Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Müzik // Son bekleme odası




Toplam oy: 884
Richard Skinner // Çev. Yusuf Eradam
Kara Plak
Richard Skinner, Satie’nin mektup ve yazılarından, başkalarının anılarından ve bir filmden yararlanmış; ortaya mizah yüklü, eğlendirici ve iyi bir roman çıkarmış.

Erik Satie’nin en çok "Gymnopédies" ve "Gnossiennes" isimli besteleriyle tanındığına, sevildiğine kimsenin itirazı olmaz. Hatta yaşarken, kendisinin de itirazı olmamış ama müziğinin “sıkıcı” olduğunu da söyleyip durmuş. Satie’yi tanımayanların bile bu parçaların melodilerini duymuş olmaları yüksek ihtimal. Kulağı modern müziğe açık olanları kastediyorum elbette.
Erik Satie’nin hayatında iki kez ağladığına, bunlardan birinin Lenin’in ölüm haberi yüzünden olduğuna inanır mısınız? Fransız besteci hakkında bu gibi ilginç bilgilere ulaşmak için en kısa yol, Richard Skinner’ın Kadife Bey’ini okumaktan geçiyor.


Kadife Bey bir biyografik roman ama yazarın kurgusu bunu klasik bir biyografik romandan daha keyifli kılıyor. 59 yaşında ölmüş olan besteci Araf’tadır ve hayatının en değerli anısını seçmek durumundadır. Öteki tarafa sadece bu anısını götürebilecek, öncesinde de bu anı filme çekilecektir. Bunun üzerine Erik Satie, kendine tanınan bir haftalık zamanda hayatını hatırlayarak anlatırken, karar vermeye de çalışır.


Felsefe ile uğraşanların mantıklı insanlar olduğunu düşünen Satie için filozof olmak imkansızdır çünkü -şairler gibi- hayalperesttir. “Kendi imgelerini yaratmaktır” onun ihtiyacı olan, “başkalarının fikirlerini yeniden yaratmak” değil. Ve bunu aklından çıkarmadan, samimiyetle beste yapmaya başlar. Döngü önemlidir, ilerleme değil. Sonsuza ulaşacak döngüler... Besteleri duyulmamalı, kulak misafiri olunmalıdır. Yapılmış değil, bulunmuş izlenimi uyandırmalıdır. Ve itiraf eder: “Benim müzisyen olmadığımı size herkes söyler. Haklılar. Müzisyen, müzik konusunda her şeyi bilendir, beste yapan kişi ise umarsız bir kuldur.”


Günler geçer, Araf’ta bekleyen diğer ölülerle dostluklar kurulur, bekleme odasında da anılar birikir. Erik Satie hâlâ karar verememektedir. Öte yandan, ünlü "Gymnopédie"lerini bestelemiştir artık. Claude Debussy ile tanışır, “onun yanında yaşamayı” diler ve 30 yıl boyunca bu gerçekleşir. Yoksulluk içindedir ama sanatının nefsinden önce gelmesini yeğliyordur. Yoksullukla savaşmak yerine kendini insani acıların üstünde tutar.

Mobilya müziği

 

Suzanne Valadon’a duyduğu aşkı hatırlar. Bu aşk mıdır acaba yanında götüreceği anı? Emin olduğu tek şey vardır: “Hiç kimse aşk yarasından tamamen iyileşemez; sadece yerine koymayı öğrenir.”


40 yaşına geldiğinde, ne yaptığını bilmez bir noktadadır artık. Hiç kimsenin dinlemediği “yabancı sanat” üretmekten yorgun düşmüştür ve emekli olmaya karar verir.


Sonra Maurice Ravel girer hayatına ama ondan hiç hazzetmez. Ardından, seçim zamanı daralırken, Duchamp, Man Ray, Picasso, Stravinsky ve Leger, Fransız bestecinin anılarından yüzeye çıkarlar. Onlarla geçirdiği zamanlar, çok değerli anılar içermektedir. Bestelemeye devam eder. Çok sevdiği Sokrat için bir beste yapar; “mobilya müziği”ni keşfeder. Bu müzikte kendi beste yapmak yerine başkalarının eserlerinden alıntılar kullanacaktır. En nefret ettiği isimleri gündemine alır: Ambroise Thomas ve Camille Saint-Saëns. “Satie ekolü filan yoktur,” der. “Satizm diye bir şey var olamaz. Olursa karşısında beni bulur. Sanatta kölelik diye bir şey asla olmamalı. Benim müziğim sadece ve sadece benim tarafımdan yapılmalıydı.”

 

 

Son bir pişmanlık

 

Richard Skinner’ın romanı Kadife Bey, Satie’yi kurmaca bir karakter gibi gösterse de onu gerçek biyografik ayrıntılar üzerinden kurgulamış. Yazar, Satie’nin mektup ve yazılarından, başkalarının anılarından ve bir filmden yararlanmış; ortaya mizah yüklü, eğlendirici ve iyi bir roman çıkarmış.


“Zaman denen o sinsi güç, herkesin anladığı bir şeydir, açıklamayı deneyene kadar tabii.” Ve artık Araf’ta karar verme zamanı gelmiştir. Son bir pişmanlığı daha vardır bestecinin: “Belki de nasıl yaşadığıma, yaşadığım sırada daha çok dikkat etmeliydim,” der. Ama hayalperestliği konusunda müsterihtir.


Satie haklıdır belki de... Bekleme odasından çıkmanın en kolay yolu hayallerdir.

 

 

 

 


 

 

Görsel: Seda Mit

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.