Amin Maalouf, Türkiye’de çok az yazara nasip olabilecek bir sevgi halesiyle sarmalanmış bir yazar. Her kitabı sadece çok okunmakla kalmıyor aynı zamanda edebi çevrelerde tartışılmaya değer görülüyor. Hatta edebi çevrelerin dışına çıkıp düşünce dünyasına da ilham veriyor. Eleştiriler de ardından geliyor tabii ki. Gazeteci kökenli bir edebiyatçı olarak güncelin akıp giden nehrinden kadim bahçelere arklar oluşturuyor ve güzel bahçelerin oluşmasına vesile oluyor. Romanlarından bahsediyorum elbette. Osmanlı sonrası kuşağın mensubu bir Lübnanlı olarak payına çokça hüzün düşmüş bir isim Maalouf ve bu hüzünleri koyabileceği kutu olarak da romanları seçmiş. Yazar olarak macerasını çoklu aidiyetler ve gerçeğin işlenemez hale geldiği durumlarda kurguya kaçarak sürdürüyor. Ancak kurmacanın imkanlarını ustalıkla kullanması orada çok rahat ettiği anlamına gelmiyor. Çivisi Çıkmış Dünya’dan sonra Uygarlıkların Batışı yazarın düşünce serüveninde “denizin bittiğini” yani artık kurmacanın yeterince cazip olmadığını gösteriyor. Romanlarında gördüğümüz deniz yolculuklarının bir benzerini yeni kitabının kapağında görüyoruz ki kendisi de düşünce yolculuklarına Titanik’in dahil olduğunu söylüyor. Kocaman bir gemi nasıl batabilir, tüm insanlık olarak geliştirdiğimiz “uygarlık” nasıl olur da basiretsiz bir şekilde buzdağına çarpabilir. Gerçek şu ki, batan uygarlıklar değil Amin Maalouf’un kendi oluşturduğu hayal dünyası. Okur için ve belki başta kendisi için estetize ettiği, yeniden kurguladığı Levant dünyası sadece kâğıt üzerinde var. Kıymetli eşi Andre Maalouf da kendisinden farklı bir yöntemle yemek tarifleri üzerinden bu dünyayı yaşatmaya çalışıyor.
Dosya
Dosya
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Dosya Yazıları
Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.
Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.
Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.
Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Yeni yorum gönder