Şebnem İşigüzel, geçen seneye iki roman “sığdırmıştı.” Çalışma masasının fotoğrafını çekmek üzere, bu üretkenliğinin devam ettiğini düşünerek ziyaret ettik kendisini. Yanılmamışız!
(Fotoğrafı büyütmek için tıklayınız)
İşte bu masadan çıkmış bir metin. İşigüzel’in halen üzerinde çalıştığı, adı şimdilik “Yaşamak İstiyorum” olan romanından tadımlık bir bölüm:
Amerikan Hastanesi’nden çıktıktan sonra Şakayık Sokak’taki evimize uğramadım bile. Ne eşya, ne anı, ne aşk. Bunların hepsi tuzak. Nerede ölmeyi gözüme kestirdiysem oraya böylece gidebilirdim. (…)
Fazla uzağa gitmeyecektim. Ölmek için fazla uzağa gitmeye gerek yoktu çünkü.
Bu tuhaf bir his. Hissetmiştim diyorsunuz. Doktora gitmeye korktum. Bu kadar basit, bu kadar saçma.
Teşvikiye Caddesi’ne Akkavak Sokak’dan girilen pasajdan çıktım. Bu pasajı çok severdim. Nişantaşı’nın zarif camisinin önünden geçtim, Maçka’ya doğru kıvrıldım. Karşı kaldırımda bir meslektaşımı gördüm. O da beni gördü. Görmezlikten geldim. Çantamdan telefonumu çıkardım, uçak moduna aldım. Aramasını istemezdim.
“Hadi gel bir kahve içelim.”
Oysa benim içim yanıyordu. Buz gibi biralar, şaraplar, sodalar, bol buzlu cin tonikler içmek istiyordum. Öyle bir his. Maçka’dan aşağı yürüyecektim. Bu basit insani eyleme her yere yürüyerek gidecek kadar sevdalıydım. Bay bay Nişantaşı. Bay bay bana çok şey katan ve her şeyimi elimden alan güzel semt.
Sabah hava rüzgarlıydı. Trençkotumu giymiştim. Burberry. Ayağımda loaferlerim vardı. Orjinal Lumberjack. İyi kesim paçaları bilekte biten pantolonum, Max Mara, pamuklu düz kazağım, Stella Mc Cartney, omzumda Tods’um. Bileğimde Cartier çivi bileziğim diğer kolumda Seiko saatim. Gözlüğümü hastaneden çıkar çıkmaz takmıştım belki ağlarım diye. Bana baktığınızda göreceğiniz şey buydu işte. Derli toplu bir kadın. Fiziği düzgün. Yakından baksanız gayet iyi halde. Temiz. Bir gram fazlalığı yok. Bakmış kendisine. Uğraşmış. Bütün ömrü eğilip bükülerek geçtiği halde o omurgasını güçlendirmiş. Dimdik. İyi yüzmeyi öğrenecek vakit bulamamış ama tedavi parasını ödeyemeyen pilatesçi sayesinde muayenehanesinde aldığı özel derslerle, hiç kafa yormayın şantajla alakası yok bunun, omuzlar geride, göğüs açıklığı yerinde, çene ileride, baş dik. Bir ipin ucunda asılı kavun gibi doğal salınımında baş. Ama içini görseniz o kadının… Hasta. Çürümüş. Yazık olmuş ona. Çok yazık olmuş.
İnsan nerede yaşar? Baktığımız ve gördüğümüz yüzünde mi? Yoksa daha derinlerde mi? Yiyerek içerek beslediği kanlı canlı organlarında mı yoksa nefes gibi görünmeyen ruhunda mı?
İnsan iç dünyasında yaşar.
Fotoğraflar: Pelin Ulca
Yeni yorum gönder