Anna Karenina'yı elime ilk aldığımda lisedeydim. Birkaç sayfa okuduktan sonra uzun ve sıkıcı bir roman olduğuna karar verip rafa geri koymuştum. İkinci denememde üniversiteden yeni mezun olmuştum, bu defa elimden bırakamadım. O yaşta beni en çok heyecanlandıran, romanın unutulmaz karakterleri ve elbette aşktı. Hala uzun ve yer yer sıkıcı olduğunu düşünüyordum ama bu bir klasikti sonuçta, insanı biraz bunaltması gerekmiyor muydu? Yıllar sonra edebiyatla ilişkim ilerlediğinde Tolstoy’a geri döndüm. Anna Karenina’nın o sıralarda yeni yayımlanan ve çok övülen Volokhonsky & Pevear çevirisini okurken bambaşka bir roman okuduğumu hissettim. İyi çeviri romana yeni bir hayat kazandırmıştı. Meğer zamanında uykumu getiren kısımlar Tolstoy’un değil, kötü bir çevirmenin marifetiymiş! Değişen sadece çeviri değildi elbette. Arada ben de değişmiştim; hayata ve insanlara biraz daha farklı bir gözle bakmaya başlamıştım. Bugüne kadar yazılmış en iyi romanlardan biriyle, belki de birincisiyle tanıştım.
Çok basit bir tanım yapacak olursak, klasikler, yıllar geçse de hep ilgiyle okunan, değerinden bir şey kaybetmeyen eserlerdir. Bazılarını hayatımızın farklı dönemlerinde tekrar tekrar okuruz ve her okuma bizim için yepyeni bir deneyimdir. Klasikler, irili ufaklı bütün kitapçılarda karşımıza çıkar. Telif masrafı olmadığından, aynı kitabın elli farklı yayınevi tarafından basılması söz konusudur. Okurların bundan şikayetçi olması için bir sebep düşünemiyorum. Peki ama raflardaki onlarca Anna Karenina arasından belirli bir tanesini neye göre seçiyoruz?
Belki bazı okurlar hemen “fiyat” diyecektir ama benim aklıma gelen ilk cevap, “çeviri.” Zaten ikisi birbiriyle yakından alakalı. En ucuz olanın mutlaka en cazip seçenek olmadığını, “hesaplı klasikler” pazarının fiyat kırmak uğruna kötü, hatalı, eksik çevirilerle dolu olduğunu hatırlatmakta fayda var. Öte yandan, iyi çeviriler arasında da tercih yapmak mümkün. Her yeni çeviri, bildiğimiz bir eseri yeni bir gözle değerlendirmemize fırsat veriyor. Bazı durumlarda, pek sevmediğimizi sandığımız bir romana âşık olmamıza bile yol açabiliyor.
Eğer kitaplara sırf metin değil, nesne olarak da tutkuyla bağlıysanız ikinci cevap, “fiziksel özellikler” olacaktır. Yıllarca saklayacağınız bir kitaba tıpkı kıymetli bir saat ya da bir dolmakalem alır gibi fazladan para vermeyi göze alanlar var. Kitabın cildi, kağıdın kalitesi, kullanılan yazı tipleri ve daha yüzlerce teknik ayrıntı bir araya geldiğinde, malzemenin de en iyisi seçildiğinde tasarım harikası eserler ortaya çıkıyor. Bu kategorinin bir ucunda çoğumuzun alım gücünü aşacak on binlerce dolarlık özel basım kitaplar, diğer ucunda ise 50-100 dolar seviyesinde, nispeten daha makul fiyatlı kitaplar yer alıyor. Bu türün en tanınmış markası olan Folio Society, boş zamanlarınızda kataloğunu inceleyip tatlı hayallere dalmak için birebir! Arkadaşlarım eksik olmasın, bir yaş günümde bana Isaac Asimov'un Vakıf üçlemesinin Folio edisyonunu armağan etmişti. Pırıl pırıl baskısı, ipek gibi kağıdı, okşamaya kıyamadığım kapakları ve nefis illüstrasyonlarıyla tabii derhal kütüphanemin "başköşe" rafına yerleşti. Şimdi gözüm, en sevdiğim romanlardan biri olan Dune'da.
Üçüncü cevap olarak ise metnin kendisini zenginleştiren ilavelerden bahsedebiliriz. Örneğin, bazı yayıncılar kitabın başına yazarı ve eseri tanıtan, edebiyat tarihindeki yerini aydınlatan önsözler koyuyorlar. Konunun uzmanları tarafından hazırlanan bu son derece kapsamlı metinler, başka bir baskısına sahip olduğunuz kitabı tekrar satın almak için yeterli bir sebep oluşturabiliyor. Ek metinler, sadece önsözle sınırlı değil elbette. Ulysses gibi zor eserler, sık sık amatör okurun hayatını kolaylaştıracak dipnotlarla yayımlanıyor. Bazı okurlar eserin en "saf" halini tercih etse de ben bu tarz açıklamalı metinleri müthiş keyifle okuduğumu itiraf etmek zorundayım. Bu kategoride en sevdiğim seri ise, Norton'un "Annotated Classics"i. Çocukken hayalini kuracağınız türden kitaplar bunlar. İri bir ansiklopedi boyutunda, kalın kapaklı, nefis kağıda basılmış ve her sayfası sürprizlerle dolu. Sürpriz dediğim, sayfa kenarlarında, metnin ilgili satırlarının hizasına yerleştirilmiş yan notlar. Sadece temel, açıklayıcı bilgilerle sınırlı kalmayıp okuru kitabın evrenine sokup uzun bir yolculuğa çıkaracak fotoğraflar, haritalar, eskizler, anekdotlar, bulmacalar, tarihten yapraklar, gazete kupürleri, başka kitaplardan alıntılar ve daha niceleri çıkıyor karşınıza. Serinin kataloğunda yer alan isimler, tam da bu türden bir zenginliğe layık zaten: Dracula, Alice Harikalar Diyarında, Oz Büyücüsü, Sherlock Holmes... Kar yağsa da evde kapalı kalsak dedirtecek türden.
Hep daha fazlası...
Son yıllarda ülkemizde de klasikler daha özenli hazırlanmaya ve yayımlanmaya başladı. Elbette bunun en sevindirici yanı, çevirilerin kalitesine eskisine kıyasla çok daha fazla önem veriliyor olması. Arada sırada intihal gibi bazı sevimsiz hadiseler kulağımıza geliyor ama zamanla bunların tamamen ortadan kalkacağını umuyoruz. Diğer yandan Türkiye'de görmeye pek alışkın olmadığımız sert kapaklı baskılar, klasiklerde sık sık karşımıza çıkmaya başladı. En son örnek ise Doğan Kitap'ın geçtiğimiz günlerde piyasaya sürdüğü klasikler serisi.
Bu serinin ilk göze çarpan özelliği, Geray Gençer imzalı kapak tasarımları. Beyaz sert cildin üzerindeki geometrik yazı tipi, yalın şekiller ve kısıtlı renk paleti, benim çok hoşuma giden bir tarz. Böyle bir seçimin klasik eserlerin bir anlamda gençleştirdiğine, en azından genç okurlara daha çekici bir görünüme kavuşturduğuna inanıyorum. İç sayfalar rahat okunan bir sayfa düzenine sahip, ancak kullanılan kağıt belki biraz daha yüksek kaliteli olabilirdi. Bunun da fiyatları oldukça makul bir seviyede tutmak için yapılmış bir tercih olduğunu düşünüyorum. Göze çarpan bir diğer özellik ise her eser için Şebnem İşigüzel, İsmail Güzelsoy, Hakan Günday, Nedim Gürsel ve Zülfü Livaneli gibi dikkat çeken isimlerin kaleme aldığı kısa birer önsöz. Bu da çok hoş bir dokunuş ancak açgözlü bir okur olarak hep daha fazlasını arzuluyorum.
Sırf açgözlülük de değil. Böyle önemli kitaplar ve yazarları hakkında ne kadar çok yazsak da, okusak da, düşünsek de, hep daha fazlasına yer olacak.
Yeni yorum gönder