Şair, editör ve matematik öğretmeni kimlikleriyle tanıdığımız Hayriye Ünal’a ilk yayınladığı şiirinden, şiir, teori ve eleştiri dergisi Buzdokuz’un yayın hayatına başlamasına kadar birçok şey sorduk. Ünal, Buzdokuz’un yayın hayatına başlamasını “İnandığımız işi inandığımız şekilde yapmanın tek yolu” olarak ifade ederken; “Heyecanlı, sancılı, karanlık yanları da olan bir kulis dünyasıdır” sözleriyle dergiciliğe bakışını da açıkladı.
Kelimeleri hikâyeleri ile birlikte düşünürüm. Birer insan gibi yaşamları ve dönüşümleri vardır kelimelerin. Onun seyrini izlerim. Anlamları dışında görünüşleri ve tipografik hareketleri ilgimi çeker.
Yayımlanan ilk şiirimin adını anımsıyorum. “Gözleri Kamaşanlar İçin Üç Kısa Şarkı”. Eserlerimi yazma koşullarıyla ve başıma gelenlerle birlikte anımsarım. Bilhassa kötü muamele edilen bazı eserlerimin verdiği duyguya çok saygı duyarım. Yaydığı mesajın kaderine ettiği etkinin bilincinde olmadan güvenle iki kapak arasında sakince kalır.
Çok eskiden beri dergilerin mutfak tarafındayım. Heyecanlı, sancılı, karanlık yanları da olan bir kulis dünyasıdır dergi. Çok fazla sır ve bilgi kulağınıza erişir. Sizi, insanların zaaflarına yakından tanık eder. Ancak eserlerin doğuşlarına da tanık olur ve bir tür hakikat ebesi olursunuz. Bence renkli ve keyifli bir dünya bu.
Şiirin teorik yanı çok güçlü ve eski. Hikâye ise genç ve biraz da moda bir tür. Sosyal medyanın “story” atma, “flood” anlatma, “şimdi başıma gelen … olayı anlatmak istiyorum ++” zincirleri ile hikâye türünün kipleri çok uyum sağlıyor. Hikâye, insanın yaşayan tarafının kanıtı olarak daha mütevazı bir tür. İyi hikâyeciler nadiren Türkçeye iniyor. Şiirse atavik yönünü de anımsatarak geleceği biçimlendirecek bir güce sahip, inşacı ve iddialı bir tür. Şiir, gerçekten şiir olmuşsa tüm sözel birikimin bir çekirdeği gibi sımsıkıdır.
Okumak, bende yazmanın ön eylemi. Yan eylemi. Okuduğum sürece kilitler açılır, zihnimin koridorları birbirine bağlanır ve fikirlerle dolarım.
Kitaplar bana büyük kararlar almamayı öğretti. Tabii şu oluyor, bazen yaşamdaki bir tipi kitapta da görmüş oluyorum, çok benzerini mesela. Derhal farklara odaklanıyorum. Çünkü “başkasının gerçeği” hakkında bilgiçlik taslamamam gerektiğini öğreten filozofları da okudum. Felsefeden öğrendiğim en derin şey “fark”tır.
Rock, metal ve insan sesli klasik müzik seviyorum. Rap dinliyorum. Auteur dediğimiz felsefesi ve gözü olan yönetmenleri beğenirim. Atilla Dorsay kitabına isim yaparak Sinemayı Sanat Yapanlar dedi onlar için. Bir klasiktir belki ama Bergman, Fransız Yeni Dalgası, sonradan sevdim Türk sinemasındaki klasikleri; mesela Erksan. İtalyan auteurler hemen hepsi çok iyi. Rusya, İran filmleri bir şekilde kalitesine dair olumlu fikrim olup kanımın çok ısınmadığı işler. Yenilerde Kore atılımda, çoğunun adını bile bilmediğim filmler izledim. Çok başarılı.
Mevcut bağlamların, ortamların ifade etmek istediklerime, projelerime dar geldiğini ya da daha doğru bir ifadeyle elverişsiz olduğunu ‘eskisinden daha yoğun’ hissetmeye başlamıştım. Yanlış anlaşılmasın. Yazı ve şiirlerim hoşnutsuzlukla karşılanmadı hiçbir zaman. Bilakis en çok talep gördüğüm zamanlardı belki de. Konu H. Ünal olarak ben değilim yalnızca. Çevremdeki nitelikli eleştirmen ve şair arkadaşlarım da benzer şeyler hissediyordu. İnandığımız işi inandığımız şekilde yapmanın tek yolu Buzdokuz idi. Elbette yapabileceklerimizin de ötesini hayal ederek giriştik buna.
Yeni yorum gönder