İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.
Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?
Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, ödül töreni sırasında yaptığı konuşmayı yayınlamaya devam ediyoruz.
İşte, Thomas Mann'ın ödül aldığı 1929 yılında yaptığı banket konuşması:
Şimdi sizlere teşekkür etme sırası bende ve bunu nasıl dört gözle beklemiş olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Ama heyhat, bu kritik anda sözlerimin hislerime yetmeyeceğinden korkuyorum ki doğuştan hatip olmayanlar bunu sıklıkla yaşarlar.
Tüm yazarlar hatip olmayanlar sınıfına aittir. Yazar ve hatip hem farklılardır, hem de yaptıkları şeyler açısından birbirlerine karşıtlardır ve yarattıkları etkinin başarısı farklı şekillerde ilerler. Edebi açıdan bakıldığında, ikna olmuş yazarı, hem konuşmanın doğaçlama ve müphem yapısı, hem de konuşmacının kişiliğinin etkilerince doldurulması gereken çok sayıda belirleyici boşluklar yaratan o ekonomi ilkesi, sezgisel olarak geri iter. Ama benim durumum geçici zorluklar nedeniyle karmaşıklaştı ve bu zorluklar eğreti hatipliğimi de başarısızlığa mahkûm ediyor. Elbette burada, siz, İsveç Akademisi'nin saygıdeğer üyeleri tarafından içine dahil edildiğim, harikulade bir kafa karışıklığı ve coşkunluk durumundan bahsediyorum. Gerçekten de, bahşedeceğiniz onurun görkeminin farkında değildim. Benim yapım epiktir, dramatik değildir. Yaradılışım ve arzularım, yaşamda ve sanatta düzenli bir ritim tutturabilmek için barışı gerektirir. Bu düzenli ritmin tam ortasına Kuzey'den düşen dramatik havai fişeğin, hitabet yeteneğimi kendi doğal halinin bile daha altına düşecek şekilde azaltmasına şaşmamalı. İsveç Akademisi kararını açıkladığı günden beri, şen bir sarhoşluk, büyüleyici bir altüstlük yaşıyorum. Bunun zihnimde ve ruhumda yarattığı etkiyi, en iyi Goethe'nin tatlı ve meraklı aşk şiirlerinden biri tanımlayabilir. Şiir Cupid'e yazılmış ve aklımda kalan satırı şöyle: "Sahip olduğum her şeyi sakladın ve yerlerini değiştirdin." Nitekim Nobel Ödülü de, epik ev yaşantıma ait şeyler arasında dramatik bir kafa karışıklığına kadir oldu. Nobel Ödülü’nün üzerimdeki etkisini, tutkunun düzenli bir insanın yaşamında yarattığı etkisiyle karşılaştırsam küstahça davranmış olmam sanırım.
Ancak yine de, bir sanatçının şu anda üzerine yağmakta olan bu onuru, içinde kuşku olmadan kabul etmesi ne kadar da zor! Bu konuda vicdanı rahatsız olmayacak olan, düzgün ve kendini eleştirebilen bir sanatçı var mı? Böyle bir ikilemde, yalnızca insanlar üstü ve bireyler üstü bakış açıları destek sağlayabilir. Özellikle böyle bir durumda, bireyden kurtulmak her zaman en iyi çözümdür. Goethe gururla şöyle demiştir; "Yalnızca hilekârlar alçakgönüllüdür." Bu, kendini madunların ve ikiyüzlülerin ahlakından ayrı tutmak isteyen bir senyörün sözleridir. Ancak, bayanlar baylar, bu hakikatin yalnızca bir kısmıdır. Alçak gönüllülükte erdem ve zekâ vardır. Bana bahşedilenki gibi bir onurda kibir ve nobranlık kaynağı bulan kişi ise hiç şüphesiz ahmaktır. Bana verilen bu uluslararası ödülü, ülkeme ve ülkemin insanlarına adıyorum. Bugün benim gibi yazarlar, kendilerini bu ülkeye ve bu insanlara karşı, ülkenin acımasız imparatorluk döneminin doruk zamanında hissettiklerinden daha yakın hissediyorlar.
Yıllar sonra Stockholm uluslararası ödülü, bir kez daha Alman aklına ve özellikle Alman yazısına verildi. Benim yaralı ve çoğu zaman yanlış anlaşılan ülkeme karşı, Dünya'nın sunduğu buna benzer sempatik yaklaşımlar konusundaki hassasiyeti takdir etmekte zorlanabilirsiniz.
İzin verirseniz, bu sempatinin anlamını daha iyi açıklamaya çalışayım. Geçtiğimiz on beş yılda, Almanların entelektüel ve artistik alanlardaki başarıları, vücut ve zihin açısından iyi koşullarda elde edilmedi. Hiçbir iş, bu rahat güvenlik içinde büyüme ve olgunlaşma fırsatı bulamadı, sanatın ve zekânın, yoğun şekilde ve genel olarak problemli koşullarda var olabilmesi gerekti. Bu koşullar, Alman aklının, Batı'ya ve Avrupa'ya ait olan şeklin saygınlığı ilkesini koruduğu, Doğu'nun ve Rusya'nın tutkulu kaosuna benzeyen, perişan, çalkantılı ve ıstıraplı koşullardı. Avrupalı için, şekil bir onur meselesidir, öyle değil mi? Bayanlar baylar, ben bir Katolik değilim. Geleneğim sizlerinkine benzemez. Ben Protestanlığın, Tanrı'ya yaklaşımının doğrudan oluşunu desteklerim. Yine de, çok sevdiğim bir aziz vardır. Adını size söyleyeceğim. O, gençliği tehlikedeyken ve her yandan kılıçların ve okların saldırısı altındayken, acısının ortasında gülümseyebilen Aziz Sebastian'dır. Istıraptaki zarafet, Aziz Sebastian'ın temsil ettiği hamasettir. Bu tablo çok cesur görünebilir ancak bu hamasetin Alman aklına ve Alman sanatına ait olduğuna inanmadan edemiyorum ve Almanya'nın bu edebi başarısına verilen uluslararası ödülün, bu yüce hamasete verildiğini düşünüyorum. Almanya, şiiri ile ıstırabındaki zarafeti ortaya koymuştur. Kederin anarşisine politik anlamda boyun eğmeyerek onurunu korumuş ve Doğu'nun ıstırap ilkesiyle Batı'nın şekil ilkesini birleştirerek ruhani birliği sağlamıştır ve ıstıraptan bir güzellik yaratmıştır.
İzin verirseniz konuşmamın sonunda biraz kişiselleşeceğim. Kararın açıklanmasından sonra fikrimi almaya gelen temsilcilere de söylemiştim; Lübeckli biri olarak, Kuzey yaşamıyla kendi yaşamım arasındaki birçok benzerlik nedeniyle çocukluğumdan beri bağlı olmam ve bir yazar olarak Kuzey fikir yapısına ve atmosferine büyük bir edebi sempati ve hayranlık duymamdan dolayı, Kuzey'in, İskandinav Dünyası'nın beni bu şekilde onurlandırması beni çok mutlu etti ve duygulandırdı. Gençken, şu anda genç insanların hâlâ sevdiği bir hikaye yazmıştım. Tonio Kröger. Kuzey’i ve Güney'i ve bunların bir insanda, problemli ve üretken bir birleşim oluşturmasını anlatan bir hikâyeydi bu. Hikâyedeki Güney, sanatın soğuk tutkusunun, şehvetli ve entelektüel yolculuğunun kaynağıydı. Kuzey ise, kalbi, burjuva evi, köklü duyguları ve içten insanlığı temsil ediyordu. Şimdi kalbin evi olan Kuzey beni muhteşem bir kutlamayla karşılıyor ve kucaklıyor. Bu hayatımdaki en güzel ve anlamlı günlerden biri, yaşamın bir kutlaması, İsveçlilerin şenlik günü dediği "högtidsdag". İzin verirseniz, İsveççeden çok acemice alıntıladığım bu kelimeyle ilgili son isteğimi belirteceğim. Bayanlar ve baylar, Dünya için son derece faydalı ve önemli olan ve bu geceyi borçlu olduğumuz Nobel Vakfı'na şükranlarımızı sunmak için bir araya gelelim. İsveç geleneklerine uygun olarak, Nobel Vakfı için dört kere "yaşasın" diyelim!
Çeviren: Elif İlik
Yeni yorum gönder