Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Murakami'yi Murakami Yapan Yasa




Toplam oy: 195
Haruki Murakami Mesleğim Yazarlık’ta kendi dünyasının kapılarını yine kendi üslubunca, gereğince ve yeteri kadar aralıyor. Mesleğim Yazarlık anekdotlarla, metaforlarla, hikâyelerle, filmlerle, müziklerle zenginleştirilmiş harikulade ve derinlikli bir kitap.

İmkânsızın Şarkısı’nı okuduğumda içim kalp ağrılarıyla dolmuştu. Murakami’yi ilk o zaman tanımıştım. Sonra bir-iki kitabını daha okudum ama ilk okunan kitaplar bazen her şeydir, benim için de öyle oldu. Romanları dışında düz yazıları da var, ama onların verdiği tat da daha az değil. Koşmasaydım Yazamazdım da bunlardan biri.

 

 

 

Şimdi Murakami’yle yollarımızı tekrar kesiştiren kitap Mesleğim Yazarlık. Bu iki kelime ne kadar çok bedeli, hayal gücünü, badireyi kapsıyor. Atlatıyor. Mesleğim yazarlık. İnsanın midesine oturan türden bir şey. Murakami’nin yazarlık serüvenine şapka çıkarıyoruz, eğiliyoruz. Murakami, romanlarında olduğu gibi anlaşılır, sade, samimi bir dil kullanıyor. Okumasını bilenler için derinlikli bir kitap. Kendi dünyasının kapılarını yine kendi üslubunca, gereğince ve yeteri kadar aralıyor. Ama ne çok şey anlatıyor aslında.

 

 

 

Yazarlığa bakış açısından nasıl roman yazdığına, aldığı-alamadığı ödüllerden eğitim sistemine kadar geniş bir yelpazeden sesleniyor okuruna. İçine attığı, cevap veremediğini hissettiği sorulara kadar, bir bir, usul usul açıklıyor meramını. Oldukça mütevazı, yeteri kadar da kibirli biri Murakami.

 

 

 

Başka türlü sürekliliği sağlaması mümkün olabilir miydi yazarlıkta? Bunu soruyor. Yer yer bencil olduğunu, hiç de mükemmel biri olmadığını söyleyebilecek kadar nesnel bakabiliyor kendine. Bütün bunlar yazarlığına gölge düşürmüyor. Okul sıralarından iş hayatına kadar birçok yaşanmışlığı laf olsun diye değil bir deneyim çıkartarak, içtenlikle okuruna aktarıyor.

 

Kim olduğunu idrak etmiş bir yazar

Yazar ve şairler için söylenmiş klişe lafları bir bir siliyor satırları ve yaşantısıyla Murakami. Düzenli bir hayatı var. Düzenli ve disiplinli. Harfi harfine uyuyor bir işte başarılı olmanın yasalarına. Bunu gerçekleştirmiş bir yazar. Erkenci. Sabahları erken kalkan, öğle uykularına göz kırpan, günü dolu dolu yaşayan ama dağıtmayan, meşgalelerini belirlemiş, (roman harici çeviri, düz yazı, koşmak gibi) fırsatların cazibesine kapılmayan biri.

Çok ufak bir parantez. Her şeyin bir yasası var. Uçmayı kaçmayı fizik yasalarına bağlıyoruz da diğer süreçlerimiz yasalardan bağımsız mı?

Murakami bazen deneme yanılmayla, bazen kitabi, bazen sezgisel olarak erken yaşlarda bu yasaları keşfetmiş, işin formülünü bulmuş ve uygulamış biri. Yasaya uygun hareket eden biri Murakami evet. Çok albenili durmayabilir, diyor oradan. Ama yaşantım bu diye açıkça söylüyor. Ne yapayım böyle düşünürseniz bir şey diyemem, diyor. İyi ki de diyor.

Murakami’yi Murakami yapan budur işte. İster sevin ister sevmeyin, ister hafife alın ister yerin, kendine özgü yapısı, nitelikleri, kararlılığı, azmi bir yana -daha doğrusu bütün bunlarla beraber- sırrı, kendisini çok iyi tanıması. Öyle de devam ediyor. Tanımaktan, bilmekten, törpülemekten ve geliştirmekten.

Arabalar, evler, uçaklar bir yana, insanın kim olduğunu nasıl biri olduğunu kavraması en büyük zenginlik. Kendisine ne iyi gelir, ne kötü gelir. Sosyal midir, dağınık mıdır, düzenli midir. Evet evet, böyle günlük hayatta nasıl tepkiler verir, bütün bunları bilmek, ona göre yöntem geliştirmek de kendini bilmeye dair. Tanrım, bunlar gözden kaçan ama hayatımızdaki tıkanıklıkların da cevabını saklayan bilgiler. Sözgelimi Murakami ne zaman öfkeleneceğini, devrelerinin ne zaman ısındığını gayet iyi biliyor. Bundan da gocunmuyor. Olayları değerlendirirken kendisinin bu tanık olduğu yönlerini göz önünde bulunduruyor. Kim olduğunu önemseyip neyi sevdiğini, nasıl iletişim kurduğunu, ona neyin şifa olduğunu keşfetmiş, bulmuş, idrak etmiş, kavramış bir yazar.

Asıl mucize…

Bu çok önemli. İnsanın kendini tanıması, kendiyle tanış olması. Ne zaman kasvete düşer, melankoli sularına kapılır, nerede morali bozulur, nerede boğulur, hangi durumda ne yapar. Bunları bilmek önemli. Hayat karşısında atak olması gereken anları, yerleri bilmek, iç sesini dinleyebilmek, iç sesine güvenmek sonra, gerektiğinde gardını almak biraz uzaklaşmak biraz yaklaşmak. Bunlar ancak ilmi olan birinin yapacağı türden işler. Elbette bu sadece başlangıç. Ama çok büyük bir başlangıç. Bazısı yolda bazısı yola çıkarken öğrenilen gerçekler.

Kişi bilgiyi dönüştüremiyorsa -çünkü çok soyut ve yalnız ilerliyor süreç- durgun suyun başına gelenler geliyor. Kirleniyor yük oluyor, acı veriyor. Küfleniyor, harcanıyor ve dahası. Eyleme dönüşmeyen her istek her bilgi gibi. Burada çokları çuvallıyor işte, dönüştürme kısmında tatbik kısmında. Bir irade bir kararlılık daha da önemlisi süreklilik gerektiriyor. Başı zor, başı bedelli, ama irtifa kat edenler için kolaylaşmış keyifli bir süreç.

Hayat bizim ne istediğimize bakmıyor, o istediğimiz şeyler için ne kadar bedel ödediğimize bakıyor. Ne bedeller ödediğimize, nelerden vazgeçtiğimize bakıyor hayat. Bazılarının şans bazılarının lütuf dediği ikramı göz ardı etmeden tabii, çünkü sadece çalışabilmenin, bu şekil bir hayat sürmenin kendisi ikram. Murakami de, Mesleğim Yazarlık diyor ve gereklerini yerine getiriyor. Sebebinden keyif alıyor. Sabahları erken kalkmak, beş saat yazmak, düzenli bir hayat, koşmak sonra, işte bütün bunları acı çekerek değil severek yapıyor. Acıya dayanıklı biri, acı eşiği geçilince de iş şuna dönüşüyor. Faydalı ve acı olan, keyifli hale geliyor.

Asıl mucize bu. Murakami bütün bunları başarmış bir yazar işte. Ona neyin iyi geldiğini bulmuş bir yazar. Karşılaştığı problemleri çözebilen biri. Nelerden demoralize olduğunu biliyor. Öfkelendiğini söylemekten kaçınmayan, artısıyla eksisiyle ya da sivri ya da törpüleyebildiği yanlarıyla, kendini olduğu gibi anlatan, editörlere sinir olduğunu nezaketle itiraf eden, sipariş üzere yazılar yazamayan, kitabını kime ne için okutması gerektiğini bilen, hayatını anlamlandırabilmiş biri. Bunun için de şükrediyor. Elindekinin bir mucize olduğunun farkında. Kendisinin deyimiyle, ellerinin arasındaki yaralı güvercin gibi koruyor besliyor onu.

Koşmasaydı yazamayacaktı

Dışarıdan gelen saldırılara -pardon- eleştirilere takılmıyor, bütün bunlara karşı kendini korumasını öğrenmiş bir yazar. Ve koşuyor. Sürekliliğini buna borçlu olduğunu bilerek, olmazsa olmaz diyerek... Ruh ve bedenin bir bütün olduğunu kavramış iyileşmenin de bozulmanın da bir bütün olduğunu anlamış bir romancı.

Kimsenin güvenini zedelemesine izin vermiyor. Referansını kendinden alan ama zıttını geliştirebilmiş bir yazar. İşin sırrı burada. Güçlü yanlarını bileyerek, zayıf yanlarını güçlendirerek, koştukça güçleniyor ve dönüp arkasına bakmıyor. Dönüp arkana bakınca zaten, çuvallıyorsun. Yazarlık için sağlam bir ruh olmazsa olmaz diyor Murakami. Sağlam bir ruh. Olmazsa olmaz.

Mesleğim Yazarlık… Anekdotlarla, metaforlarla, hikâyelerle, filmlerle, müziklerle zenginleştirilmiş harikulade ve derinlikli bir kitap. Hiç tereddütsüz tavsiye...

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.