diğer fuarları saymak bile yersiz. Uluslararası fuar olmak eğer yurtdışından bir avuç yazar getirmekse benim evimin salonunda ağırladığım yazarlarla herhalde 3 uluslararası fuar yapılır bu standarta göre.
Ben genç bir öğrenci iken İstanbul’un merkezi Taksim’de yapılan fuara giderdim. Derdim de her öğrenci gibi doğrudan yayıncıların kitaplarına ulaşılan, aradan dağıtımcı ve kitapçı karlarının çekildiği ucuz kitaba erişmekti. Hala bu panayır anlayışının üstüne çıkılmadığını biliyorum. İstanbul’daki fuar bir de adını koyalım ki artık İstanbul’da değil! Trakya köylerine yakın bir alanda, oranın yerleşik halkı için yapılan bir ucuz kitap panayırı.”
AnatoliaLit Telif Hakları Ajansı’nın sahibi Amy Spangler ise uluslararası açılımın Türkiye’nin kendi eserlerini yurtdışına satmasına olanak verecek şekilde olması gerektiğini ancak bunun tersinin yapıldığını dile getiriyor:
“Açıkçası İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’yla ilgili anlam veremediğim bir konudur yurtdışından ajansların getirtilmesi. Yabancı ajanslar kendi yazarlarını Türkiye yayıncılarına tanıtmak için geliyorlar. Fakat ben açıkçası Türkiye’nin, zaten kendi kitaplarını pazarlamakta herhangi bir sıkıntı yaşamayan ABD, İngiltere, Avrupa ajanslarını getirtmektense, kendi yazarlarının eserlerinin yurtdışına satılmasını kolaylaştıracak olanaklar sağlamasından yanayım.
Spangler bu konuda hem örnek gösteriyor hem de yöntem öneriyor: “Kültür Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü ile Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nün iki senede bir düzenlediği “Çevirmenleri ve Yayıncılarıyla Türk Edebiyatı Uluslararası Sempozyumu” bunun iyi bir örneği. Gönül isterdi ki, özellikle de uluslararası bir fuar olma iddiasında olan İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı benzer biçimde yurtdışından Türkiye edebiyatıyla ilgilenen, ilgilenebilecek olan editörler ve Türkiye edebiyatının tanıtımını yapabilecek nitelikte insanları bir araya getirsin. Fuarda, yazarların ve çevirmenlerin yer aldığı, hem okura hem de bu alandaki profesyonellere hitap edebilecek, simültane çevirinin yapıldığı etkinlikler olmasından yanayız. Belli başlı yerli yazarlara odaklanması, söz konusu yazarlarla ilgili etkinliklerin yapılması, yabancı dilde hazırlanan kitapçıkların basılması oldukça önemli olabilecek faaliyetler. Fakat bu da ancak Türkiye pazarına kitap satmaya çalışan değil Türkiye edebiyatı ile ilgili editörler getirtilirse anlamlı olur.”
Spangler’ın yorumlarına bakılırsa ajanslar için de fuar bir “İstanbul Fuarı” olmaktan çok bir “Türkiye Fuarı” ama bu özelliğinde de faydalanılamıyor: “İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’yla ilgili en büyük sıkıntı şehir merkezinden uzak oluşu. Hele Anadolu yakasında yaşayan ve çalışanlar için daha da uzak. Dolayısıyla İstanbul’un değil, daha çok Avrupa yakasının kitap fuarı işlevini görüyor gibi, gerçi o bölgeye Avrupa yakası demek de pek mümkün değil. Mekan olarak ferah, cezbedici olsa da uzaklık sebebiyle istediğimiz kadar değerlendiremiyoruz. İstanbul’da bulunmayan yayıncılarla görüşmek ve çok sayıda yeni yayının bir arada görebilmek dışında Ajans olarak bize fazla avantaj sağladığı söylenemez.”
Etkinliğe mecalimiz kalmıyor
Anlatılanlara bakılınca yayıncılık sektörü için profesyonel bir fuar olma özelliği kazanması için epey yolu olan fuarı diğer satış fuarlarından ayıran en baskın özelliği etkinlik sayısının çokluğu. Ancak etkinlikler en başta okurun ulaşım için epey zaman harcaması ve yeterli vakti bulamaması nedeniyle pek de ilgi görmüyor. Sel Yayıncılık’tan Bilge Sancı’ya göre bu durum makul: “Oldukça uzun bir etkinlik listesi oluşturulmasına rağmen gerekli ilgiyi görmüyorlar. İnsanlar ancak bir kere gelebildikleri fuardan, trafiğe kalmadan çıkmak istedikleri için mümkün olduğunca salonları dolaşmaya odaklanıyorlar. Bir-iki saati etkinlikte harcamak oranın koşullarda pek “mantıklı” değil.”
“Ulaşımı güç konumu, toplu taşımanın yetersizliği, salon koşulları gibi etkenler, fuardaki etkinliklerin takibi için profesyonel katılım ve çaba gerektiriyor. Hafta içi sadece çocuk ziyaretçinin bulunduğu saatlerdeki edebiyat etkinliklerini izleyecek yetişkin ziyaretçi yoktur örneğin,” diyen Günışığı Kitaplığı’dan Mine Soysal’a göre etkinliklerin niteliği de tartışılır: “Çok etkinlik düzenleniyor; ancak içerik, kurgu ve konuşmacı açısından nitelikli olan az.”
Etkinlik alanı olarak kitap fuarının önemini vurgulayan Can Öz de etkinliklerin niteliği konusunda benzer düşünüyor: “Tüyap’ta yalnızca orada hazır bulunduğu için etkinlik düzenleyen, bunun dışında yılın geri kalanında etkinliğin “e”sini dahi düşünmeyen çok kuruluş var. Dolayısıyla etkinlik listesinin geneli oldukça kuru, tatsız. Yine de söyleyecek sözü olanlar için Tüyap gibi 500.000 okurun bir araya geldiği platformlar oldukça önemlidir, özgürlük alanıdır.”
Fuarda izlenmeyen bu kadar etkinlik varken, fuar dışında edebiyat etkinliklerin neden fazla olmadığını sorduğumuz İKSV'den Görgün Taner “Aslına bakarsanız İstanbul Kültür Sanat Vakfı olarak 2004'ten bu yana Avrupa'nın çeşitli kentlerinde gerçekleştirdiğimiz projelerde her zaman öykü çözümlemesi, okuma yahut kitap tanıtımı gibi edebiyat etkinliklerine yer veriyoruz. Ayrıca binamızda 2010 yılından bu yana büyük ilgi gören öykü çözümlemesi ve edebiyat sohbetleri gibi etkinliklere ev sahipliği yapıyoruz. Bir sivil toplum kuruluşu olarak hiçbir zaman fuar gibi kâr amacı güden etkinlikler düzenlemeyiz tabii; ancak başka bir boyutuyla edebiyat konusu bir gün elbette öncelikli bir faaliyet alanı olabilir İKSV için. Şimdilik edebiyat konusuna yurtdışı etkinliklerimizde ve Salon'da yer veriyoruz”
“En son beş sene önce, temsil ettiğim bir yazarın yeni kitabı için yaptığı ilk konuşmaya gitmiştim. Bir daha gitmek ihtiyacı duymadığım gibi, İstanbul’a dönerken geçen 3 saate yakın sürede içimden geçenleri buraya yazmaya çekinirim,” diyen Barbaros Altuğ ise, kitap fuarının kültürel bir etkinlik haline gelmesi için şehirle iç içe geçen alternatif kitap fuarlarının olması gerektiğinin altını çizerken, kitap fuarıyla ilgili konu edinen pek çok diğer sorunun da bu sayede çözüme kavuşabileceği görüşünde:
“İstanbul’un ihtiyacı kesin olarak alternatif, yaratıcı, belki bir konsepte dayalı ama şehrin merkezinde, genç, dinamik bir kitap fuarı. Stockholm’deki anarşist kitap fuarından, İstanbul’un orta yerinde yapılan etkinliklere katılan binlerce genç insandan ve yazarlar ve diğer sanat dalları arasındaki etkileşimden hareketle yapılacak hakiki bir fuar bu adı konmayan tekeli kırmaya da yarayacaktır.
Bu konuda da en büyük görev, etliye sütlüye karışmaktan bilhassa kaçınan, kamu yararına yayın yaptığını iddia eden büyük holdinglerin yayınevlerine ve kitap yayıncılığından (elbette haklarıyla) büyük karlar elde eden büyük yayınevlerine düşer. Bu işler çünkü fikir, hareket ve her tür özgürlüğe sahip olması gereken organizasyonlardır ve devlet-bürokrat-bakanlık üçgeninden ziyade yayıncıların vazifesidir desteklemek.”
İlgi büyük, yaş ortalaması küçük…
Tüm şikayetlere rağmen ve uzaklığa rağmen, fuara ilgi büyük, katılımcıların yaş ortalaması ise epey küçük. Ziyaretçi sayısı geçen sene 400.000’e yaklaşmış ancak bunun büyük bir kısmını okullardan getirilen öğrenciler oluşturuyor. Fuara hafta içi gittiyseniz, öğretmenlerinin arkasında tek sıra yürüyen öğrencilere, “Ayraç var mı?” diye koşturan koleksiyonerlere, “sırayı bozmuyoruz”cu öğretmenlere ve akşamüstü saatlerine kadar fuar merkezini hükmü altına alan çocuk uğultusuna aşinasınızdır zaten.
Bu nedenle çocuk kitaplarının başka bir salonda toplanması senelerdir tartışılan ancak bir türlü “olamayan” bir başka konu. Pek çok yayıncı durumdan şikayetçi. Sel Yayıncılık’tan Bilge Sancı, “Çocuk yayıncıları mutlaka ayrı bir salonda toplanmalı. Çocukların öğretmenleri eşliğinde, tek sıra halinde standların önünden yürütülmesinin kimseye bir faydası olmadığını artık öğrenmiş olmalıyız. Çocuk yayıncılarının bunun kendilerine dezavantaj sağlayacağı konusunda diretmeleri gerçekten anlaşılır gibi değil. Çocukların zapturapt altına alınmaya çalışıldığı, yetişkinlerin rahatça kitap seçemediği kaotik bir ortama kıyasla herkes için daha iyi olacağını düşünüyorum,” derken çocuk yayıncılığı yapmayan pek çok yayınevinin ve çalışanlarının görüşlerini de özetliyor.
Ancak bu bölünmeye çocuk ve gençlik yayıncılığı yapan Günışığı Kitaplığı’ndan Mine Soysal’ınkiler gibi kategorik itirazlar da var: “Kitap fuarı hangi ölçütlerle, neye göre bölünecek? Yayınevleri nasıl ayrılacak? Hem yetişkin hem çocuk-gençlik kitabı yayımlayan yayınevleri ne yapacak? “Genç edebiyat” yayıncıları nasıl konumlanacak? Edebiyat yayıncısıyla eğitim yayıncısı nasıl ayrışacak? Bu tür yüzeysel, kaba ayrımlar sektöre zarar verir. Hafta içi çocuk ziyaretçinin çekildiği akşamüstü saatlerde çok seyrelen ziyaretçi sayısına dikkat etmeli. Sektör, geleceğin okurları olacak çocukları dışlayamaz.”
Can Öz ise okur için hayırlı olabileceğini düşündüğü bu projeye yayınevi olarak itirazının nedenlerini saklamıyor: “Apayrı bir salon iyi olabilir, ancak buna da biz çocuk kitabı yayınlayan yayıncılar karşı çıkarız çünkü isteriz ki fuara gitmişken standımızı herkes görsün. Dolayısıyla Tüyap bunu sağlamak istiyorsa bizlerin yapabileceği sert eleştirileri göze alıp kesin bir karar vermelidir. Bence okur açısından hayırlı olur.”
Sınav var!
Test kitapları yayınlayan dershane ve eğitim yayıncılarının salonu ise iki sene önce ayrıştı. Daha önceki senelerde fuarda epey zaman geçiren birinin farkedeceği bir kalıp davranış idi lise çağındaki gençlerin standlara “Test kitabı var mı?” diye sorması ya da öğretmenlerin öğrencileri edebiyatla “zaman kaybetmeyerek” bu stantlara sürüklemesi. (Elbette ki her öğretmen için konuşmuyoruz.) Fuarın ziyaretçi kitlesinin önemli bir kısmını çocuk ve gençlerin oluşturduğunu düşünülürse Fuar açısından da eğitim sitemi ve gençler açısında da güzel bir tablo değil bu.
Mine Soysal hem ‘piyasa ve eğitim’ hem de fuar konusunda yapısal sorunlara dikkat çekiyor: “Tümüyle rekabete dayalı bir ticaret piyasası yaratan eğitim yayıncılığının dinamikleri, kültür yayıncılığından elbette çok farklı. Yazarların, edebiyatın, araştırmaların, editörlerin yarışmadan, rekabet etmeden bir araya geldiği, okurla buluştuğu bir fuarla, eğitim araç gereçlerinin yüksek adetlerde pazarlanmasına, satışına yönelik bir fuarı aynı yapıya sıkıştırmak okuma kültürü hasarlı ülkemiz için önemli sorunlar doğuruyor.”
Gençlerin bu yönelimini sorduğumuz Bilge Sancı da eğitim sistemimize ve fuarın ticari organizasyon niteliğine vurgu yapıyor: “Yönelmiyor, yönlendiriliyorlar. Burada sınav sisteminden öğretmenlerin niteliğine kadar devasa bir eğitim problemi var, bu sorun var oldukça öğrenciler test kitaplarına ulaşmak zorunda olacaklar, öğretmenleri de onları bu standlara yönlendirecekler. Bunu çözmek de elbette Tüyap’ın işi değil. Maksat gençleri kitap ve edebiyatla buluşturmak ise test kitabı yayıncılarının orada işi yok ancak Tüyap ticari bir kuruluş…”
“Bence ders ve test kitapçısının da yayınevi olarak kitap fuarında bulunabilmesi ve kendi markasını tanıtma şansına sahip olması gerekir. Tüyap bir edebiyat fuarı değildir, kitap fuarıdır ve bu firmalar da kitap yayınlıyorlar neticede,” diyen Can Öz’e göre ise Tüyap’taki sorunlar ülkemizin genel sorunlarından ayrı değil: “Evet ülkemizin birçok sorununa Tüyap’ta rastlıyoruz ve sorunun Tüyap’la ilgili olduğunu düşünüyoruz yine.”
Kitapçıların itirazları var
Kitapçıların ise fuarlarla daha köklü sorunları var. Gerçi aralarında fuarlarda boy gösterebilenler de var ama özellikle İstanbul haricinde, İzmir gibi fuarların daha kolay ulaşılabilir olduğu illerde pek çok kitapçı fuarlara tepkili. İzmir Kitap Fuarı geçtiğimiz yıl bu konuda protestolara da sahne oldu.
O protestoculardan biri olan Yakın Kitapevi’nin sahibi Mehmet N. Özbay meramını şöyle anlatıyor: “Türkiye'de düzenlenen kitap fuarlarına panayır ya da şenlik desek daha doğru olur kanısındayım. Ancak adına ne dersek diyelim amacının ne olduğu önemli. Benim için kitap fuarı bu şekliyle anlamsız ve sıkıntıdır. Fuara katılanlarda perakende olarak son tüketiciye ne kadar kitap satabiliriz mantığı hakim. Bu da direk o bölgede ki kitabevlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Böyle bir fuar anlayışının kültürel sömürüyle birlikte, kitapla-kitabevini / yazarla-okuru buluşturmak dışında asıl amacının para olduğu gerçeğini kimse görmezden gelemez.” Gerçi kitabevlerinin itirazı da okurla ya da edebiyatla ilgili olmaktan çok ticaretle ilgili ama yukarıda değindiğimiz konuya o da dikkat çekiyor: “Ayrıca kitap fuarlarında dershane ve pazarlamacıların yer almasını bir türlü kavramış değilim! Neden acaba?”
Kitapçı Yavuz Dönmez de “Yayınevleri fuar çalışmalarına o ildeki kitapçılarla iletişimi sağlamaya ya da okurlarla yazarlarını ve kitaplarını buluşturmaya değil kısa sürede nakit akışı sağlayacak bir pazar olarak bakıyorlar artık,” diye dile getiriyor eleştirilerini. Ama biraz daha farklı olarak hem sattıkları kitaplara hakim olmayan kitapçıların fuarları engelleyebileceğini düşünmüyor, hem de fuarların geleceklerini iyi görmüyor: “Kaldı ki yeterli büyüklüğe ulaşmış yayınevleri kendi zincir mağazalarını kurdukları için artık bu fuarlara ilgi bile göstermiyorlar. Kitaba kitapçıya fuarda bulacağı hizmete indirime ulaşabilen şehirlerde kuruluyor sadece bu fuarlar ve her yıl cazibesini yitiriyor zaten. Diğer taraftan sattığı kitapları okuyan kitapçı sayısı pek fazla olmadığından, örgütlü bir dayanışma sağlanması da pek mümkün görünmüyor.”
Son senelerin dikkat çeken, okur ilgisinin yoğun olduğu yeni fuarlarından birinin yapıldığı Diyarbakır’dan Kafka Kitabevi'nin sahibi Mehmet Şahkan ise yayınevlerinin pozisyonuna daha empatiyle yaklaşıyor. Son tahlilde ise işe okur cephesinden bakmak taraftarı: “Yayıncının da kitapçının da kendilerine göre doğru ve haklı yönleri var ancak ben kendi adıma yayınevlerinin katılımını doğru bulmuyorum. Meseleye okuyucu açısından bakacak olursak her ikisinin de katılımı doğrudur çünkü bir zenginlik yaratır. Bir yandan da fuar çok faydalı. Halk kitap nedir bilmiyor bazıları hayatları boyunca bir kitap bile almamış. Fuar sayesinde kitap alıyor, yayınları tanıyorlar.”
Kitapçıların itirazlarını bilen yayınevleri ise başka noktaları hatırlatıyor: “Üretici ürününü ilk elden tanıtma, satma hakkına sahiptir,” diyen Mine Soysal, fuarın piyasayı hareketlendiren bir şey olduğunun da altını çiziyor: “15 milyonluk bir kentte, fuar da olur, perakendenin yaratıcı kampanyaları da. Fuara hazırlanan çok sayıda yeni kitap bile piyasayı canlandırıcıdır.”
Bilge Sancı, “Düzenlenen hiçbir fuar yıl boyunca ulaşılabilen, aranılan tüm kitapların bulunabildiği, yoksa da getirtilebildiği, yeni yayınların eksiksiz var olduğu, kitap önerilerinin yapıldığı, sohbet edilebilen bir kitapçının yerini tutamaz. Senede bir hafta gerçekleşen bir etkinlik ‘böylesi’ kitapçıların işlerini sekteye uğratmaz,” yorumunda bulunurken Erdem Öztop da fuarın okur için olanaklarına dikkat çekiyor: “Okurlar bir kitabevinde ortalama beş, on bin kitaba ulaşabiliyorken, kitap fuarlarında milyonlarca kitaba ulaşabiliyorlar. Dolayısıyla burada temel amaç satış yapmak değil, kitabı okuyucuyla buluşturmak ve o sene yayınlanan kitapları okuyucunun önüne bir kez da sunabilmek...”
Can Öz de sorunun fuarları kar merkezi olarak görmekten kaynaklandığını vurguluyor: “İş hayatında bir pasta varsa herkes kendine istiyor. Yayıncı fuarda kitapçı istemez, kitapçı da yayıncı fuar yapsın istemez. Bunun olmasının sebebi de bu kurumların çoğunun Tüyap Kitap fuarını bir kâr merkezi olarak görmeleridir. Ancak kitap fuarı esasen bir kâr merkezi değil, tüm diğer fuarlar gibi markaların kendini tanıtma, okuruyla buluşma noktalarıdır. Bence yayıncı için vazgeçilmezdir.”
Münir Üstün ise bu durumun Türkiye’ye özgü olmadığını vurguluyor: “Dünyada kitap satışı yapılmayan üç tane profesyonel kitap fuarı var. Frankfurt, Londra ve Bologna Çocuk Kitapları Fuarı. Bu fuarların dışındaki bütün kitap fuarlarında satış yapılıyor. Ekonomik açıdan fuarla ferahlayan yayıncılarınızı düşündüğümüzde satışın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki Frankfurt ve benzeri kitap fuarlarında son gün satış yapılabiliyor.”
İlknur Özdemir de yayıncıların okurla buluşmasının onlar için son derece önemli olduğunun altını çiziyor: “Yayınevleri fuarda peşin satış olanağı buldukları için memnunlar. Ayrıca kitaplarını ve kendilerini tanıtabiliyorlar, okurlarıyla tanışabiliyorlar. İletişim kurabiliyorlar. Bunlar az şey değil.”
Diyarbakır Kafka Kitapevi’nden Mehmet Şahkan ise zaman zaman dillendirilen başka bir konuya, yayıncıların yer yer “yasal korsan” olarak adlandırdığı ve bir türlü çözülemeyen bir soruna, kötü ve hatta bazen çalıntı çevirilerle, doğru düzgün editörlük bile yapılmamış kitaplarla fuarlarda boy gösterenlere değiniyor: “İşini iyi yapmayan bazı yayınevleri çok ucuza kitap satarak bizim ekmeğimizi elimizden alıyorlar. Bir nevi haksız rekabet.” Sanırız yayıncıların epeyi de buna katılacaktır.
Kültür hamalları, gerçek okurlar, kuru kalabalık…
Yayıncılar okurla buluşmanın önemini çokça dile getirmişken şu soruyu da sormadan geçmek olmaz: Yayınevleri gerçekten orada mı? Stand çalışanlarının kitaplar konusunda ne kadar fikri var? İstanbul için durumun o kadar kötü olmadığını söyleyebiliriz belki ama diğer illerde açılan fuarlarda Kitapçı Yavuz Dönmez'in kitapçılar için söylediği yayınevleri için de söylemek mümkün. Her ne kadar bazı okurların standlarda çalışan ve fuar boyunca canı çıkan “kültür hamalları”nı yer yer örneğin fiyat politikası konusunda yayınevi sahibi yerine koyarak kızması, editörlerin yükümlülüklerine ilişkin hesap sorması ya da tüm fuarda hangi kitabın nerede olduğunu bilmekle sorumlu tutması pek adil değilse de bütün bütüne bir ilgisizlik halinin göze çarptığı durumlar da az değil.
Fuarın yükünü esas çeken kültür hamallarının yanı sıra bir de “gerçek okur” ve “kuru kalabalık” ayrımı var. Standların arkasından, ‘satıcı’ cephesinden üretilen bu tabirlerin “okurla buluşma” ruhuna uygun olmadığını da belirtmek gerek. Evet, “okurla” “okumaz” ayrılabilir ama “gerçek okur”la “kuru kalabalık”ı ayıran kriterin satın alma kapasitesi olduğu da bir gerçek! Bana kalırsa “en gerçek okur” kafasında listesiyle gelen, gerçekten hissettiği kitap ihtiyacını fuarda “parasız yollardan” karşılayan üniversite öğrencileri ve fuarda kazandığını “sektör indirimi”ne rağmen yine fuarda harcayıp bitiren çalışanlarıdır. En “kuru kalabalık” ise hiç de boş olmayan cüzdanı yerine ismiyle alışveriş eden “beleşçi aydın” tiplemesidir kesinlikle.
Ucuzluk, Görsellik ve “Yer Kaplamak”
Bu arada “gerçekten okur”un fuarla ilgili önceliği, kitabın sonu gelmediği için, tabii ki fiyat olacaktır. Pek çok okur bu kadar yol çektiği fuarda yapılan indirimleri yeterli bulmuyor. Ne de olsa normalde kitapları etiket fiyatını üzerinden paylarla çıkaran yayıncılar için burada aracı yok!
Basın Yayın Birliği’nden Münir Üstün de okurların haklılığını vurguluyor: “Kitaba ihtiyacı olan okur tabi ki indirim de ister pazarlık da yapar, bunda bir tuhaflık görmüyorum. TÜYAP Kitap Fuarının açılmasını bekleyen ciddi bir okur kitlesi olduğunu düşündüğümüzde kahraman okurlarımızın indirimi hak ettiklerini düşünüyorum. Fakat bazı büyük yayınevleri %20’den fazla indirim yapamıyorlar çünkü maliyetleri çok ama çok yüksek...”
İlknur Özdemir de; “Fuar indirimleri normal. Fuarın yer kirası, stand masrafı, çalıştırılan personel gideri gibi masrafları düşünüldüğünde daha fazla indirim pek mümkün değil,” diyor. Maliyetler konusunu hemen hemen her yayıncı vurguluyor. Mine Soysal da “her yıl artan stand fiyatlarına” dikkat çekiyor.
Bilge Sancı’ya göre: “Bu konuda kimseyi memnun edebilmek mümkün değil, okur aracısız olarak ulaştığı kitapta haklı olarak internetten daha fazla indirim bekliyor; yayıncı yüksek kiraları karşılayamama endişesi taşıyor; kitapçı yıl boyunca yaptığı işin sekteye uğratıldığını düşünüyor. Ancak en nihayetinde Tüyap bir okur fuarı ise yayınevleri mümkün olduğunca onların taleplerini karşılamaya odaklanmalı.”
Ancak yayınevlerinin standların gösterişi konusunda söyledikleri maliyetler konusundaki durumla çelişiyor, görselliğin giderek öne çıkmasını genel olarak kaçınılmaz buluyorlar. Erdem Öztop, “Görsellik, artık çağımızın bir getirisi. Fazla duygusal davranıyoruz sanırız,” diyor. Herkesi bilemem ama ben indirimi tercih ederdim açıkçası. Üstelik Semih Gümüş gibi bu aşırıya kaçan cümbüşün görüntü kirliliği yarattığını belirtenler de var.
Görsellik konusu, standların yerleşimi, bazı yayınevlerinin iki salonda birden yer alırken bir kısmının yerinden memnun olmaması, yeni yayıncıların yer bulamaması gibi sıkıntılarla birleşiyor.
İlknur Özdemir de standların dağılımı konusundaki eleştirilere katılıyor: “Yer kaplamak konusundaki eleştiriler haklı olabilir. Birden çok salonda fazlaca geniş yerler alan yayıncılar karşısında büyüdüğü için yerini genişletmek isteyen ama yer bulamayan yayıncılar olduğu da unutulmamalı.”
Can Öz durumu şöyle açıklıyor: “Bugünün çıkar üzerine inşa edilmiş dünyasında büyükler her yerde avantajlara sahipler. Ben de bu avantajları yakalamak için elimden geleni yapıyorum, yapmak zorundayım. Bu hem yayın endüstrisinin, hem de fuarcılığın temelinde vardır. Ama Tüyap’ın adil davranmak için yırtındığını da gayet iyi biliyorum, taraflı görüşüme ne kadar inanırsanız artık.”
Basın Yayın Birliği de Tüyap’ın hakkaniyetine güveniyor: “Özel stand yaptıran yayıncıların sayısı son yıllarda çok arttı. Yayıncılık bundan sonraki yıllarda birazda şov niteliğinde bir iş kolu olacak diye düşünüyorum. Dünya değişiyor, sektör değişiyor, aktörler değişiyor. Yer konusunda bir takım hatırlı yayıncıların fazla şansı olduğunu bir yerlerden duyuyoruz. Ama bu konuyu TÜYAP kitap fuarının vicdanına bırakmak sanırım en iyisi... Ben TÜYAP yönetiminin hak ve adalet kavramından yana olacağı konusundaki iyi niyetimi sürdürmek istiyorum.”
Bilge Sancı için bu çözülmesi gereken bir sorun: “Yerleşim, konusunda başka bir sistem geliştirilmesi mutlaka gerekiyor. Şimdiki durumda sonradan katılmak isteyen ya da zaman içinde büyüyen yayınevleri dezavantajlı durumdalar. Erken gelen oturur anlayışı sektörün bütün seslerini hak ettikleri gibi yansıtmaktan uzak.”
Mine Soysal da bu konudaki beklentilerini dile getiriyor: “Fuarlar, kiralanabilir ticari alanlardır. Sektörü/katılımcısı iyi tanımlanmış ve stand bölümlemesi başarılı bir fuar, ada ya da yarım ada standlar kadar, stratejik lokasyonlarda küçük standlar da sunabilmeli. Stand kiralarının ve hizmet bedellerinin her yıl ciddi oranda yükseldiği bir fuarda, müşterilere eşit önem verilmesi, koşulların iyileştirilmesi ve iyi hizmet sunulmasını beklenir.”
Onur aslıdan Yemin eioudrym aklıma geldin :=))) Vallaha sorcaktım seni o sırada bogazdan geçiyoduk..Konu konuyu açtı.. Unuttum öle sormayı…:=) Ayrıca sen hayırsızsın… Niye gelmiyon aramıyon sormuyon :)Serkanım Yazın için teşekkür ederim senin gibi dostların her daim başımın üzerinde yeri var ==))
Yeni yorum gönder