Çağatay Yaşmut’un kaleme aldığı “Başkomiser Galip polisiyeleri”nin ilki olan Beyoğlu Çıkmazı, 2008’de yayımlanmıştı. 2012’de de Kadıköy Cinayetleri ile dördüncü kitaba ulaşmıştık. Sonrasında ise yeni bir macera eklenmedi bu seriye. Dolayısıyla, aradan geçen beş yılın ardından, bir beklentiyle de ziyaret ettik Yaşmut’u. Müjdeyi de aldık!
(Fotoğrafı büyütmek için tıklayınız.)
Başkomiser Galip, bu yıl içinde bu sefer bir öykü kitabıyla geri dönecekmiş. Ama Yaşmut’un halen üzerinde çalıştığı kitaptan, “Editör Cinayetleri” öyküsünden şu tadımlık alıntı, geri dönüşe dair şüphe tohumları ekiyor ister istemez:
Elime saplanmış maket bıçağını acısı yetmezmiş gibi, masada ne varsa bana fırlattığı için, kolumu başıma siper ederek kendimi güçlükle korumaya çalışıyordum. Artık, elimin acısına dayanamayacak durumdaydım. Bir an boş bulunup kolumu indirince son gördüğüm şey, havadaki tuğla gibi o kitaptı. Ortaçağ’da İşkence Yöntemleri tüm heybetiyle Berna’nın ellerinden fırlamış, bana doğru uçuyordu. Kitap alnımın ortasına isabet ettiğinde biran dünyam sarsıldı, sendeledim. Bunu hak etmiştim. Çünkü o kitabı bir gün önce masaya bizzat kendim koymuş ve orada unutmuştum. Hak etmiştim! Sendelemem fırsatını kaçırmayan Berna, kitaptan daha hızlı üzerime uçarak beni yere yıkmayı başardı, sırtım taş zemine çarpınca korkunç bir acı hissettim. Berna üzerime oturdu, avucuma saplamış maket bıçağına bütün gücüyle bastırarak, bıçağın sivri ucunu elimin üstünden çıkardı. O anda, hissettiğim o korkunç acıdan kaskatı kesildim, tüm gücümü yitirdim. Üstünlüğü ele geçirmenin sadistçe bir gülüşü yayıldı yüzüne. İkinci darbe için, elini havada görmemle yanağıma şiddetle inmesi bir oldu. Gözümde şimşekler çaktı. Ağzıma kan tadı doldu. Aynı yanağıma bir tokat daha yiyince beynim yerinden oynadı. O güçlü eller bir mengene gibi boğazıma sarıldı ve acımasızca sıkmaya başladı. Debelenmeye çalıştım ama boşuna! Berna bir güreşçi gibi çok kuvvetli ve kamyon gibi de ağırdı. Yavaş yavaş ölüyordum. Kıpırdayamıyordum. Kurtulamıyordum. Berna’nın ellerinde hayata veda etmek üzereydim. Ortaçağ’da İşkence Yöntemleri’nin son kurbanı bendim! Bilincimi yavaş yavaş kaybediyordum. N’apalım, bu hayatta herkes eninde sonunda ölecekti. Kaçınılmaz sondan korkmamalıydım. Daha iyi bir yere gidiyordum. Aydınlanma dedikleri şey buydu demek: Yaşamın, bedenin anlamsızlığını; ruhun ve ölümün değerini anlamış olmak. Debelenmeyi bırakarak kendimi Berna’nın ellerine teslim ettim. Bütün sıkıntılarım, dertlerim az sonra bitecekti. Ölmek bu kadar güzel miydi?
Ben Başkomiser Galip, bu yaşamdaki son anlarımı yaşıyordum!
Fotoğraflar: Pelin Ulca
Yeni yorum gönder