Hemen hepimizin Yüzüklerin Efendisi’nden tanıdığımız Peter Jackson’un -özellikle Hobbit serisi ile kısmen eleştirilse de- fantastik severler arasında fazlaca kredisi var. Zira ister yönetmen koltuğuna otursun, isterse senaristlik ya da yapımcılık üstlenmiş olsun imzasını gördüğümüz çalışmalara daha bir dikkat kesiliyoruz. Geçtiğimiz günlerde Ölümcül Makineler ismiyle vizyona giren Mortal Engines de bir istisna değil. Peter Jackson, Ölümcül Makineler’in yapımcılığının yanı sıra senaryo ekibinde de yer alıyor. Dahası bu defa yönetmen olarak gördüğümüz Christan Rivers deyim yerindeyse Jackson’un elinde yetişmiş ve hemen her filminde birlikte çalıştığı bir görsel efekt uzmanı. Filmin görsel yanının bir adım öne çıkıyor oluşunda da süphesiz Rivers’n profesyonel geçmişinin etksi büyük. Henüz açılış sahnesinde sinema tarihinde eşine rastlanmaz şekilde dev bir şehrin avlanmasını büyülenerek izliyoruz.
Ancak ne yazık ki filmin geri kalanı için bu kadar iyimser konuşmak pek mümkün değil.
Yeryüzünü neredeyse yaşanmaz hale getiren 60 Dakika Savaşları’ndan 1000 yıl sonrasını anlatan Ölümcül Makineler esasen Philip Reeve’nin dilimize Yürüyen Kentler olarak çevrilen post-apokaliptik roman serisinden uyarlanmış. Uyarlamanın ilk hatası belkide 4 kitaplık serinin 2 saatlik bir filme sığdırılmaya çalışılmış olması. Filmin derinlik kazanamamakla eleştirilen karakterleri bir yana Reeve’nin kurguladığı evrenin kendi tanrıları, mitleri, kozmogonisini üreten 1000 yıllık mazisi film boyunca sürüp giden koşuşturmacaya yenik düşüyor. Oysa hikâye, biraz daha soğukkanlılıkla anlatılsa muhatabını şaşırtıcı ufuklara taşıyabilecek pırıltılara sahip.
Kadim dünyanın harikası Babil Kulesi’ni kendine yaraşır görkemde tank paletlerinin üzerine yerleştirip Batı namına bildiğimiz ne varsa içine doldurduktan sonra küçük kentleri avlayan, sömüren ve öğüten Londra’ya dönüştürmek nereden bakarsak bakalım ilgi çekici bir fikir. Yeniden şekillenen yeryüzünün geniş düzlüklerinde Batı’nın yırtıcı şehirleri doymak bilmez bir iştahla ve “Kentsel Darwinizm” dedikleri bu yeni doğal dengeyi bozarcasına avlanırken Doğu’nun toplumları aşılamaz bir duvarın ardında yerleşik bir hayat seçiyor. Sırf kentlerini yürütmemeyi tercih ettikleri için yürüyen kentlerce barbarlıkla itham edilen doğuluların, Çin ile özdeşleştirip göçebe toplumlardan korunmak adına bir seddin arkasına yerleştirilmeleri karşısında bir an durup hafifçe tebessüm etmemek elde değil. Ancak daha derinlerde bu kültürel çatışmaya avcı toplayıcılık ve yerleşşk düzenin çekismesi, sıra dışı ve ters yüz edilmiş bir Habil ile Kabil yansıması -hatta başrole alınan aktörlerden yola çıkarak- Batı’nın Çin’i sömürmesine kapı aralayan Afyon Savasları’na bir gönderme olarak bakmak da mümkün. Aşırı yorum riskini göze alarak hikaye; medeniyet ve barbarlık kavramlarına ilişkin yaygın anlayışımızın aslında gözlemci olarak nerede durduğumuz, hatta nerede durmaya zorlandığımıza göre şekillendiğini anlatıyor diyebiliriz. Peki bir tür günah çıkarmadan bahsedilebilir mi? Bu noktada kurtuluşun nereden, kimin eliyle geldiğine iyi bakmak gerek.
Tam da burada Ölümcül Makineler evreninin arka planında yatan zenginlik ve görkemli görselliğin yanında, hikayeyi aslen ayakta tutmasını beklediğimiz olay örgüsünün sorunlarından bahsetmeli. Film gösterime girdikten kısa süre sonra çogu bilimkurgu izleyicisi anlatılanın aslında steampunk sosuna bulanmış, daha zayıf karakterlerle anlatılan bir Star Wars olduğu konusunda fikir birliğine vardı. Dürüst olmak gerekirse, haklılar. Kurgu unsurlarını tek tek ele aldığımızda Death Star’ından, Darth Vader’ına tüm taşlar yerli yerine oturuyor. Christian Rivers’in atmosfer kurmadaki başarısı ya da Peter Jackson’un isimi filmin gösteriminde olduğu son birkaç hafta boyunca esen olumsuz rüzgarları değiştirmeye yetecek mi? Bekleyip hep beraber göreceğiz.
KISA KISA
Fantazya ve Bİlİmkurgu Sanatları Derne ği (FABİSAD) tarafından 2013 yılından bu yana Giovanni Scognamillo anısına verilen Gio Ödülleri bu yıl da sahiplerini buldu. En İyi Öykü Kitabı kategorisinde Av isimli kitabı ile Yurdagül Şahin ödüle layık görülürken En İyi Yayımlanmamış Öykü Ödülü Ağlayan Kaya öyküsü ile Sevil Çıtır’ın, En İyi İllüstrasyon Ödülü ise Çagdaş Demiralp’in oldu. İhsan Oktay Anar’ın bir onur ödülü niteliğinde olan Mavi Anka Heykeli’ne layık görüldüğü gecede Yabani Dergi ise bilimkurgu ve fantazya türlerine katkılarından ötürü Başarı Ödülü aldı.
Disney’in Karayip Korsanları’nı yeniden anlatacağını duyurması, mevcut seride Jack Sparrow’a hayat veren Johnny Depp’in yeni filmlerde yer alıp almayacağına dair tartışmalara neden olmuştu. Geçtigimiz günlerde The Hollywood Reporter’e konuşan Disney film yapımları sorumlusu Sean Bailey, seriye yeni bir enerji ve canlılık getirmeyi hedeflediklerini belirterek Depp’in yeni filmlerde yer almayacagını söyledi. Filmlerin muazzam gişe başarısında en büyük payın Johnny Depp’in muhteşem Sparrow canlandırmasında olduğu tartışma götürmezken, Disney’in kararı çokça tartışılacagı kesin.
Cumhuriyet dönemi korku edebiyatımızın ender erken dönem örneklerini veren Kenan Hulusi Koray, son zamanlarda kendinden sıkça söz edilse de uzun süre sadece türün sıkı takipçilerinin sohbetlerine konu olmuştu. Koray’ın kısa süren ömrünce kitapları arasına serpiştirdiği korku öyküleri Laputa Kitap tarafından Güzel ve Esrarengiz ismiyle derli toplu bir seçki olarak raflardaki yerini aldı.
Netflix, Marvel kahramanlarını teker teker harcamaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda dizileri iptal edilen Iron Fist ve Luke Cage’ye Daredevil da katıldı. Netflix tarafından “diziyi zirvede bitirmek istedik” gibi bir açıklama gelse de Marvel’ın yayın haklarını elinde tutan Disney’in kendi platformu Disney Plus’ı kısa süre içinde hayata geçirecek olmasının kararı etkilediği söyleniyor. Haber dizinin takipçilerini üzmüş olsa da beklenti, kahramanların maceralarına Disney çatısı altında devam edeceği yönünde.
Yeni yorum gönder