Sürükleyici kitapların yazarı Harlan Coben’in yeni romanı Altı Yıl okurla buluştu. Gizem dolu ve tempolu hikâyede Jake ile Natalie’nin iyi başlayan ilişkisinin izleri sürülüyor. Ayrılık sonrası Jake artık sadece unutamadığı aşkını değil, kendini de aramaya başlıyor. Bu yolda karşılaşacağı zorluklar ise kahramanımızı ölümle yaşam arasındaki çizginin bir o tarafına bir bu tarafına savuruyor.
Bazı kitaplar vardır, ilk sayfasından itibaren okuyucuyu sıkı sıkıya tutar, son cümlesine kadar bırakmaz. Okurun bir sayfayı bitirmeden diğerine geçmek için sabırsızlandığı, böylesine sürükleyici kitaplarla özdeşleşen bir yazar; Harlan Coben. 1962 doğumlu Amerikalı yazar Harlan Coben, polisiye, suç, gizem ve korku türünde yazdığı kitaplarla tüm dünyada tanınan bir isim. Myron Bolitar karakteri üzerine on bir, Mickey Bolitar serisi için üç ve bunların dışında on sekiz bağımsız roman kaleme almış. Oyun Bozan, Kimseye Söyleme, Asla Vazgeçme, İhanetin 5 Yüzü ve daha niceleriyle tüm dünyada milyonlar satmış. Elbette bir çırpıda okunan kitaplarında hayatın sırrını vaat etmiyor; fakat okuru uykusuz bırakacak kadar sürükleyici hikâyeleriyle keyifli vakit geçirmek isteyenler için doğru tercih. Coben’in 2013 yılında kaleme aldığı, ülkemizde ise Kasım 2020’de okurla buluşan Altı Yıl (Martı Yayınları) adlı romanı da, tıpkı diğer eserleri gibi gizem dolu ve tempolu.
Bir ölümle açıldı anılar kapısı
Jake Fisher, başarılı bir öğretim görevlisidir. Tezini yazmak için küçük bir kasabadaki yaz kampına katılır. Burada Natalie isimli kadınla birbirlerine aşık olurlar. Ressam olan Natalie hakkında pek bir şey öğrenmeye dahi fırsat bulamaz, fakat ilişkileri kısa süreli olsa da hisleri bir hayli şiddetli ve gerçektir. Jake o yazın sonunda mutluluk rüyasından uyanıp kabusla yüzleşir. Natalie ani bir kararla Jake’ten ayrılır, eski sevgilisi olduğunu söylediği Todd isimli bir adamla evlenir. Hatta kasaba kilisesindeki mütevazı düğüne Jake’i bile davet eder. Gelinlik içindeki vedasında ise Jake’ten bir daha asla kendisini aramayacağına dair söz alır.
Bu mantıksız ve acı olaylar silsilesi üzerinden altı yıl geçmiştir. Jake üniversitedeki hayatına devam ediyordur. Fakat Natalie’yi bir gün olsun aklından çıkarmamıştır. Kendisi gibi öğretim görevlisi olan en yakın arkadaşı Benedict’le ne zaman dertleşseler, ona Natalie’yi anlatır. Günlerden bir gün üniversitenin internet sitesinde bir ölüm ilanı görür. Jake’in kalp atışları hızlanır, zira ölen kişi, Todd Sanderson, şayet bir isim benzerliği söz konusu değilse, Natalie’nin kocasıdır. Daha ilginciyse Todd’un, Jake’in çalıştığı üniversitenin eski mezunlarından olmasıdır. Fotoğraftaki kişinin altı yıl önce kısa bir anlığına düğünde gördüğü adam olup olmadığından emin değildir. İçi içine sığmaz. İlk uçağa bilet alır ve cenazeye gider.
Jake Natalie’yi görmeyi beklerken, her şey daha da karmaşık bir hal alır. Cenaze merasimindeki dul, Natalie değildir. Üstelik Todd’un, altı yıllık evliliğe matematiksel olarak sığmayan büyük çocukları vardır. Meselenin yalnızca bir isim benzerliği olduğunu düşünmeye başlar. Üniversiteye geri döner. Ancak aklı bir karışmış, şüphe içini kemirmeye başlamıştır. Bu defa bir şeyler öğrenebilme umuduyla Natalie ile tanıştıkları kampa gider. Çiftliğin kapıları kapalıdır ve içeride birilerinin yaşadığına dair hiçbir emare yoktur. Jake şansını yakındaki kasabada denemeye karar verir. Natalie ile beraber sık sık gittikleri kafenin ve onun düğününün yapıldığı kilisenin bulunduğu kasaba… Evet, kafenin sahibi onu tanımaz ve bu olasıdır, peki ya çiftlikteki kampa dair verilen cevaplar? Kime sorsa, orada asla böyle bir kamp olmadığını söylerler. Son çare kiliseye gider Jake. Natalie’nin nikahını kıyan papazı bulur. Papaz, kilisede kıyılan her nikâhın kayıt altında olduğunu söyleyip kısa bir arşiv taraması yapar. Kilisede Natalie ve Todd diye birileri asla evlenmemiştir.
Gece gelen e-posta
Jake artık aklını kaçıracak raddeye gelmiştir. Son çare olarak ölen Todd’un evine gider. Karısıyla konuşup her şeyi anlatır. Todd’un karısı ise tedirgin olmuştur zira kocası, evine giren yabancılar tarafından hunharca katledilerek öldürülmüştür. Şimdi de bir anda ortaya çıkan bir yabancı, kocasının başka birisiyle evli olduğunu söylemektedir. Kadın Jake’ten gitmesini ister. Jake evden çıkacakken duvarda asılı tabloyu görür. Bu, ressam olan Natalie’ye ait bir resimdir ve hatta altında da açık seçik okunan imzası vardır. Allak bullak bir halde üniversiteye dönen, ne yapacağını bilmeyen ve her şeyin gitgide daha da kötü olduğunu hisseden Jack’e o gece bir e-posta gelir. İletide sadece tek bir cümle yazar: “Bana söz vermiştin.”
Altı Yıl’da anlatılan hikâyenin ivmesi bir an olsun düşmüyor ve her soru işaretinin sonuna bir yenisi ekleniyor. Jake artık sadece unutamadığı aşkını değil, kendini de aramaya başlıyor. Bu yolda karşılaşacağı zorluklar ise kahramanımızı ölümle yaşam arasındaki çizginin bir o tarafına bir bu tarafına savuruyor. Birbirine karışmış, kördüğüm olmuş birkaç farklı ip düşünün; Altı Yıl tam olarak bu. Fakat Harlan Coben, çözülemez denen düğümleri bir bir çözüp ipleri tertemiz bir şekilde birbirlerinden ayırmayı başarıyor. Düğümleri atan kendisi olduğundan, çözmeyi bilmesi doğal karşılanabilir. Ancak böylesine girift bir hikâye söz konusu olunca, yaptığı iş takdire şayan diyebiliriz. Ve daha güzeli, o bunu sürekli yapıyor.
Yeni yorum gönder