2014’te Nick Cave’in filmi çekildi. Hayatındaki bir günün kurgusal olarak anlatıldığı dramatik bir belgeseldi bu. Sinemadan çıktığımda, onu sevenlerin, yani benim gibilerin filmden çok hoşlanacağını düşünmüştüm. Tamam, psikanalistiyle konuşma sahneleri ve “fazla canlı” konser görüntüleri sahiciliği törpülüyordu ama yine de güzeldi. Sonra, aylar sonra, bir arkadaşım şöyle dedi: “Dünyada 20000 Gün filminde Nick Cave arşivindeki görevlilerin eldiven kullandıklarını görünce benim için Nick Cave bitti.” Anksiyete, aşırı kontrol isteği... Bu geçerli bir neden olabilir miydi, “baba”yı silip atabilmek için? Bilemiyorum, belki...
Öte yandan filmde Nick Cave’i tüm samimiyetiyle görebildiğimizi düşündüren sahneler de az değildi. Özellikle sondaki itiraflar ve ona eşlik eden görüntüler böyleydi bence. Hâlâ “ortası” yok mu adamımızın? Ya “id” ya da “süper ego” mu hep?..
Çok uzun bir yoldan geldi o. Avustralya’da doğdu, 1980’de ülkesini terk etti ve bugün, 60 yaşına iki kala, hâlâ gayet formda görünüyor. Belli ki kendisine iyi bakıyor ve anı yaşarken doygunluğa ulaşabilmeyi beceriyor. Besteci, şarkıcı, oyuncu, yazar ve hepsinde de oldukça başarılı. Karizmatik, çekici, tarzı var ve bence en önemlisi, uzak kalındığında kendisini özletiyor. Yeni albümler kaydetmese de olur, bugüne kadar yaptığı müzikle idare edebilirim, ama işte gün geliyor ve o ses yine duyulmak isteniyor.
Cave’in son stüdyo albümündeki “Push the Sky Away” isimli şarkı, bana kalırsa müzik ile edebiyatın, şarkı ile şiirin bütünleştiği bir zirve. Geldiği noktayı, bugünü ve aynı anda tüm geçmişini dile getiren, notalara dönüştüren benzersiz bir pırlanta: “Bunun için geldim dediğin her şeye sahipsen eğer/ Her şeyin varsa ve daha fazlasını istemiyorsan/ Bir yana itmelisin artık/ Bir yana itmelisin gökyüzünü// Ve bazıları bu sadece rock n’ roll diyorsa/ Ama o senin ruhunun ta derinine iniyorsa/ Bir yana itmelisin artık/ Bir yana itmelisin gökyüzünü.” Aslında ekip artık müzik yapmasa, bu şarkı nefis bir final olarak görülebilir. Tıpkı, Talking Heads’in son albümü Naked’in finalindeki “Cool Water” gibi..
Kağıt yoksa torba var
Görünen o ki, filmden sonra sıra şimdi kitapta. Son romanı Bunny Munro’nun Ölümü’nün üzerinden altı yıl geçmişken, adamımız, uçak koltuklarında bulunan kusmuk torbalarına yazdığı notları The Sick Bag Song ismini verdiği bir kitapta toplamaya karar vermiş. 2014’te grubu Bad Seeds’le beraber çıktığı 22 şehirlik Kuzey Amerika turnesi sırasında alınan bu notlar, zamanla “ilham, aşk ve anlam arayışında olan epik bir şiir” bütünlüğüne erişmiş. “Masalsı ve huzursuz bir destan” olarak da tanımlanıyor. Kitabın iki versiyonu var. 30 sterline satışa sunulacak “normal” baskısında Cave’in okuduğu sesli kitap da yer alıyor. İçinde, tasarladığı kusmuk torbasının bulunduğu sınırlı sayıdaki özel basım seri için ise 4 Haziran gününü beklemek gerekiyor. Sadece 220 adet basılan bu “prestij” kitabı 750 sterline satılacak. Bu kitapta Nick Cave’in notları, çizimleri ve şarkı sözleriyle dolu bir kusma torbasının yanı sıra kitabın okunduğu iki “beyaz” plak yer alacak. Elbette imzalı... Bunlara alıştık artık, hatta sıradan ürün paketleri artık kimseye çekici gelmiyor galiba. 220 adet özel baskının ise daha ilk günden tükeneceğini tahmin etmek güç değil. (Bu arada sanatatak.com ilginç bir tesadüfe dikkat çekmiş: “Heykeltıraş Cem Sağbil’in de kusma torbalarının üzerine yaptığı desenlerden oluşan bir koleksiyonu var. Hatta Sağbil, 2016’da, yirmi yılı aşkın bir süredir her seyahatinde eksiksiz, değişen ruh hali üzerine desen yaptığı kusma torbalarından oluşan bir sergiye hazırlanıyor.”)
2000 yılında şarkı ve söz yazarlığı üzerine verdiği seminerde, “Her gerçek aşk şarkısının Tanrı için yazılmış olduğunu” söyleyen Nick Cave’e Tevrat ve İncil’in bolca ilham verdiği biliniyor. Dostoyevski ve Blaise Pascal’dan çok etkilendiğini söyleyen Cave, John Berryman’ı da en iyi şair olarak gördüğünü söylemişti. Acaba Türk şiirinden okuduğu, sevdiği şair var mıdır diye merak ediyor insan doğrusu.
Behçet Necatigil’in de şiir notlarını sigara paketlerine ve kibrit kutularına yazdığı bilinir. Nick Cave’in Brighton’daki evinin, Necatigil’in Beşiktaş’taki evinden daha yüksek tavanlı olduğunu Dünyada 20000 Gün filmi sayesinde öğrendik. Kusmuk torbalarının genişliğini merak etmemize de kimse itiraz edemez.
* Görsel: Ethem Onur Bilgiç
Yeni yorum gönder