Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Müzik // İki maratoncu




Toplam oy: 893
Born To Run, işçiler ve hayalciler, ebeveynler ve çocuklar, âşıklar ve yalnızlar, sanatçılar, kaçıklar ve rock’nroll’un kutsal nehrinde vaftiz olmak isteyen herkes için...

Bob Dylan’ın Nobel Ödülü’nü alması üzerine geçen kısa zamanda çok şey söylendi ve yazıldı. Bir tarafta, Dylan Nobel’i alıyorsa Stephen King de Rock’n Roll Hall of Fame’e kabul edilsin, gibi görüşler; diğer tarafta ise, “Dylan’ı ödüllendirmek, en yüksek dağ olduğu için Everest’e madalya takmak gibidir,” diyenler oldu. Bu ikinci görüş Leonard Cohen’e ait. Ben de, onun kadar güzel ifade edemeyeceğim için, Cohen’e katılmakla yetiniyorum. Dylan’ın yapıtının, bugüne kadar Nobel Ödülü kazanmış bazı yazarların yapıtlarından daha büyük ve önemli olduğunu da düşünüyorum.


Bob Dylan’ın ödülünü kutlayanlar arasında Amerikalı ozan/şarkıcı Bruce Springsteen de vardı. Gerçi özel bir kutlama yazmadı ama yeni çıkmış olan otobiyografisi Born To Run’ın içinden bir parçayı paylaştı dünyayla: “Bob Dylan ülkemin babasıdır. Highway 61 Revisited ve Bringing It All Back Home yalnızca harika albümler değildir, yaşadığım ülkenin hakiki bir resmini ilk defa bana göstermiştir. Karanlık ve aydınlık oradadır, yanılsama ve kandırmacanın örtüsü yırtılmıştır. Ahlaksızlık ve çürümeyi örten nezaket ve gündelik rutin tekmeyi yemiştir. Onun betimlediği dünya, küçük kasabamda aynen görülebiliyor, yalıtılmış evlerimizdeki televizyon ekranından eleştirilmeksizin, hatta hoşgörüyle bulaşıyordu. O bana esin kaynağı oldu ve umut verdi. O başkalarının sormaya korktuğu soruları sordu, özellikle de benim gibi on beş yaşındaki birine: ‘Tek başına olmak nasıl hissettiriyor?’ Kuşaklar arasında sismik bir yarık açılmıştı ve kendimizi öksüz, tarihin akışında terk edilmiş, pusulası bozuk, evsiz hissettik. O bir bayrak dikti, şarkılar yazdı, sayısız gence duygusal ve ruhsal kurtuluş için o zaman ihtiyaç duyduğu sözleri söyledi.”

 


Born To Run, eylül sonunda çıktı piyasaya ve yıllardır bekleniyor olduğu için heyecanla ve görüldüğü kadarıyla da büyük beğeniyle karşılandı. Springsteen, 500 sayfanın üzerindeki otobiyografisinin yazımına yedi yıl önce başlamış. Hiç acelesinin olmadığını ve yazdıklarının neye dönüşeceğini bilmediğini söylüyor. Çocuk kitabı bile olabileceği geçmiş aklından. Şarkı yazımına da benzetiyor kitabın yazılışını, çünkü bölümleri iki üç defa en başından yazdığı da olmuş. En zorlayıcı olanın, bugüne dair olan son bölüm olduğunu da itiraf ediyor ve bir yandan da doğru sesi bulduğundan emin görünüyor.

Bir rock yıldızının hatıratından çok daha fazlası

 

Bruce Springsteen (sevmediği lakabıyla “The Boss”) ve grubu E Street Band’in üyeleri, işçi sınıfının ağırlıkta bulunduğu, lümpen delikanlıların sahillerinde araba yarıştırdığı New Jersey eyaletinde büyüyüp birbiriyle tanışmış. Springsteen'in parçalarında dile getirdiği hayalleri kısıtlayan toplumsal baskılardan kurtulabilme arzusunu, onunla aynı sokaklardan gelen grubu hep çok iyi yorumlamıştı. Springsteen, bu sokaklara yayılmış hayal gücüne şiir, tehlike ve karanlığın adeta benzin işlevi gördüğünü söylüyor. Elvis Presley’i ilk defa ekranda görmesiyle birlikte müzisyen olmaya karar verdiğini ve yolculuğunun o günden bugüne dek coşkuyla sürdüğünü de… Born To Run, ozanın kişisel problemleri, dertleri ve acılarıyla nasıl mücadele ettiğini ve bunun müziğine nasıl yansıdığını tüm açıklığı ve içtenliğiyle dile getiriyor. Şarkılarındaki mizah duygusu ve dürüstlükten asla ödün vermeden, hatta üzerine de katarak.. Kitap hakkında yapılan yorumlardan birinde bunun, “efsane bir rock yıldızının hatıratından çok daha fazlası olduğu, işçiler ve hayalciler, ebeveynler ve çocuklar, âşıklar ve yalnızlar, sanatçılar, kaçıklar ve rock’nroll’un kutsal nehrinde vaftiz olmak isteyen herkes için olduğu,” söyleniyor.


Otobiyografi Türkçeye çevrilir mi bilinmez ama en çok “Born in The USA” şarkısıyla tanınan bu adamın bizde fazla seveni yoktur. Tam bu noktada, hayatımda tanıdığım en büyük Bruce Springsteen fan’ı olan Devrim Yavuz’a bırakıyorum sözü, çoksesliliği seven Patron’un buna itirazı olmazdı diye düşünerek: “Born in the USA diye bağıran birisi doğal olarak milliyetçilikten ağzı yanan insanlardan antipati toplar. Ama o kadar da antipatik veya ürkütücü olması şart değil bunun. “Born in the USA” daha önce sözü edilen işçi sınıfının dertlerini ve ümitlerini konu eden şarkılarıyla birleştirilirse ortaya çok farklı bir tablo çıkar. Springsteen hep daha iyi, daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu düşünüp, bunun önünü kesen kişisel karamsarlıkların (“Thunder Road”, “Point Blank”, “Born to Run”), ekonomik, toplumsal ve siyasi koşulların (“Born in the USA”, “Johnny 99”) ve de eşitsizliklerin (“American Skin/41 Shots”) kaldırılması için çabalar. Bu yüzdendir ki Springsteen'in müziği ulusların değil tüm toplumların ve insanlarının refahını ön planda tutanlara, kendi ortamlarında yabancılık hissedenlere hitap edip Amerika'yı aşan bir evrenselliğe ulaşır. 90'lardan beri daha da marjinalleşen ve genel toplumsal mesajlardan kaçınıp sadece kendi alt kültürlerinin dertlerini veya dertsizliğini irdelemeye çalışan rock gruplarının çoğaldığı bir ortamda, Springsteen'in bu çabasını hâlâ sürdürmesi takdire değer.”


Springsteen, Kennedy Center Onur Ödülleri’nde Bob Dylan için “The Times They Are A-Changin’”i söylemişti. Kısa bir süre için yan yana geldiklerinde, Dylan, Springsteen’e orada olduğu için teşekkür etmiş ve onun için yapabileceği bir şey olup olmadığını sormuş. “Dalga mı geçiyorsun?” demiş Springsteen. “Çoktan yaptın bile.”

 

 


 

 

 

Görsel: Enes Diriğ

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.