Yıl 2002, İstanbul’da serin bir ilkyaz sabahı Tahsin Yücel’le tanışmaya gidiyorum. Heyecanlıyım çünkü yazarın yeni kitabı Yalan, beni derinden etkilemiş. Türkçenin ve yazarın önemli eserlerinden biri olacağını, hep anılacağını hissediyorum için için. Diğer yandan da bir dil ustasıyla, çeviriye ve dile kendi yorumunu getirmiş bir edebiyatçıyla tanışmak elimi ayağımı kesiyor haliyle... Şişli’de o mütevazılığıyla meşhur evinin salonunda karşılıklı oturuyoruz Tahsin Hoca’yla. Ben, şimdi olsa asla soramayacağım soruları acemiliğin ve ilk gençliğin verdiği cüretle birbiri ardına sıralıyorum, o yanıtlıyor. Geriye şimdi baktığımda şaşılacak kadar iyi bir söyleşi kalıyor, bir de Tahsin Yücel’in beni uğurlarken omzuma dokunup şefkatle söyleyiverdiği, “Siz bir gazeteci değilsiniz, bir edebiyatçısınız,” sözü. En kıymetli hatıralarımdan biridir… O vakitler edebiyatçı değildim elbette, ama onun bu kehanetvari sözünü dinledim, olmaya çalıştım. Bana kişisel olarak bu çok kıymetli hatırayı, Türkçeye ise sayısız önemli çeviriyi, deneme-eleştiri-incelemeyi, sekiz öykü kitabını ve sekiz romanı veren Tahsin Yücel, bugün aramızdan ayrıldı. Türkçenin kaybıdır.
Tam seksen altı kitabın çevirisini geride bıraktı Tahsin Yücel. Tom Amca’nın Kulübesi’nden Jane Eyre’ye, Madam Bovary’den Sappho’ya, Baudelaire’in Paris Sıkıntısı’ndan Herzog’un İklimler’ine, dünya edebiyatının çok önemli eserlerini dilimize kazandırdı. Andre Gide, Roland Barthes, Andre Malroux, M. Ayme, Aleksander Dumas, birden fazla eserini çevirdiği yazarlardan bazıları. Ne tuhaftır ki geçtiğimiz gün kaybettiğimiz Tournier’in de çevirmeniydi aynı zamanda. Arka arkaya büyük kayıplar vermeye alıştık diyeceğim, dilim varmıyor. Yaşar Kemal’in kaybını henüz atlatamadan Gülten Akın, Gülten Akın’ı atlatamadan Tahsin Yücel.
Yazarlık hayatına öyküyle başlamıştır Yücel. İkinci öykü kitabı Haney Yaşamalı, ilk ödülünü de getirecektir ona: 1956 Sait Faik Hikaye Armağanı. Ömrü boyunca yazacak, yazdıkça ödüller de arkasından gelecektir hep. Yetmiş yaşında bile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alacaktır söz gelimi. Orhan Kemal Roman Armağanı, Azra Erhat Çeviri Üstün Hizmet Ödülü, Yücel’e verilen diğer ödüllerden birkaçıdır. İlk romanı Mutfak Çıkmazı’nı 1960 yılında yazar. İkinci romanı Peygamber’in Son Beş Günü, tam otuz iki yıl sonra gelecektir; öykü kitaplarıyla, çevirilerle, deneme-eleştiri kitaplarıyla dolu geçen bir otuz iki yıl sonra... 1992 ile 2010 yılları arasında romana ağırlık verdiğini görürüz yazarın. Tabii araya yine iki öykü ve çeşitli deneme kitaplarını da alarak.
Ahmet Oktay, bir yazısında Yücel’in çok erken bir tarihte, “Daha 1975'te yazınsal pratiğin kendine özgü, sıradan okurca hemen fark edilemeyen dönüşümünü sezmiş, öncelikle 'bildiren olma' konumunun içerik düzleminde yol açabileceği gücül olumsuzluğu kavramış, yazınsalın medyatikleşeceğini anlamış görünüyor,” demiştir; günümüzün yazınına ve pek çok yazarına yönelmiş belki de erken bir eleştiri sezmiştir. Haksız değildir. Yücel hemen her eserinde, bir yandan taşrayı ve şehrin hazin dönüşümünü ele alırken diğer yandan da toplumun içini boşaltan, sistem tarafından pompalanan yozlaşmış eğilimleri eleştirir. Eleştirisini güçlü bir ironik üslupla yöneltir üstelik. Ağır bir yazar gibi görünmesine karşılık, mizahi duygudan yana zengin bir dili vardır. Toplumun çaresizliğini, idollere, sahte kahramanlara, yalancı önderlere olan tutkusunu, zafiyetini, ihtiyacını romanlarının ve öykülerinin konusu yapmaktan çekinmemiştir. Peygamber’in Son Beş Günü, Yalan, Bıyık Söylencesi, Gökdelen, hep bu türden muhalif, ironik, toplumdan kopmadan eleştirisini içeriden yapan parlak eserlerdir. Hatta 2006 yılında yayımlanan, inşaatlarına devam edebilmek için adalet sistemini değiştirmeye niyetli bir kahramanın anlatıldığı son romanı Gökdelen için, bu romanda salaklık egemen diyecektir. Çağı işaret ettiğinden şüphe ettirmeyecektir!
Yalan dünyanın yazarı
Diğer yandan Tahsin Yücel, dil üzerine düşünmeyi seçen, bunu hem yaşam biçimine hem de bir edebi tercihe dönüştüren nadir yazarlarımızdandır. İşte bu yüzden hem Tahsin Yücel külliyatında hem de Türkçe edebiyatta Yalan’ı alır bir başka yere koyarım. Kuşların oğlunun romanıdır çünkü Yalan. Kuşların dilini çözen, yazının dilden önce çıktığını iddia eden yeni bir dil kuramıyla ünlenen, adılların adlardan daha önemli olduğunu öne süren, kendi gerçek dilini bir türlü bulamadığı için ironik bir şekilde kekeleyen kuşların oğlu, sahte idol, gerçek kahraman Yunus Aksu’da Yücel’in kendisini görür gibi olurum hep. Eril aklın yapaylığında kurulan dil ve yazının, erkeklik denen şeyi nasıl da perişan ettiğini görmesine ve bunu bir yazın konusu etmekten çekinmeyişine şaşırırım. Ve işte tam da bu noktada Tahsin Yücel’i edebiyatımızda ayrı bir noktaya koyarım, hem aklım hem de doğrusunu söylemek gerekirse, gönlümce… Diğer yandan da dili sadeleştirmekte ve yeni Türkçe kelimeleri gündeme sokmaktaki, kimi zaman eleştirilen ısrarının temelinde yatan dürtüyü, sanki Yalan’da yarattığı atmosferle açıklamak istemiştir Yücel.
Yapıtlara değil, yazarlara hayran olmanın moda olduğu bir zamanda yaşıyoruz, malum. Zannediyorum ki Yücel, edebiyat içinde bu eğilimi çok önceden sezmiş, günümüz yazınına hakim olan eril-maço-kahramanlık merkezli gidişatla, yapıtlarında bir alamda dalga geçmiş; yazar kimliğini ise bütün bunlardan, görünmez olmayı tercih ederek, korumuştur.
Yazının başında sözünü ettiğim söyleşimizin son sorusuna verdiği yanıtla bitirmek isterim: “Yalan, gerçeklikten kopma, süreklilikte bir kesinti olarak düşünülürse; gerçeğe ve içinde yaşadığımız topluma, bu topraklara bağlılık eğiliminin azalması, her şeyi yıkıp yeniden yapma hastalığı bizi bir tür toplumsal yalana sürüklemektedir. Geçmişe çok bağlı birisi değilim ancak bu kopuşla birlikte artık yapay bir dünyanın, kendi yarattığımız bir yalanın içinde yaşamaya çalıştığımızı söyleyebilirim.”
Yeni yorum gönder