Dijital iletişim çağında okuma alışkanlıklarımızla ilgili gelişmeler gündemden hiç düşmüyor. E-kitaptan tutun, Twitter gibi sosyal ağların hayatımıza soktuğu 140 karakterlik kısacık metinlere, yayınevlerine gerek duymadan kendi kendimize bastığımız kitaplara, Amazon gibi dev dağıtım ağlarına, bloglara, internet gazetelerine vs uzanan yepyeni bir okuma evreninin içerisinde bulduk kendimizi. Okuma alışkanlıklarımız değişirken yazma alışkanlıklarımız da değişiyor mu peki? Kaç sayfalık romanlar yazdığımızdan bahsetmiyorum, o bambaşka bir tartışmanın konusu. Yazarken daktilolardan dolmakalemlere, oradan da dizüstü bilgisayarlara ve şimdi de tabletlere doğru değişen yazma sürecimizden bahsediyorum. Çünkü günümüzde metinlerin çoğu, hatta belki de tamamı, dijital evrende yer bulduğu için, kalemler ve daktilolarla iş bitmiyor artık. Yazar, blogcu, öğrenci, avukat ya da ev kadını, günümüzde cümlelerini nereye, nasıl yazıyor? Buyurunuz, başlayalım.
İklimler, topraklar ve bitki örtüsü
Yazmak her açıdan kişiye özel bir uğraştır. Bir odaya kapanıp saatlerce, haftalarca, bazen yıllarca tek bir metin üzerinde çalışıp durursunuz. Yanınızda elinizi tutacak, size yol gösterecek birisi olmaz. Dahası, o odanın içinde sizin kurallarınız ve alışkanlıklarınızdan oluşan, tamamen size özgü bir dünya vardır. Başka bir yazarın dünyasında yeşeren bitki örtüsü, sizin toprağınıza ekildiğinde belki iki günde solup ölür.
Yine de çoğumuz kendimizi, “Başkaları nasıl yazıyor” diye meraklanmaktan alıkoyamayız. (Sadece yazarlar değil, okurlar da alıkoyamaz.) Kim bilir, belki yalnız olmadığımızı hissetmek için, belki hayran olduğumuz yazarları daha iyi anlayabilmek için, belki de yazma eylemini kurcalamayı, büyüsünü çözmeyi sevdiğimiz içindir bu karşı koyulmaz merak.
Kurcaladıkça görürüz ki her yazarın huyu suyu farklıdır. Günün hangi saatinde yazmayı tercih ettiği, penceresinin nasıl bir manzaraya açıldığı, kahvaltıda ne yediği, yazarken ne giydiği yazardan yazara değişir. Doğal olarak yazarken kullandığı araçlar da farklı olur. Defter ve kalemden şaşmayanlar da vardır, aklına gelen sözcükleri doğrudan bilgisayara geçirenler de...
Ben romanların ve öykülerin ilk taslaklarında defter-kalemciyim. Sonra tüm o defter sayfalarını -noktasına virgülüne dokunmadan- bilgisayara geçiririm. İkinci, üçüncü, dördüncü vs taslakları bilgisayarda yazarım. Tüm düzeltmeleri bilgisayarda yaparım. İşe kağıt kalemle başlamak benim için sadece romantik bir tercih değildir. Pratikte de çok işe yarar. İçimdeki “takıntılı editör” ile “gaddar eleştirmen" karması Frankenstein'ın parmaklarını Ctrl-X tuşlarından mümkün olduğu kadar uzak tutmak, benim için ilk taslağı bitirebilmenin belki de tek yolu. Dergi ve blog yazılarını ise (mesela şu anda bu dosyayı) tabletime yüklediğim uygulamalardan birinde yazarım. Sonra düzeltmeler için onu da bilgisayara yollarım. Özetle, teknolojik oyuncaklara lüzumundan fazla meraklıyım ama defterlerimden vazgeçmeye de hiç niyetim yok.
Defterler ve kalemler başka bir dosyaya kalsın, bu seferlik konumuz teknolojik oyuncaklar.
Her yazar elbet bir gün...
Eğer ucundan kıyısından profesyonel yazarlık yapıyorsanız, ne kadar inat ederseniz edin, işinizin en azından son safhasında bilgisayarla haşır neşir olmak durumundasınız. Aslında bilgisayarla haşır neşir olmak tek başına o kadar kötü bir şey değil. Çok daha kötüsü var, adına da Microsoft Word diyoruz. Ne yazık ki her yazarın yolu, bir gün Microsoft Word'e düşecektir. Çünkü yayınevleri, gazeteler ve dergiler, standart metin dosyası olarak Word dosyasını kabul ediyorlar ve kısa vadede bu durumun değişme olasılığı pek yok.
Diyeceksiniz ki, "Word'ün ne zararını gördün? Sana ne yamuk yaptı ki böyle ileri geri konuşuyorsun?" Bu soruya rasyonel bir cevap vermem çok zor. Bana göre Word, bozuk floresanlı muhasebe ofislerine ait bir yazılım. Romanınızın içine bir sunum dosyası, ya da üçe sekiz bir hesap tablosu iliştirmek istediğinizi hiç sanmıyorum. Tamam, Jennifer Egan iliştirdi ve ortaya gerçekten çok şahane bir roman çıktı (İt Kopuk Takımı), ama o numarayı ikinci defa yapmaya hiç gerek yok. "Kelime işlemcisi" lafı bile insanı geriyor zaten.
Uzun lafın kısası, mecbur kalmadıkça elimi Word'e sürmek istemem. Tamam, günün sonunda yazdıklarımızı bir Word dosyası haline getirmemiz lazım, bunda kaçış yok ama işin bu aşamasını mümkün oldukça geciktirmemiz mümkün. O zaman ilk olarak daha şık, daha kullanışlı, daha sevimli metin yazma programlarına bakalım.
Scrivener: Uygulamayı geliştiren şirketin isminin güzelliğine bakar mısınız lütfen: Edebiyat ve latte. “Scrivener” da malum, Melville'in kült kahramanı Bartleby'nin mesleği, yani yazman, ya da katip. Scrivener, yazarlar için tasarlanmış ürünlerin arasında en tepeye oturmuş durumda ve yıllardır yerinden kımıldamıyor. Sanırım bunun sebebi, kullanıcılarının bu şahane uygulamaya tutkuyla bağlı olması.
Peki nedir bu uygulamanın marifeti? Öncelikle dosyalarınız var - diyelim ki roman dosyalarınız bunlar. İçlerine romanınızın bölümlerini oluşturan alt dosyalar yerleştirebiliyorsunuz, onların da içine metinler, resimler, notlar, artık canınız ne isterse... Her şeyin sırasını istediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz, araya başka dosyalar ekleyip çıkarabiliyorsunuz.
Diyelim ki romanınızı yazarken bir de araştırma dosyası tutmak istiyorsunuz. Ve o dosyadaki ıvır zıvırı da bir mantar panonun üzerine dizmek istiyorsunuz. Hani X-Files dizisinde Fox Mulder'ın ofisinde vardı ya, veya True Detective dizisinde neredeyse her duvar o görevi görüyordu ya, işte öyle panolar yapmanız mümkün Scrivener'ın içinde. Hatta panonuzdaki kırpıntıların tek bir dosya halinde çıktısını alıp otobüste, metrobüste okumanız da mümkün.
Scrivener, hangi sözcükleri hangi sıklıkta kullandığınızı hesaplamaktan tutun, karakterlerinize rastgele isim ve soyadı türetmeye kadar (ne yazık ki Türkçe isimler yok ama eğer azimliyseniz kendi veri tabanızı oluşturabilirsiniz) size her konuda yardımcı oluyor. İş romanınızı ya da öykünüzü yazmaya geldiğinde, tüm fazlalıkları tek bir tuşla yok edip önünüzde boş bir ekranla ve sözcüklerinizle baş başa kalıyorsunuz. Projenize son noktayı koyduktan sonra ise kullanacağınız tüm metinleri tek bir dosya halinde Word'e paslıyorsunuz.
Bu uygulamanın tek eksisi, bazı özelliklerini tıpkı o büyük bir hevesle aldığınız mutfak robotu gibi hiç kullanmayacak olmanız. Bir de benim gibi yazı karakteri, satır aralıkları, ekran renkleri gibi detaylar konusunda takıntılıysanız, roman yazacağınıza saatlerinizi mükemmel çalışma ortamınızı hazırlamak için harcayabilirsiniz.
Minimalist uygulamalar
Kendi kendinizi sınırlamak, yani önünüzdeki seçenekleri azaltmak yaratıcılığın vitaminidir derler. Ben denedim ve doğru söylediklerine inandım. Bazen önümde bembeyaz bir ekran ve tek tip yazı karakteriyle kafamı kaldırmadan saatlerce çalışabiliyorum. Aklımı çelecek, değiştirmeye kalkacağım hiçbir şey olmuyor karşımda.
İşte böyle durumlar için "minimalist uygulamalar" var. Şık bir ekran, iyi ayarlanmış bir tipografi, en basitinden kes-kopyala-yapıştır fonksiyonları... Üç aşağı, beş yukarı hepsi bu kadar. Bu tarz uygulamalar hem bilgisayarınızda hem de tabletinizde rahat rahat çalıştığı için evde yazmaya başladığınız blog yazısına, mesela öğlen bir kafede ya da gece yatağınızda devam edebiliyorsunuz. Metinleriniz her an, her yerde cebinizde ya da çantanızda sizi bekliyor oluyor. Dosyayı kaydettim, bilgisayarıma yolladım, hay Allah nereye kaydetmiştim gibi dertler yok. Aklınıza estiğinde açın, yazın, kapatın.
Çok talep gören bir piyasa olduğundan bu tarz onlarca uygulama var ve çoğunun işlevleri aynı. Bazıları daha önce düşünülmemiş bir kullanım kolaylığıyla öne çıkmaya çalışıyor. Ve de gayet hesaplı uygulamalar bunlar, servet yatırmak zorunda olmadığınız için bir-iki tane alıp hoşunuza gideni kullanmanız mümkün. Bir güzellikleri de, çoğunun artık vazgeçilmez sayılan Markdown sistemi ile uyumlu olmaları. (Markdown, son yıllarda pek popüler olan bir metin işaretleme dili. Özellikle HTML kodlama bilmeyen teknoloji özürlü blog yazarları kolayca yazı yazabilsinler diye geliştirilmiş. Bu terminoloji size çok yabancıysa hiç kafaya takmayın. Metinlerinizde başlıkları # işareti ile, italik yapmak istediğiniz sözcükleri tek yıldız ile, bold yapmak istediklerinizi ise çift yıldız ile işaretliyorsunuz, hepsi bu. Gerisini Markdown ile çalışan uygulamalar hallediyor. Eğer dipnotlarla, görsellerle vs. çalışıyorsanız aklınızda tutmanız gereken bir iki işaret daha var ama inanın çok kolay.)
Ben denediklerimi hemen sıralayayım:
Ulysses ve tablet için küçük kardeşi Daedalus: Bakın, yine yazar dostu isimler! Ulysses en sık kullandığım uygulama, defterlerim kadar alıştım artık. Minimalist olmakla az sayıda seçenek sunmak arasında benim ruhuma çok uyan bir noktada duruyor. Yani arada sırada farklı bir tema seçip ekran görüntüsünü ya da yazı tipini değiştirebiliyorum ama seçenekler son derece sınırlı. Daedalus'un bazen gıcıklık yaptığı oluyor ama yine de seviyorum bu ikiliyi. Ulysses'in hem bilgisayarda hem de tablette çalışan yeni sürümü çok yakında çıkacakmış ve Daedalus aramızdan ayrılacakmış. Dört gözle bekliyoruz.
Byword: Ulysses'e bu kadar alışmış olmasam, sürekli kullanacağım program bu olurdu. En sade ekran görüntüsüne ve en kolay okunan yazı tipine sahip uygulama kesinlikle Byword. Detaylar o kadar temiz ve iyi tasarlanmış ki, yazdıklarınızı Byword’de okurken kendinizi galiba biraz daha iyi hissediyorsunuz. Mutlaka deneyin.
iA Writer Pro: Eskiden çok seviyordum ama sonra tuhaf özellikler edindi ve artık aramız açıldı. Yazma, okuma ve düzeltme yapmak için üç farklı arayüz kullanmak gibi bir hevese kapıldı. Düzeltme fonksiyonları İngilizce gramer kurallarına dayalı olduğundan zaten Türkçe yazanların pek işine yaramıyor.
1Writer: Geçenlerde bir öğlen yemek yerken, "Hadi şunu da bir deneyeyim," dedim ve aldım. Şimdi tabletimin tozlu bir köşesinde duruyor. Herhangi bir kusuru var diye değil, aksine son derece şık ve kullanışlı görünüyor. Ben alışamadım sanırım. Kıssadan hisse: Öğlen yemek yerken kullanmayacağınız uygulamaları indireceğinize kitap filan okuyun, zamanınızı daha iyi değerlendirin.
Yazamayanlar için
ABD'de yaygın olan fakat memleketimize neyse ki henüz ulaşmamış ve hiç bulaşmamasını umduğum bir endüstri var. Buna, "Siz de on günde çoksatan bir roman yazabilirsiniz," endüstrisi diyorum. On günde on kilo verebilirsiniz, on günde on milyon dolar kazanabilirsiniz, on günde on tane sevgili bulabilirsiniz temalı benzerlerinden bir farkı yok. Kendinize ve sisteme inanmanız, önünüze konan birtakım basit kurallara uymanız ve bir miktar para harcamanız, iddia ettiklerine göre başarıya ulaşmak için yeterli! Bırakın çalışıp yorulmayı, oturduğunuz yerden kalkmanıza bile lüzum yok. On gün sonra baktınız olmadı, demek ki yeteri kadar inanmamışsınız. Bir miktar para karşılığı farklı bir yöntem denemeye ne dersiniz?
İşte bu mantığa dayalı kitaplar ve kurslar olduğu gibi, roman (öykü, senaryo) yazma uygulamaları da var piyasada. Belki bazıları bu kadar aşağılanmayı hak etmiyordur. Hiçbirine elimi sürmediğim için bilmiyorum. Ama fedakar dosya yazarınız olarak her türlü zorluğa göğüs gerdim ve internette saatlerce dolanıp (yalan) söz konusu uygulamaları sizin için araştırdım (sadece tanıtım sayfalarındaki ilk birkaç satırı okudum). Çoğu aynı mantık üzerine kurulu: Basit bir şablonun içindeki boşlukları doldur, karton karakterler ve klişe olay örgüleri oluştur, giriş-gelişme-sonuç bölümünü yaz, buyurunuz size bir roman! Aralarında Dramatica Pro gibi sadece bir bilgisayar programı olmakla kalmayıp size komple bir anlatı teorisi (!) sunanlar bile var. Bu Dramatica Pro’nun ekran görüntüleri bana anlatı teorisinden çok insan kaynakları departmanlarının iç yazışma formlarını anımsattı ama yine de siz bilirsiniz. Diğer seçenekleriniz arasında Persona, A Novel Idea, Story Mill, Story Weaver ve NewNovelist 3 gibi uygulamalar yer alıyor.
Hayal gücünüzü harekete geçirmek için
Bunlara ciddi bir uygulamadan çok, sevimli birer oyuncak gözüyle bakmak lazım. Bir önceki kategorinin aksine, sizi hiçbir kalıba sokmaya çalışmayan, anlamsız vaatlerde de bulunmayan küçük eğlenceler. Yazarken bir anda tıkanıp kaldığınızı hissettiğinizde ya da saatlerce duvara bakıp "Ne hakkında yazsam?" diye düşündüğünüzde belki yardımcı olabilirler. Burada anahtar sözcük "belki." En kötü ihtimalle çocuklarınızın hayal gücünü geliştirecek oyunlar (birlikte öyküler uydurma, masal yazma vs.) oynamak için kullanabilirsiniz.
Rory's Story Cubes: Her yüzeyinde farklı bir imge olan dokuz zardan oluşan fiziksel bir oyuncağın sanal uygulaması. Aramızda kalsın, benim cep telefonumda duruyor, arada sırada açıp oynuyorum. Rastgele resimlerin hangi düzende karşınıza çıktığına bakarak mini bir öykü kurgulamak ya da normal şartlarda aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir roman sahnesi yazmak için hiç fena değil. Aslına bakarsanız biraz fal bakmaya benziyor: "Tepetaklak duran bir çöp adam görüyorum, yanında bir arı var, demek ki üç vakte kadar şaşırtıcı bir haber alacaksın..."
The Brainstormer ve Inspiro: Bu ikisi aynı mantık üzerine kurulu: zar atıp resimlere bakmak yerine çarkıfelek tarzı bir sistemle size rastgele "öykü fikirleri" sunuyor. Seçenekler neredeyse sonsuz. Sonuçlar ise çoğu zaman komik, bazen de anlamsız ama hayal gücünüzü biraz zorlamayı göze alıyorsanız neden işe yaramasın? Hem zaten “çağrışım” denen şey çok acayip değil midir?
Bu satırları yazarken bir yandan da sizin için bir deneme yapıyorum: Şu anda Ispiro'yu açtım, kapı zilini andıran "ilham perisi" tuşuna bastım ve karşıma şu çıktı (orijinali maalesef İngilizce): "Uzay boşluğunda esrarengiz bir şekilde dolanan kuğulara rastlamak." Bir rüya sahnesi için çıkış noktası olabilir belki. Bir defa daha deniyorum: "Bir kaplanla arkadaşlık eden karate hocası." Hmm...
Daktilodan vazgeçemeyenler için
Daktilodan vazgeçemeyenler bence daktilo kullanmalı, böyle bir kategori de hiç olmamalı ama ne yazık ki var. Bazı cin fikirli girişimciler, antika daktilo görünümlü klavyeler tasarlamışlar. Kağıt yerine tabletinizi takıyorsunuz, böylece yazdıklarınız kağıda değil, tabletinizin belleğine yollanıyor. Daha ürünün tanıtımını okurken içimi bir sıkıntı kaplamıştı, bir de resmini görünce sahiden dehşete kapıldım. (www.usbtypewriter.com)
"Herhangi bir daktilo olmaz, ben Hemingway'in daktilosunu isterim ama şöyle yanar-döner bir şey olsun, tam da daktiloya benzemesin," diyorsanız gözünüz aydın, sizi de düşünmüşler. Hem de tablete filan ihtiyaç yok, bu şahane nesne tek başına çalışıyor. Üstelik kağıt mendil paketi büyüklüğünde gri bir ekrana bakarak yazdığınız metinleri nereye isterseniz gönderiyor. Tanıtım sayfasında, "Şahane retro tasarım" demişler, ben yorum yapmayı reddediyorum. (www.hemingwrite.com)
Ne yazık ki dahası da var: Ünlü aktör Tom Hanks'in fikir babası olduğu Hanx Writer isimli tablet uygulaması. Bu sefer daktilonun tuşları da dahil olmak üzere her şey tabletin ekranının içinde. Birkaç dolara farklı daktilo modelleri satın alabiliyorsunuz. Anladığım kadarıyla çıkardığı seslerden tutun harflerin kusurlarına varana kadar hakiki antika daktilolara sadık kalmışlar. Eminim oyuncak olarak eğlenceli bulanlar çıkacaktır. (www.hitcents.com/b2b/work/hanx)
Defterden vazgeçemeyenler için
Küt uçlu plastik bir çubuğu kalem gibi kullanarak tabletinizin ekranına el yazısı yazdığınız "sanal defter" uygulamalarını kullanıp memnun kalanlar var ama ben onlardan biri olamadım. Denedim ve olamadım. Gerçek bir defter ve kalemin hissini, rahatlığını ve hızını hiçbir şeye değişmem. Hem o çubukla yazdığım yazılar benim normal el yazıma hiç benzemiyordu. Microsoft'un CEO'su Nadella'nın, yakın bir zaman önce, "Dolmakalem 10 yıl içinde yok olacak," dediğine bakmayın siz.
Bir yandan da ben dahil, çoğumuzun aklının köşesinde şöyle bir endişe vardır: Ya defterimi kaybedersem? Ya henüz bilgisayara aktarmaya fırsat bulamadığım sayfalar uçup giderse? Yangın çıkarsa, sel basarsa, hırsız girerse? Ya çantamı takside unutursam?
Çok sevdiğimiz bir defter markası, bu soruna yaratıcı bir çözüm bulmuş. Kısaca "Siz alışkın olduğunuz şekilde normal bir defter sayfasına normale bir kalemle yazın, biz gerisini hallederiz," diyorlar. Kalem aslında akıllı bir kalem, defterin sayfaları da akıllı sayfalar. Yazdıklarınız kendiliğinden şirketin bu iş için geliştirdiği uygulamanın içine aktarılıveriyor.
Aslında özel defterlere ve kalemlere gereksinim duymadan da aynı işi görebiliyorsunuz. Cep telefonunuzun kamerasını tarayıcı olarak kullanan, defter sayfalarınızı pdf dosyası olarak dijital ortama aktaran uygulamalar var ve bazen hayat kurtarıyorlar. Sadece defter sayfası taramak için değil, örneğin bir kitaptan uzun bir alıntı yapmam gerektiğinde de çok işime yarıyor bu tarayıcı uygulamalar. Ben Scanner Pro diye bir uygulama kullanıyorum ama aynı işi gören bir çok alternatif var.
Önemli olan oturup yazmak
Sevgili yazarlar, yazar adayları, içindeki yazarı yaşatmak isteyenler ve meraklı okurlar, yazmaktan kaçmak için kendi kendimize mazeretler üretmekte üstümüze yoktur. Hepimiz yaparız bunu. "Önce en iyi uygulamayı bulayım, ondan sonra hayallerimi süsleyen o muhteşem romanı yazacağım," deriz. Oysa bir yazarın hayatında teknolojinin çare olamayacağı temel ihtiyaçlar da var. Örneğin hiçbir tablet uygulaması, bir kedinin ya da köpeğin yerini tutamaz. Ya da bol miktarda çayın ve kahvenin.
Benim naçizane önerim, teknolojinin sunduğu kolaylıkları göz ardı etmemeniz ama seçeneklerin arasında kaybolup çok da zaman harcamamanız. Bir de nereye giderseniz gidin, yanınızda basit bir defter ve bir kalem bulundurmayı ihmal etmemeniz.
Önemli olan oturup yazmak. Gerisi teferruat.
NASIL YAZIYORLARDI, NASIL YAZIYORLAR?
- Georges Simenon: Çoğunlukla önce dolmakalem, ardından daktilo kullanmasına rağmen masasının üzerinde bulundurduğu bir kalemlikte çok sayıda sivri yontulmuş kurşunkalemler sıralanmadıkça tek satır yazamazmış.
- Vladimir Nabokov: Romanlarının taslaklarını çıkarırken her zaman Eberhard Faber Blackwing 602 kalemini kullanırmış.
- Ernest Hemingway: Yazı yazarken kalem kağıt ve daktilo arasında gidip gelen yazarlardan...
- Jack Kerouac'ın favorileri cep boyu defterler ve eski usul kompozisyon defterleriymiş... Bu defterleri edebiyatla ilgili çeşitli notlar almak için kullanan yazar, genç yaşlarda tek başına uydurduğu ve oynadığı hayali spor müsabakalarının sonuçlarını not almak için de kullanıyormuş.
- Neil Gaiman: Yazılarını dolmakalem kullanarak yazıyormuş. 2012 yılında verdiği bir röportajda, 60'a yakın dolmakaleminin olduğunu, yazarken ve imza günlerinde kitaplarını imzalarken de bu kalemleri kullandığını söylüyor Gaimanve ekliyor: "Mürekkep renklerini değiştirmeyi seviyorum, bu bana günde kaç sayfa yazdığımı da gösteriyor."
- Mark Twain: Gözbebeği, kendi tasarladığı deri kaplı defterleriymiş... Kalem tercihini ise Conklin Csescent Filler'dan yana kullanmış çünkü bu kalem, masaya konduğunda yuvarlanıp düşmüyormuş. Twain'in romatizması yazı yazmasını güçleştirdiği için bir süre sonra yazar, başkasına söyleyerek yazdırmaya başlamış öykülerini. (Kaynak: Flavorwire)
- Alper Canıgüz: Bilgisayarla yazıyorum. Ortaokulda, çok isabetli bir kararla, daktilo dersi almış olmasam ve F klavyeyi on parmak yazabiliyor olmasam çok muhtemeldir ki hiçbir zaman başladığım bir romanı bitiremezdim.
- Altay Öktem: Eskiden daktiloya kağıdı takıp da yazmaya başlayamazdım, şimdi de doğrudan bilgisayarda yazamıyorum. Önce kağıda yazıp sonra bilgisayara geçiriyorum. Dolmakalem hiç kullanmadım, hep basit tükenmez kalemlerle yazdım ama son yıllarda bir kurşunkalem takıntısı başladı! Kurşunkalem koleksiyonu yapıyorum, çok değişik kurşunkalemler topluyorum ve kurşunkalemle yazıyorum. Gezmeye yurtdışına gittiğimde bile oralardan kurşunkalem alıyorum. Şiir yazdığım kurşunkalemlerim ayrı, roman ya da deneme yazdıklarım ayrı. Tabii çeşit çeşit de kalemtıraşım var.
- Elif Key: Yanımda her zaman taşıdığım bir iki tane defterim var. Onlara sonradan -bazen hiç anlamayacağım- notlar alıyorum. Bazen sadece bir kelime, bazen upuzun cümleler. Kalemin rengi hep lacivert, kırmızıyla ya da siyahla yazamıyorum, sebebini bilmiyorum. Yazıları ise bilgisayarda yazıyorum. Times New Roman ve 16 puntoyla, 14'te yazamıyorum, bunun da sebebini bilmiyorum.
- Hakan Bıçakcı: İlk aşamada kısa kısa, kesik kesik; bazen sonradan anlayamayacağım kadar özensiz, bazen epey ayrıntılı notlar alıyorum. O dönem kullandığım deftere veya bağımsız kağıtlara. İkinci aşamaysa bu kısa notları bilgisayarda uzun uzun yazmak oluyor. F klavyede, beyaz zemin üzerine, 12 punto, siyah, Times New Roman yazı karakteriyle. İçlerinde sadece F klavyenin bir mantığı ve anlamı var, diğerleri alışkanlık...
- Nermin Yıldırım: Yazmaya başladığım dönemde bilgisayar henüz hayatlarımıza girmemişti. Daktiloda yazıyordum. Bir de defterler doldurup duruyordum. Kolay silinip dağıldığı için genellikle kurşun kalem tercih etmezdim. Tek nüshayla çalışıyorsanız yazdıklarınızın uçup gidivermesini istemezsiniz. Ben de pilot kalem, tükenmez kalem filan kullanırdım. Dolma kalem fazla fiyakalıydı o yaşlarım için. Derken bilgisayarla tanıştım. Bir süre evvela defterlere yazıp sonra bilgisayara geçerek çalıştım. Yazarken sağladığı kolaylıkları görünce zamanla tamamen bilgisayara yöneldim. Şimdi daktiloyla münasebetim arada bir tuşlarına basıp sesini dinlemekle sınırlı. Hâlâ defterler taşıyorum ama sadece yolda izde not almak için. Bir romanı baştan sona deftere yazmayı hayal bile edemiyorum artık.
- Yekta Kopan: Çok sayıda defter… Kurşunkalemler… İlk notlar oluştu bile. küçük not kağıtları, yapışkanlı not kağıtları ve daha neler neler. Sıra geldi dolma kalemlere… Farklı renklerde mürekkeplerle, yıllardır yanımdan ayırmadığım ve bağlı olduğum markalarda dolma kalemler devreye girdi. Defterlerin boyutları değişti. Artık bilgisayara geçme zamanı… Times New Roman, Calibri ya da Cambria… Kurmaca bir metin ile gazete-dergi yazıları arasında fark var. Anlaşıldığı üzere Macintosh kullanıyorum.
* Görseller: (sırasıyla) Selman Hoşgör, Mehmet İnanır, Can Çetinkaya
Çok faydalı, ilham verici ve keyifli bir yazı olmuş. Teşekkürler!
Yeni yorum gönder