Türkçe olarak yayımlanan kaynaklarda Nâzım Hikmet'in Küba yolculuğu ile son derece kısıtlı, çoğu zaman birkaç cümleden ibaret bilgi bulunmakla birlikte, bu önemli gezinin tarihi ile ilgili yeterli sayılabilecek yargılar bulunmamaktadır. Bu eksikliğe dikkat çeken ve araştırmasında bu konuyu etraflıca ele alan araştırmacı Hikmet Akgül 2002 yılında yayımlanan "Nâzım Hikmet, Siyasi Biyografi" adlı kitabında konuya şöyle yaklaşmıştır:
"Nâzım'ın Küba'ya hangi tarihte gittiği ve ne kadar kaldığı Türkçe kaynaklarda belirtilmiyor. 'Saman Sarısı'ndan önce yazdığı Kosmos adlı şiir, 13 Nisan 1961 (Paris) tarihini taşıyor. Havana Röportajı'ndan sonra yazdığı şiirin altındaki tarih ise, 13 Ağustos 1961'dir. Bu durumda Nâzım'ın 1961 Mayıs'ında Küba'ya gittiği düşünülebilir. Nitekim Mehmet Fuat, Nâzım Hikmet'in eşi Vera ile birlikte, 1961 Nisan’ında Paris'e geldiğini ve orada kırk gün kaldıklarını yazıyor.
Ve ardından 'Mayısta Nâzım Hikmet oradan yalnız olarak Dünya Barış komitesi adına, Fidel Castro'ya Barış Ödülü vermek üzere, Havana'ya gitti,' diye yazmaktadır. 'Romantik Komünist'in yazarları da aynı görüşte: 'Paris'te birlikte 40 gün geçirdikten sonra, Nâzım tek başına Küba'ya gitti. (...) Nâzım için, 1961 yılının Mayıs ayında Küba'ya yaptığı ziyaret...'
Ancak bu anlatımlar kuşku doğurmaktadır. Çünkü bu durumda, Nâzım iki buçuk ay Küba'da kalmış gibi bir sonuç çıkmaktadır. Nâzım'ın Küba'da iki buçuk ay gibi uzun bir süre kalması sevindirici olurdu ama ne yazık ki bu, gerçeklerle uyuşmamaktadır. Nâzım Hikmet kırk gün kaldığı Paris'ten eşi Vera ile birlikte Moskova'ya dönmüştür. Vera'nın yazdıkları şöyle: 'Kırk gün kaldık Paris'te. Uçağımız sabah hareket ediyordu.' Bu anlatım Moskova'ya beraber döndüklerini gösteriyor. Kaldı ki, 'Havana Röportajı', 'Prag-Havana uçağı Küba Bale takımını bekliyor' dizesi ile başlıyor. Yine 'Otobiyografi' şiirinde 'elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya' diyor. Bu da Havana yolculuğunun Prag'dan binilen uçakla başladığını gösterir. Ayrıca, 26 Mayıs 1961'de Moskova'ya gelen Vartan İhmalyan, onunla telefonla konuştuğunu ve ertesi gün buluştuklarını anlatmaktadır.
Öyleyse, Nâzım'ın Küba'ya gidiş tarihini onun üzerine yapılan çalışmalardan öğrenmek mümkün değildir. Bu çalışmalar doğru bilgi vermedikleri gibi yalan-yanlış anlatımlarıyla gerçeğe ulaşmanın önünü de kapatmaktadırlar. Nâzım Hikmet üzerine yapılan ve Türkçe yayımlanan kitapların hiçbirinde Nâzım'ın Küba'ya gidiş tarihi doğru olarak bulunmamaktadır." ¹
Hikmet Akgül kitabının bundan sonraki bölümünde, aynı yukarıdaki alıntıda olduğu gibi bazı anılardan ve Nâzım'ın bazı şiirlerindeki ipuçlarından yola çıkarak kendine göre gerçek yolculuk tarihini bulmaya çalışmış, bu tarihe ulaşmasını da yine yukarıda olduğu gibi ayrıntılı ve uzun uzadıya ele alarak açıklamaya çalışmıştır. Sn. Akgül'ün sonuç olarak ortaya koyduğu tarihler doğru olmadığı için bu bölümleri anlatımıza dahil etmeye gerek duymadık. Bununla birlikte değerli yazarın oldukça önemli bir konuya değindiği ve bu konu üzerinde takdire değer bir çaba ortaya koyduğunun da altı çizilmelidir.
Nâzım'ın Havana'ya gidiş tarihi konusuna geri dönersek; bu konuda dile getirilmesi gereken ilk husus, gidiş tarihi konusunda Memet Fuat'ın ve "Romantik Komünist" adlı eserin yazarları olan Saime Göksu ile Edward Timms'in yanılgı içinde olmadıklarıdır. Küba José Martí Milli Kütüphanesi'nden temin edilen 13 Mayıs 1961 tarihli "Hoy" (Bugün) gazetesinde yayımlanan bir fotoğraf ve hemen altında yer alan haber, Nâzım'ın 1961 yılı Mayıs ayında Havana'da bulunduğunu teyit etmektedir. (Bakınız Ek 1) Aynı haberde yer alan "Dünyaca ünlü Türk şairi Nâzım Hikmet, Milletlerle Dostluk Enstitüsü'nün davetlisi olarak dünden beri Havana'da bulunuyor" ² ifadesi ise Nâzım'ın Havana'ya varış tarihinin 12 Mayıs 1961 olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu durumda, Vera Tulyakova'nın ve Memet Fuat'ın Paris'te kırk gün kalındığına dair ifadelerini de doğru kabul etmek lâzım geldiğinden, Paris'te geçirilen bu sürenin mutlaka Nisan ayının hemen ilk günlerinde başlamış olması gerekmektedir. Aynı şekilde Nâzım'ın Paris dönüşünde eşini Moskova'ya bırakır bırakmaz hemen yeniden yola koyulmuş olması da gerekmektedir. Bu önermeleri değiştirebilecek tek veri ise gerek Tulyakova'nın, gerekse Fuat'ın tam olarak kırk günden değil de yaklaşık olarak kırk günden söz etmiş olmalarıdır ki, bu da akla çok uzak değildir. Bu konuda vurgulanması gereken husus ise yeni yayımladığımız belgeler ışığında Nâzım Hikmet’in Havana’ya varış tarihinin kesin olarak ortaya konmuş olması ve bu tarihin 12 Mayıs 1961 olmasıdır.
Aynı konuda ilgili çevreler tarafından tartışılan diğer bir konu da Nâzım'ın Havana'da kalış süresidir. Hatırlanacağı üzere Akgül bu konuda önce iki buçuk ay gibi bir süre söz konusuymuş gibi göründüğünden söz etmiş, ancak gerçeğin böyle olmadığını kaydetmiştir. Dönem açısından yanılmakla birlikte kalış süresinin daha kısa olması gerektiği konusunda Hikmet Akgül haklıdır. Yukarıda bahsettiğimiz 13 Mayıs 1961 tarihli gazete haberinin sonunda bulunan "Bu çerçevede, (şair) Küba'da yaklaşık olarak iki hafta kalacaktır,"³ ifadesi bu konuya da açıklık getirmektedir. Aynı gazetede Nâzım'dan söz eden son haberin 4 Haziran 1961 tarihli olması ve bu yazının "Birkaç gün önce son dönemlerin belki de en iyi Türk şairi sayılan ve hiç şüphesiz yaşayan şairlerin en önemlilerinden biri olan Nâzım Hikmet'le görüşmek üzere ICAP oteline gittik"4 (Bakınız Ek 7) şeklinde bir cümleyle başlaması, daha önce aynı gazetede çıkmış olan haberi de teyit etmektedir. Bu bilgiler ışığında Nâzım Hikmet'in iki haftadan biraz fazla bir süre Havana'da kaldığı ve muhtemelen Mayıs ayının son günlerinde ya da Haziran ayının ilk günlerinde ülkeden ayrıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Nâzım Hikmet'in 1961 yılında gerçekleştirdiği Küba ziyareti ile ilgili olarak günümüze kadar tam anlamıyla açıklığa kavuşmamış olan bazı tarihlerle ilgili okurlarımıza sunacağımız bilgiler bunlardan ibarettir. Eldeki belgeler şu an için bu bilgilere daha fazla bir şey katılmasına imkân vermemekle beraber, şairimizin Küba’ya varış tarihini ve oradaki kalış süresini kesin denebilecek bir hassasiyetle ortaya koymaktadırlar.
"Etkinlikler" altbaşlığı çerçevesinde, temin edilen belgeler ışığında Nâzım Hikmet'in bahse konu olan gezi süresince gerçekleştirdiği anlaşılan ve şairin yaşamıyla ilgili diğer kaynaklarda yer almayan faaliyetlerden söz edilecektir. Aynı çerçevede, bu faaliyetler esnasında ünlü şairin yaptığı belli başlı, röportajlara, konuşmalara, açıklamalara da yer verilmiş ve bu söylemler hakkında birtakım yorumlar da yapılmıştır.
Araştırmamızın çıkış noktasını teşkil eden belgelerden edindiğimiz bilgilere göre Nâzım'ın adadaki ilk etkinliği, adaya varışının hemen ertesi günü, sonraları Küba Komünist Partisi'nin yayın organı haline gelecek olan "Hoy" (Bugün) adlı gazeteye yaptığı ziyarettir.5 Dönemin en önemli gazetelerinin başında gelen bu yayın organına yapılan ziyaretin adada önemli yankılara neden olduğu edinilen belgelerden anlaşılmaktadır. Bahse konu gazetenin 13 Mayıs 1961 tarihli nüshasında çıkan ve çalışmamızın “ekler” bölümünde yer alan bir fotoğraf ve altındaki haberden, şairin bu ziyaret sırasında, önceden kişisel dostluğu bulunan dünyaca ünlü Kübalı şair Nicolás Guillen (1902-1997)6 tarafından ağırlandığı anlaşılmaktadır. Aynı haberde Nâzım Hikmet'in bu ziyaret sırasında; "Fidel Castro'nun devrimci Küba'sını tanıdığım için mutluyum, çok mutluyum. Gerek ülkeniz, gerekse lideriniz Türk gençliği tarafından çok seviliyor,7 şeklinde kısa bir açıklama yaptığı da kaydedilmiştir.
Ne yazık ki şairin Küba'da bulunduğu dönemin ilk haftasıyla ilgili olarak elimizde pek az bilgi bulunmaktadır. Temin edilen belgelerden ikincisi 21 Mayıs 1961 tarihli gazetede yer alan bir ilandır ve ertesi gün Türk şairin onuruna bir kokteyl verileceğini duyurmaktadır. Aynı gazetenin 23 Mayıs 1961 tarihli nüshasında ise 22 Mayıs 1961 Pazartesi günü gerçekleştirilen kokteylle ilgili bir haber ve kokteyl sırasında çekilmiş bir fotoğraf yer almaktadır. Haberin içeriğinden kokteylin o dönemde ilki gerçekleştirilen Ulusal Sanatçı ve Yazarlar Kongresi'nin düzenleme komitesi tarafından verildiği anlaşılmaktadır. Aynı haberde kokteyle birçok Kübalı sanatçının da katıldığı kaydedilmiştir. O dönem Küba kültür yaşamının önde gelen simalarından olan ve davete katıldıkları anlaşılan kişilerden bazıları şunlardır: José Hernandez, Guillermo Cabrera Infante8, Fayad Jamis9, Manuel Díaz Martínez, Adigio Benítez, Natalio Galán, Virgilio Pinera, José Rodriguez Feo, César Leante, Natividad Gonzáles Freyre, Miriam Acevedo, Heberto Padilla, Pedro ve Francisco de Oráa, Loló Soldevilla, Sabá Cabrera Infante, Fausto Canel, Antón Arrufat10 Luis Suardíaz, Raúl Valdés Vivo, Carlos Franqui ve Nicolás Guillén.
Nâzım Hikmet'in Küba'da bulunduğu dönemde gerçekleştirdiği ve hakkında bilgi temin edebildiğimiz bir diğer faaliyet ise 25 Mayıs 1961 gecesi saat 22.30'da katıldığı bir televizyon programıdır. Ünlü şairin CMQ televizyonunda katılacağı program aynı gün yayımlanan gazetelere verilen ilanlarla duyurulmuş, bu ilanlardan biri de temin edilmiş ve çalışmamızın “ekler” bölümünde okurlarımıza sunulmuştur.
Bir panel havasında geçtiğini ertesi gün yayımlanan gazetelerden öğrendiğimiz televizyon programına Nâzım ile birlikte José A. Baragaño, Pablo Armando Fernández ve Manuel Díaz Martínez katılmışlar, programı Luis Gomez Wangüemert sunmuştur. Şairin bu programa katılmış olması başlı başına ilgi çekici bir unsur olmakla birlikte, burada esas önemli olan program boyunca konuşulanlar ve Nâzım'ın yaptığı açıklamalardır. 26 Mayıs 1961 tarihli haberden öğrendiğimiz kadarıyla Nâzım daha konuşmanın başında; "Önceleri ülkesinin özgürlüğü için mücadele eden genç bir şair olarak başladım; sonraları sosyal bir devrimden yoksun bir bağımsızlık savaşının kurmaca bir savaş olduğunu anladım,11 diyerek kısaca kendi fikirsel gelişimine değinmiştir. Konumuz dışında olduğu için şairin düşünceleriyle ilgili uzun uzadıya yorum yapma gereği duymuyor, yalnızca Nâzım Hikmet'in burada kastettiği devrimin sosyalist nitelikli bir devrim olduğunu düşünüyoruz. Yoksa kanımızca Nâzım Hikmet'in Türk Kurtuluş Savaşı sonrasındaki devrimi ve gerçekleştirilen benzersiz toplumsal değişimi görmezden gelmesinin söz konusu olabileceğini düşünmek istemiyoruz.
Aynı programda Nâzım'ın dile getirdiği fikirleri arasında genel olarak sanatla, özel olarak ise edebiyatla ilgili olanlar oldukça önemlidir. Şair, edebiyatın amacı ve halk-edebiyat ilişkisi konusunda şunları kaydetmiştir: "Halk okuma yazma bilmese de, yüksek bir kültür düzeyine sahip olmasa da, her şeyin yüce yaratıcısıdır. Bu sebeple halkın zekâsına saygı duyulmalıdır. Halk için edebiyat yapıldığında düzeyinin çok yüksek tutulması ve çok iyi yapılması gerekir. Devrimci bir şair devrimci nitelikli şiirler yazmalı, bunlar doğrudan doğruya siyasal içerikli de olabilirler ancak kalite her halükârda en üst düzeyde tutulmalıdır.12
Söz kültürden açılmışken, şair kültürün sosyalist ülkelerde toplumun ortak malı haline geldiğinden, bu ülkelerde okuma yazma bilmeyen kimse kalmadığından bahseder. Aynı çerçevede şiirlerinde de ele aldığı Türk halkının okuryazarlık durumuna değinir ve Türkiye'de okuryazarlık oranın son derece düşük olduğunu ifade eder. Nâzım'a göre o dönemde ülkemizde okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde yetmiş beştir.13 1960 yılına ait veriler, Devlet İstatistik Enstitüsü arşivlerinde bulunmaktadır. Adı geçen enstitünün verileri ışığında 1960 yılında Türkiye'de okuryazar olmayanların oranının % 60,5 olduğu görülmektedir.14 Bu oran o dönem için Nâzım'ı da herkesi de üzecek nitelikte olup, bugün içinse birçoğumuzu şaşırtacak olan bir oran olmakla birlikte % 75'ler düzeyine ulaşmadığı da aşikârdır. Nâzım Hikmet'in verdiği rakamın gerçek verilerden bir miktar farklı olmasını ise, şairin uzun yıllar boyunca yurtdışında yaşamış olmasına bağlamak mümkündür.
Bahse konu program sırasında Türk edebiyatının o dönemde içinde bulunduğu duruma ve belli beşlı kalem sahiplerine de değinilmiştir. Bu kapsamda Nâzım Hikmet, kırsal kesim kökenli bir grup yazarın, kırsal kesim insanının deneyimini yansıtan romanlar yazdıklarını, onları ilginç bulduğunu15 ifade etmiştir.
Söyleşi sırasında doğal olarak söz döner dolaşır ve yakın dönem Türk tarihine ve siyasetine gelir. Şair daha önce de değindiği Kurtuluş Savaşı'ndan söz ederek konuşmasını sürdürür ve Kurtuluş Savaşının Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin desteğiyle kazanılmış, antiemperyalist nitelikli bir savaş olduğunu ifade eder. Buna karşın yanki emperyalizminin müttefiki olan burjuvazinin karşı hareketiyle, Türkiye'nin o dönem itibarıyla Yakındoğu'da emperyalizmin en önde gelen kalesi haline geldiğini de sözlerine ekler.16
Nâzım'ın Küba ve devriminin geneli hakkındaki görüşleri ve devrimin etkilerine dair düşünceleri ise yazının son bölümünü oluşturmaktadır. Bu son bölümden anlaşıldığı kadarıyla Nâzım program sırasında Küba Devrimi, Kore ve Japonya'daki öğrenci olayları gibi bazı hareketlerin Türkiye'de öğrenciler arasında kuvvetli bir antiemperyalist akıma neden olduğunu ifade etmiştir; dahası, öğrenciler arasında oluşan bu antiemperyalist akımın gerçek bir halk hareketine dönüştüğünü vurgulamıştır.17
Anılan dönemlerde, ileride belli düzeyde ses getirecek birtakım öğrenci hareketlerinin Türkiye’de filizlenmeye başladığı doğrudur. Bununla birlikte, bu akımların bir halk hareketine dönüştüğü kanımızca pek isabetli bir saptama değildir. Nitekim sonraki yıllarda meydana gelen, bahse konu öğrenci merkezli bazı hareketlerde halkın tutumu çok destekleyici olmamıştır. Bu itibarla Nâzım Hikmet’in bu saptamaları yaparken bir miktar benimsediği ideolojinin etkisiyle ve kendi beklentileri dorultusunda fikir beyan ettiği söylenebilir.
Televizyon programının sonunda ise Nâzım Hikmet'in daha ziyade Küba Devrimi ile dünyada yarattığı yankılar üzerinde durduğu görülmektedir. Nâzım sonsöz olarak, Küba Devrimi'nin 1917 yılında dikilen harikulade ağacın dallarında mükemmel bir meyve olduğunu, bu ağacın dünyanın belli bir noktasına dikildiğini ama köklerinin tüm milletlerde olduğunu ifade etmiş; "Küba devriminin, ulusal bağımsızlıkları uğrunda, ilerleme yolunda mücadele içinde bulunan tüm milletlerin kendilerini seyretmeleri gereken bir ayna olduğunu"18 söyleyerek sözlerini bitirmiştir.
Nâzım Hikmet'in Havana'da bulunduğu döneme bir nebze ışık tutan belgelerimizden, bu çerçevede değineceklerimizin sonuncusu da yine aynı gazetenin 4 Haziran 1961 tarihli nüshasında yayımlanan Manuel Díaz Martínez imzalı bir haber röportajdır. Ekinde Nâzım'ın bir şiiriyle bir düzyazı örneğinin bulunduğu yazıya temel teşkil eden röportaj da şairin ülkedeki önemli faaliyetlerinden biridir. Bu haber-röportajın başında "Yanes" soyadlı bir ressam tarafından karakalem yapıldığı anlaşılan, Nâzım'a ait özgün bir resim de bulunmaktadır (Bkz. Ek:7).
Bu son belgenin hemen başında yer alan bilgilerden, Nâzım'ın Havana'da "Milletlerle Dostluk Enstitüsü"ne (İCAP) ait bir konukevinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı yazının giriş cümlelerinde ise, Nâzım'ın bu ülkede bulunmaktan dolayı hissettiği olağanüstü mutluluk gözlenebilmektedir. Nâzım söyleşiye şöyle başlar: "Beş gündür Küba'dayım ama devrimin başından beri buradaymışım gibi geliyor bana. Kendimi “Alis Harikalar Diyarı”nda gibi hissediyorum. Burada kısa bir süre kalacağım, büyük mutluluklar kısa sürer.”19
Bu söyleşide Nâzım uzun uzadıya kendi şiir zevkinin gelişiminden ve kimleri okuyup, onlardan nasıl etkilendiğinden söz eder. Konu Kübalı şair Nicolás Guillen'e geldiğinde ise bu şair hakkında son derece olumlu ifadeler kullanır. Guillen'in hem okuru hem de arkadaşı olduğu için büyük gurur duyduğunu aktarır. Söyleşinin tam bu noktasında Nâzım Hikmet'in edebiyat konusundaki büyük yetkinliğini ve ileri görüşlülüğünü ortaya koyan bir kısım bulunmaktadır. Burada Nâzım "...eğer Nobel Ödülü'nü veren heyette yer alsaydım, ödülün Aragón, Neruda ya da Guillen'e verilmesini isterdim,"20 diyor. Bu cümle yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Nâzım'ın derin edebi öngörü yeteneğini ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi ünlü Şilili şair Pablo Neruda (1904-1973) bu görüşmeden on, Nâzım'ın ölümünden ise sekiz yıl sonra 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olmuştur.
Nâzım Hikmet'in Küba gezisinde gerçekleştirdiği faaliyetler hakkında, bu çalışmaya esas olan belgelerden edinebildiğimiz bilgiler ne yazık ki bunlardan ibarettir. Bu aşamada çok önemli bir sorunla karşı karşıya kalmaktayız: Bilindiği gibi Türkiye'de yayımlanan kaynak eserlerin hemen hemen tümünde şairin 1961 yılında Küba'ya gitmesinin temel nedeninin Dünya Barış Komitesi adına Fidel Castro'ya barış ödülü vermek olduğu kaydedilmektedir. Garip bir şekilde gezinin gerçekleştiği dönemde Havana'da yayımlanan en önde gelen gazetelerden biri olan "Hoy" (Bugün) adlı gazetede ne adı geçen barış ödülüne dair, ne de Nâzım Hikmet'in Fidel Castro ile görüştüğüne dair bir kayda rastlanmamaktadır. Dahası, ünlü şairin Küba'ya geliş nedeni aynı gazetenin 4 Haziran 1961 tarihli nüshasında: "Nâzım Hikmet Küba'ya Devrimci Hükümetin davetlisi olarak, devrimin ortaya koyduğu eseri görmek üzere geldi,"21 şeklinde açıklanmaktadır. Şairin Küba'da bulunuş nedeni hakkında bilgi verilen bir diğer belge de, aynı gazetenin 13 Mayıs 1961 tarihli nüshasında bulunmaktadır ve o günkü haberde de Nâzım'ın Küba'da bulunuş nedeni şöyle açıklanmaktadır: "Dünyaca ünlü Türk şairi Nâzım Hikmet, Milletlerle Dostluk Enstitüsü'nün davetlisi olarak dünden beri Havana'da bulunuyor."22 Nâzım Hikmet'in Havana'da bulunuş nedeninin bir davet olduğuna dair elimizde bulunan son ipucu da yine aynı gazetenin 23 Mayıs 1961 tarihli nüshasında çıkan bir haberde bulunmaktadır. Fotoğraflı haberin hemen başında Nâzım Hikmet'in adada bulunuş sebebi şöyle açıklanmaktadır: "Devrimci Hükümetin davetlisi olarak bizleri ziyaret etmekte olan büyük Türk şairi Nâzım Hikmet'in onuruna... " 23
Elimizde bulunan belgelerin hiçbirinde, Türkiye’de temel kaynak olarak kabul edilen kaynaklarda sözü edilen Barış Ödülü'nden bahsedilmemesi, böyle bir ödülün varlığını bir nebze şüpheli hale getirmektedir. Aynı şekilde gazetelerde bu yönde bir haberin yer almaması Fidel ile Nâzım'ın görüşmediklerini de kesinkes göstermemektedir ancak kuvvetle muhtemel kılmaktadır. Şöyle ki, ülkenin efsanevi önderine, böylesine saygın, uluslararası üne sahip bir şairin bir ziyaret gerçekleştirmesi, dahası ona bir ödül de sunması şüphesiz gazetecilik açısından son derece önemlidir. Öte yandan şairin Havana'da gerçekleştirdiği çok daha önemsiz ziyaretlerin ve onuruna verilen bazı davetlerin basına yansıdığı da ortadadır. Bu durumda akla ilk gelen, Havana'da Nâzım Hikmet ile ilgili belgeleri ve bilgileri bizlerle birlikte bir araya getirenlerin ödül ve Castro ile görüşmeyi içeren haberleri atlamış olmalarıdır. Bu olasılık oldukça zayıf olsa da mümkündür; ne var ki Nâzım'ın Havana'da gerçekleştirdiği röportajlarda da, Nâzım'ın katıldığı televizyon programını konu alan haberlerde de bu iki konuda bilgi yer almamaktadır. Öte yandan Nâzım'ın Havana gezisi ile ilgili yazdığı ünlü şiiri "Havana Röportajı"ında da bu iki konuya değinilmemektedir. Bu son derece önemli hususu ne yazık ki eldeki belgelerle tam olarak açıklığa kavuşturma imkânı bulunmamaktadır. Bununla birlikte elimizde mevcut belgeler ve yaşayan tanıklar ne bu ödülün verilmiş olduğunu na de Nâzım Hikmet ile Fidel Castro’nun görüşmüş olduklarını teyit edememektedirler.
Bu alt bölümde Nâzım Hikmet'in 1961 yılındaki Küba gezisinin gerek gezi sırasında gerekse gezi sonrasında yarattığı yankılar ortaya konmaya çalışılacaktır.
Nâzım'ın Küba gezisinin yarattığı yankılar açısından yapıla bilecek ilk yorum, gezinin son derece olumlu geçtiği ve özellikle sanat çevrelerinde önemli akisler yaratmış olduğudur. Bu çerçevede dile getirilmesi gereken unsurlardan ilki, yazılı basında çıkan haber ve yorumların tümünde Nâzım'dan "büyük Türk şairi" olarak bahsedilmesidir. Türkiye ve Türkler Kübalılarca özellikle o dönemde çok tanınmış bir ülke ve millet olmamasına karşın, şairin Türk olmasının üzerinde bu denli önemle durulmasının iki muhtemel sebebi olabilir: Bunlardan ilki Kübalıların son derece yurtsever olmalarıdır; yurtsever toplumların tanıma ve tanıtma sürecinde oldukları kişilerin milliyetleriyle ilgili olmaları ve bu konunun altını çizmeleri şaşırtıcı sayılmamalıdır. Bu durumun ikinci muhtemel nedeni ise şairin kendisinin özellikle ve önemle bu konuyu vurgulamasıdır. Nâzım'ın bu konuda hassas olduğu bilinmektedir; şair 1943 yılında Kemal Tahir'e yazdığı bir mektubunda, bu konuya şöyle değinmiştir: "...sosyalist şair olmak, yani memleketini ve halkını en çok seven, memleketinin ve halkının en mamur olmasını isteyen şair olmak neden kusur olsun ve neden Türklük şuuruyla uygun düşmezmiş? Ah, bir kere bir saniye olsun, memleketini bir sosyalist şairin sevdiği gibi sevmesini, bir sosyalist şairdeki gibi Türklük şuuru gibi bir şuura sahip olmasını öğrenebilseydiler. Bir sosyalist şairde memleket ve halkın sevgisi nasıl konkre, elle tutulur bir toprağa ve gözle görülür, sesle konuşulur insanlara ait bir sevgidir.”24 Bu sevginin, hasretin ve özlemin etkisiyle olsa gerek Nâzım Küba'daki etkinlikleri sırasında da ısrarla şiirlerinin Türkiye'de yayımlanamamasından duyduğu üzüntüyü vurgulamış, "Biyografi” adlı şiirinde:
"yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiyem de Türkçem de yasak"25
dizeleriyle ifade ettiği özlemi, üzüntüyü şöyle dile getirmiştir: "Bugün itibarıyla 56 dile çevrildim, şiirlerim yalnızca bir dilde yayımlanmadı: Türkçe."26
Nâzım’ın gezisinin yarattığı yankıların değerlendirilmesi aşamasında göz önünde bulundurulması gereken unsurlardan biri de gezi sırasında ve sonrasında şair hakkında görsel basında çıkan haberlerdir. Şairin bizzat katıldığı bir televizyon programından önceki alt bölümde bahsettiğimizden bu konuya yeniden değinmeyi gerekli bulmuyoruz. Nâzım’ın gezi sırasında ve hemen sonrasına yayımlanan haber ve söyleşilerin birçoğu dönemin önemli gazetesi "Hoy"da (Bugün) çıkmıştır. Aynı şekilde 24 Mayıs 1961 tarihinde şairin "Giden" adlı şiirinin tercümesi "Aquel que se fue" adıyla yayımlanmıştır. Bu araştırmaya esas teşkil eden bu yansımalardan başka Nâzım Hikmet hakkında 1961 yılında "Bohemia" adlı dergide bir, haftalık "Lunes de Revolución" adlı dergide ise bir yazının çıktığı araştırmalarımız sırasında tespit edilmiş ancak bu yazılara henüz ulaşılamamıştır.
Gezinin gerçekleştiği dönemdeki yansımaların yanı sıra Nâzım'ın Küba'ya gidişinin yansımaları günümüzde de sürmektedir. Bu çerçevede sayılabilecek etkinliklerin ilki, şairin 1961 yılındaki gezisine bizzat şahit olan şair, yazar, eleştirmen ve gazeteci Luís Suardíaz'ın geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği bir dizi konferanstır. Nâzım'ı bizzat tanıma fırsatı bulan Suardíaz, ünlü şairin 100. doğum yıldönümü anısına 2002 yılında; biri ülkenin en önemli günlük gazetesi olan "Granma"da diğeri ise haftalık "Orbe" adlı dergide yayımlanan iki makale yazmış (bunlardan biri ekler bölümünde yer almaktadır), "Radio Progreso" adlı radyoda, 14-18 Ocak 2002 tarihleri arasında yayınlanan beş radyo programı hazırlamış ve ülkenin değişik bölgelerinde Nâzım Hikmet konulu üç ayrı konferans vermiştir.
Bu etkinliklerin yanı sıra, Nâzım anısına Latin Amerika'da gerçekleştirilen bir diğer anlamlı etkinlik Kolombiya'da olmuştur. Kolombiya'da "Unión En" yayınevi 2002 yılında doğum yıldönümleri kutlanan 35 dünya çapında şairin eserlerinin yer aldığı bir seçki yayımlamış, bu seçkide Nâzım Hikmet'in de on iki şiirinin İspanyolca tercümeleri yer almıştır. Aralarında Küba'dan Nicolás Guillén (1902-1989), Dulce María Loynaz (1902-1997), İspanya'dan Rafael Alberti (1902-1998), Luis Cernuda (1902-1963), Brezilya'dan Carlos Drummond (1902-1987) gibi şairlerin eserlerinin bulunduğu antolojide yer alan Nâzım Hikmet'e ait şiirleri ise yine Kübalı yazar Luís Suardíaz seçmiştir. Kitabın tanıtımı Kolombiya'da Şubat ayında düzenlenen Uluslararası Kitap Fuarı çerçevesinde yapılmıştır.
Nâzım'ın anısına Küba'da çok kısa süre önce gerçekleştirilen bir etkinlik de Havana şehrinde geçtiğimiz günlerde açılışı gerçekleştirilen anıt olmuştur. Eskişehir, Tepebaşı Belediyesi'nin girişimleriyle yürütülen bu proje çerçevesinde, Luís Suardíaz'ın bu çalışmanın ekler bölümünde yer alan makalesinde ifade ettiği gibi "Nâzım Küba'ya dönmüştür".
Nâzım Hikmet, 1961 yılında gerçekleştirdiği Küba gezisi ve eserlerinin Küba'daki yansımalarıyla ilgili olarak bu altbölümde ortaya konulacak bilgiler bunlardan ibarettir. Çalışmanın bundan sonraki bölümü, bu uğraşının ortaya konması aşamasında kullanılan bilgi ve belgelerin özgün nüshalarına ve tercümelerine ayrılmıştır.
Ek 1
25 Mayıs 1961 tarihinde, Nâzım Hikmet'in aynı akşam CMQ adlı televizyon kanalında bir programa katılacağına dair "Hoy" adlı günlük gazetede çıkan ilan
Ek 1t
25 Mayıs 1961 tarihinde, Nâzım Hikmet'in aynı akşam CMQ adlı televizyon kanalında bir programa katılacağına dair "Hoy" adlı günlük gazetede çıkan ilanın tercümesi.
BASIN KARŞISINDA
Büyük Türk şairi ekranda
Nâzım Hikmet
Program sırasında
şiirlerinden bazıları okunacaktır
CMQ Televizyonu Saat 22.30
Ek 2
4 Haziran 1961 tarihinde, “Hoy” adlı günlük gazetede çıkan Manuel Díaz Martínez imzalı haber.
Ek 2a
4 Haziran 1961 tarihinde,"Hoy" adlı günlük gazetede çıkan Manuel Díaz Martínez imzalı haberin tercümesi.
Sol başta : Manuel Diaz Martinez
Birkaç gün önce, son dönemin belki de en iyi Türk şairi olan ve yaşayan şairlerin en iyilerinden biri olduğu şüphe götürmeyen Nâzım Hikmet'le görüşmek için İCAP konukevine gittik. Nâzım Hikmet Küba'ya Devrimci Hükümeti'n davetlisi olarak, Devrim ortaya koyduğu eseri görmek üzere geldi. Bir masanın etrafına oturduk ve Havana kıyılandan gelen dalga sesleri arasında şairle söyleşiye başladık; şair söze şöyle başladı:
-Beş gündür Küba'dayım ama bana sanki Devrim'in başından beri buradaymışım gibi geliyor, kendimi Alis Harikalar Diyarında gibi hissediyorum. Burada kısa bir süre kalacağım, büyük mutluluklar kısa sürer. Şöyle söyleyeyim; her şeyden önce burada bütün gençliğimi buluyorum. Yüzler benzemese de, çiçekler ve meyveler benzemese de burası bana Rusya'da devrimin ilk günlerini hatırlatıyor. Benzeşen bir şey var ve bu benzerlik bana on dokuz yaşımın gençliğini hatırlatıyor.
Kısa bir sessizlik oluyor ve Nâzım Hikmet devam ediyor:
-Bir kural var: Devrim yapıldığı sürece ve yeni bir toplum oluşturulurken kimsenin yaşlı olma hakkı yoktur; öte yandan Devrim de daha ziyade genç insanlar tarafından yapılır.
Şiir konusuna girdik ve söz tekrar Nâzım'da:
- Küba şiirinden, Küba halkının devrimci kültürünü dünyamızda temsil etmiş olan ve halen de temsil eden dünya çapında bir Kübalı şairi tanıyorum; son derece usta bir şair, sadece okuru olduğum için gurur duymuyorum aynı zamanda arkadaşı olduğum için de gurur duyuyorum: Nicolás Guillén.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde — diyerek devam etti — genç Kübalı şairlerin şiirleri tercüme ediliyor. Geçen ay en ünlü sunuculardan biri tarafından gerçekleştirilen bir şiir gecesine katıldım, salonda iki bine yakın insan vardı ve bilet bulabilmek için iki saat boyunca sıra beklemişlerdi. Orada Küba şiirleri okundu. Dinleyiciler bu şiirlerden bazılarını iki ya da üç kez okuttular.
Konuşmamız yön değiştirdi ve Nâzım Hikmet şu anda Türkiye'deki siyasal durum hakkında yorumlar yaptı:
- Ülkem yöneticileri tarafından Amerikan emperyalizmine satılmaya devam ediyor. Açlık, hastalıklar, cehalet, sömürü ve baskı devam ediyor. Ama ben kötümser değilim: Ben halka inanıyorum. Küba örneği en çok ezilmiş ve emperyalizme satılmış milletlerin bile onlara layık yöneticileri olduğu takdirde harikalar yaratabileceklerini gösterdi.
Konuşmamızın yönü tekrar değişiyor ve Nâzım Hikmet bir şair olarak gelişimini anlatıyor:
- Her şeyden önce Türk şairlerinden söz etmeliyim. Bizim edebiyatımızda XX. yüzyıl başına kadar birbirine paralel iki akım gelişmiştir: Birincisi, klasik olan eskiden feodal bir yapıya sahipken daha sonraları kentsoylu bir kimliğe bürünmüş, bazı şairlerin elinde ise ütopik sosyalist olmuştur; öylesine bir dille yazılır ki ben bile yazılanları ancak sözlük yardımıyla anlayabilirim. Diğeri halk edebiyatıdır ama folklorik değildir; genelde köylü şairlerce oluşturulur ve Türk halkının dilinde yazılır. Özellikle bu şiir türünün üzerimde büyük etkisi vardır. Bunun ötesinde Fransız şiirinin de üzerimde tesiri olmuştur (Baudelaire, Victor Hugo), aynı şekilde klasik Rus Edebiyatı'nın (şiirinin değil) ve Kuzey Amerikalı şairlerin de üzerimde etkisi olmuştur; özellikle de Türkçe tercümelerinden okuduğum Whitman'ın. Benzer şekilde klasik Çin ve Japon şairlerinden de etkilendim. Mayakovski ile şahsen tanıştım ve o dönemde henüz Rusça anlayamamama karşın Mayakovski üzerimde sırf şiirlerini okuyuş tarzıyla etkili oldu. Bir aydın olarak bildiklerimin yarısından fazlasını Moskova'ya borçlu olduğumu itiraf etmeliyim. Ben Bolşevik Partisi'ne 1923 yılında, Türkiye Komünist Partisi'ne ise 1924 yılında üye oldum. Moskova'da Marx, Engels ve Lenin'in eserlerini tanıdım; hayatımda ilk kez Moskova'da bale ve opera gördüm, resim sanatının değişik akımlarını, farklı eğilimde tiyatro eserlerini ve şahsen Stanislvaski'yi ve Meyerhol'u tanıdım. Gerçekten de, beni eğiten, beni namuslu bir adam yapan Moskova benim annem sayılır.
Bizim isteğimiz üzerine bize biraz da yaratıcı yönünden söz etti:
- İlk şiirim on altı yaşımdayken I.Dünya Savaşı sırasında İstanbul'da yayımlandı. Türkçe ilk kitabımı Bakü'de yayımladım. Yirmili yılların sonunda ilk kitabım Rusçaya çevrildi! Bugün itibarıyla elli altı dile çevrildim, şiirlerim yalnızca bir dilde yayımlanmadı: Türkçe. Sosyalist ülkelerin radyoları ve Türk halkının üzerinde çok büyük etkisi bulunan Türk yurtseverlerinin -yeraltındaki- radyosu (Bizim Radyo) şiirlerimi yaydılar. En son Fransa'ya ve İtalya'ya gittiğimde orada yaşayan Türk gençlerinin en son şiirlerimden bile haberdar olduklarını gördüm. Öte yandan yirmi beş tane tiyatro oyunu, Türkiye'de ırkçılık ve Sovyet Anayasası (Türkiye'de de yayımlandı) ile ilgili birer deneme ve başka düzyazı eserler yazdım.
Sovyetler Birliği'nden döndüğünde, Küba'da gördükleriyle ilgili olarak neler yapacağını sorduğumuzda bizi şöyle yanıtladı:
- Küba hakkında büyük bir şiir-röportaj yazmayı deneyeceğim, bu uğurda milislerin Küba'yı savunmak için çalıştıkları gibi çalışacağım. Küba'ya layık bir eser ortaya çıkarsa onu hem yayımlar hem de burada basmanız için sizlere yollarım. Eğer olmazsa makaleler yazarım. Bir şair ya elinden gelenin en iyisini yazar ya da hiçbir şey yazmaz. Ben şahsen, devrimci şiire hakimiyet konusunda son derece titizim; her türlü popülist eğilime ve bayağılaştırmaya karşıyım. Bu halk gibi, bir devrim gerçekleştirmiş olan bir halkın, bugüne kadar seçkinlerin
okudukları ya da dinlediklerinden kalite olarak bin kat daha iyi şiirler okumaya ya da dinlemeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Sekiz dizeden oluşan bir şiir yazıldığında bu şiirin onu okuyacak kişilere layık bir şiir olması gerektiğine inanıyorum ve şahsen devrimci bir şiir yazmanın Hermetik eğilimli felsefi bir şiir yazmaktan çok daha zor olduğuna inanıyorum. Bu konuda ısrarcıyım çünkü her devrimde bayağı bir edebiyat yaparak halkın neşesini, umudunu, inancını sömürmek isteyen kişiler çıkar.
- Sizler -diyerek sözlerine devam etti Nâzım Hikmet- üretimin, sanatın ve bilincin kalitesi için mücadele ediyorsunuz; ve bu uğurda yapılacak mücadelenin yollarından biri de kaliteli bir edebiyat yaratmaktan geçiyor.
Tam o sırada masamıza küçük bir çocuk yaklaşıyor ve bizlere Rus olup olmadığımızı soruyor. Ona olmadığımızı, Nâzım Hikmet'in Türk olduğunu söylüyoruz. Küçük çocuk soruyor: "Türk ne?" Nâzım gülüyor. Sonra şairlerden bahsediyor.
- Ben Saint-John Perse'in ilginç bir şair olduğuna inanıyorum. Ne şiirde ne de herhangi başka bir hususta dogmatik olmak istemiyorum, hele bu yaştan sonra. Eğer oğlum şair olmak isteseydi, ben benim gibi bir şair olmamasını isterdim... Perse'dense Quasimodo'yu tercih ederim ve eğer Nobel Ödülü'nü veren heyette yer alsaydım, ödülün Aragón, Neruda ya da Guillen'e verilmesini isterdim; Eluard'ın ölmüş olması çok yazık. Yaşadığımız çağda genel olarak iyi ve gerçek şiir bizden yana, halkın tarafında.
Nâzım Hikmet'in sözleri Sovyetler Birliği'ndeki şiire ve şairlere kayıyor:
- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde özellikle de gençler arasında birçok önemli şairler var. Ne yazık ki Sovyet şiiri yurtdışında yeterince tanınmıyor. Genel olarak sosyalist ülkelerde şiir sürümü çok olan bir nesne niteliğinde. Her semtte en az iki kitapçı olmasına karşın şiir kitabı bulabilmek için kitabevlerinin ve kütüphanelerin önlerinde yarım kilometrelik kuyruklar oluyor. Şahsen ben kırk kırk beş dakikadan fazla şiir dinlemeye tahammül edemiyorum ama Sovyetler Birliği'nde iki saat ve daha uzun sürelerle dinleniyor.
Konuşmamızın sonunda Nâzım Hikmet zekâ dolu bir gülümsemeyle bize şöyle dedi:
- Küba Devrimi kapitalist ve emperyalist dünya için son derece tehlikelidir; ancak Küba kadını hem kapitalist dünya hem de sosyalist dünya için büyük tehlikedir.
Şaire veda ediyoruz. Randevular ve ziyaretlerle geçen uzun bir günün ardından oldukça yorgun...
Ek 3t
Havana 'da yayımlanan günlük "Granma" gazetesinde 17 Ocak 2002 tarihinde Nâzım'ın 100. doğum yıldönümü münasebetiyle çıkan yazının tercümesi.
Bu yıl doğum yıldönümlerini kutladığımız önemli isimler arasında evrensel düzeyde eserleriyle silinmeyecek bir saygınlık örneği teşkil eden Türk şairi Nâzım Hikmet (Selanik, 15 Ocak 1902-Moskova, 3 Haziran 1963) unutulmamalıdır.
Her ne kadar küçük ve şanslı bir kitle önceden eserlerinin bir kısmını tanıyorduysa da, Kübalı okurlarının çoğu onu, Alfredo Varela tarafından tercüme edilen şiirleri, "Sürgün Zor Zanaat" adı altında Lautaro Yayınevi (Buenos Aires, 1959) tarafından yayımlandığında tanımıştır. Aynen kitabın başlığında olduğu gibi, isyankâr gençlik günlerinde ülkesinde yaşanan katı rejime karşı ortaya koyduğu tutum sonrasında sürgüne gitmiş, yaşamının son on iki yılını da sevdiklerinden ayrı geçirmiştir. Çektiği hapis cezası da yaşadığı sürgünlerden daha hafif olmamıştır. İkincil sayılabilecek cezaevlerinde geçirdiği sürelerin dışında, 28 yılın üzerinde hapse mahkûm olmuş, bu sürenin 13 yıl beş ayı aralıksız infaz edilmiştir. Uluslararası düzeyde girişimler ve lehine gelişen siyasal ortam sayesinde hapisten çıkmış ve hayatı büyük ölçüde tehlikede olduğundan kısa süre içinde sürgüne gitmiştir.
25 tiyatro eseri bulunan, roman, öykü yazan, edebi çevirmen ve daha bir çok özelliği bulunan ve yapıdan kırkın üzerinde dile çevrilen bu güçlü şair hakkında çok şey söylenebilir; ancak ben yalnızca Küba ile olan ilişkisine değineceğim. Nicolás Guillén'in bu yakın arkadaşı birçok ülkede bulunmuş ancak yaşamında yalnız bir kez, Girón zaferinden bir kaç hafta sonra 1961 yılının Mayıs ayında Küba Devrimi'ni tanımak amacıyla Atlantiği geçmiştir. Ülkeye varışından hemen sonra Nicolás hemen bir taksiye bindi ve doğruca onunla buluşmaya gitti; ona Havana'yı yeni taç giymiş bir prense ülkesini sunarcasına sunmak istiyordu.
UNEAC27 henüz kurulmamıştı ama sonraları merkezi olacak büyük binaya sahiptik. Bina o dönemde kongreyi düzenleyen komiteye ait bulunuyordu ve onu orada, hatırlanmaya değer bir faaliyet çerçevesinde tanıdık. O günlerde "La Tertulia" son dönemde yazdığı yarım düzine kadar şiirini -Umudun Balı- adı altında yayımladı; kapak çalışmasını Fayad Jamíz yaptı. Fayad'a uzun bir şiir-röportaj yazmakta olduğundan bahsetmiş, o çalışmadan da bir parça yayımlandı. Bu çalışmanın tamamını İspanyol aydını Fernando García Burillo'nun Türkçe aslından "Oriente y el Mediterráneo (Doğu ve Akdeniz) Yayınlan" için yaptığı tercüme sayesinde ancak şimdi okuma fırsatı bulabiliyoruz.
Bu eser iki yüz seksenin üzerinde dizeden oluşan coşkulu bir söylemle oluşturulmuş, Küba hakkında bir röportajdır, ancak bu şiir şairin o yılki eserleri arasında ülkemizden söz eden tek örnek değildir. Büyük ölçüde şairin yaşamından unsurlar barındıran "Saman Sarısı" adlı on dört sayfalık şiirinde yeniden büyülendiği adadan söz ediyor: Küba'dan döndüm bu sabah / Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya. Şiirin altmış dize civarındaki kalan bölümünde şair yine kendi deneyimlerini aktarmaya devam ediyor. Bu bölümlerin kahramanları henüz kurtulmuş olan mütevazı insanlar. Bu bölümlerde, verimli topraklardan fışkıran ve olgunlaşan şeker kamışları gibi, Fidel'in sözleri gibi gelişen umutlardan söz ediyor.
İçten bir üslupla Eylül ayında yazdığı bir şiirinde28 ise şair şunları soruyor: Güzelim Havana'da şimdi saat kaçtır / Gece midir, gündüz müdür?" Şiiri açısından oldukça verimli geçen aynı yıl yazdığı bir diğer şiirde29 ise şöyle diyor: "şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan / yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin lobilerinde oturup içtikti yudum yudum şehirlerimizin hasretini / iki şey var ancak ölümle unutulur / anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü."
Siyasi mahkumiyetin komünist kahramanı Nâzım'ın şiirlerini yeniden keşfedip okurken, Küba'nın ve dünyanın kritik bir döneminin kargaşasına geri döndüm. Bugün de o dönemkiler kadar önemli savaşlar veriliyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde haksız yere hapiste tutulan, cesaret ve onurla direnen beş arkadaşımız da verdikleri yazılı ifadeleriyle, Nâzım'ın 1961 baharında şahit olduğu, geleceğe saçılan tohumlardan saçıyorlar.
Ek 4
Havana'da 2003 yılında açılışı yapılan Nâzım Hikmet anıtının kitabesi. Kitabede yer alan alıntının İspanyolcaya tercümesi yazar tarafından yapılmıştır.
Ek 5
28 Mayıs 1961 tarihinde Bohemia adlı dergide çıkan haber ve fotoğraflar.
Ek 5t
Bohemia adlı dergide 28 Mayıs 1961 tarihinde çıkan haberin Türkçe çevirisi.
Evrensel Türk şairi Nâzım Hikmet Küba’nın misafiri. Ülkesinin cezaevlerinde geçirdiği on yedi yıl, onun halk davalarına kendini adamışlığının kanıtı ama o bunlardan söz etmemeyi yeğliyor. Uzun mücadelelerin örselediği bu yaşlı devrim savaşçısı kendinden neredeyse hiç söz etmiyor. “Yaşamımın geri kalan kısmını burada geçirmek isterdim ama Türkiye’nin de bir Küba olması için çalışmalıyım.” 25 tiyatro eserine imza atmış ve şu sıralar ada hakkında bir şiir yazıyor. “Bu şiiri kendi ülkem dışında dünyanın herhangi bir yerinde yayımlayabilirim” diyor üzüntüyle. Nâzın Hikmet’in şiir, tiyatro ve deneme türlerinde eserleri var ve bu yapıtları elli altı dünya diline çevrilmiş. “Altmış bin dizelik üç büyük şiir yazdım ama bunlardan elimde yalnız yirmi beş bin dize kaldı, gerisini polis imha etti”. On yıl önce Türkiye’den sürülen şair o zamandan beri Sovyetler Birliği’nde yaşıyor. “Orası vatanların vatanı” diyor. Tiyatro eserlerinin Küba’da tanınmasını arzu ediyor. "Telif hakları beni ilgilendirmiyor ama alacak olursam alacağım miktarı 'çocuk bakım ve eğitim merkezleri' ile 'toplumsal amaçlara hizmet eden işçi örgütlerine' bağışlamayı düşünüyorum" diyor.
1 Hikmet Akgül, "Nâzım Hikmet, Siyasi Biyografi", Chiviyazilari Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 326-327.
2 Nâzım Hikmet en La Habana" (Nâzım Hikmet Havana'da), Hoy, Havana, 13 Mayıs 1961.
3 a.b.
4 “La palabra viva de Nâzım Hikmet" (Nâzım Hikmet'in Yaşayan Sözleri), Hoy, Havana, 4 Haziran 1961.
5 "Diccionario Enciclopédico de las Letras de America Latina" (Latin Amerika Edebiyatı Ansiklopedik Sözlüğü), Monte Avila Editores Latinoamericana, Caracas, 1995, s. 772.
6 1930'lu yıllarda yaygınlaşan Afro-Küba hareketinin öncülerinden olan ve toplumsal eleştiriler içeren şiirleriyle tanınan ünlü Kübalı şair. Gazeteci ve siyasetçi olan babasının Küba İç Savaşı'nda ölümü üzerine 1917 yılında tahsilini yarım bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kalan şair daha sonra bu eksikliği telafi etmek üzere Hukuk Fakültesine kaydolmuşsa da eğitimini tamamlayamamıştır. Yaşamı boyunca çok açık bir şekilde siyasal tutumunu ortaya koyan şair Cumhuriyetçi kuvvetlerin saflarına katılmak ve İspanya İç Savaşı'nda çarpışmak üzere bu ülkeye gitmiş, 1937 yılında yayımlanan şiir kitabı "Cantos para soldados y sones para turistas" adlı yapıtında (Askerler İçin Şarkılar, Turistler İçin Ezgiler) bu deneyimlerini yansıtmıştır. Eserleri otuzun üzerinde dile çevrilen Guillén'in şiirleri dilimize de çevrilmiş ve "Küba Şarkıları" (1976-1983) ile "Adam Eden Sözler" (1985) adlarıyla yayımlanmıştır.
7 "Nâzım Hikmet en La Habana" (Nâzım Hikmet Havana'da), Hoy, Havana, 13 Mayıs 1961.
8 Guillermo Cabrera Infante, Fulgencio Batista yönetime el koyduktan sonra tutuklanmış ve bir süre hapiste kalmıştır. Daha sonra Batista'ya karşı yürütülen mücadeleye katılan Cabrera Infante devrimden sonra "26 Temmuz" grubunun yayın organı olan "Revolución"un (Devrim) editörlüğünü yapmıştır. Daha sonra bir süre Consejo Nacional de Cultura'nın (Ulusal Kültür Konseyi) başkanlığını, bir süre de UNEAC (Küba Sanatçı ve Yazarlar Birliği) başkan yardımcılığını yürütmüştür. 1965 sonrasında ise devrim sürecine ters düşmüş ve ailesiyle birlikte İngiltere'ye yerleşmiştir. "Şehirler Kitabı" adlı eseri dilimize çevrilerek Türk okurlarına sunulmuştur.
9 Şair ve ressam olarak ün yapmış bir sanatçı olan Fayad Jamís, 1954-1959 yılları arasında Paris'te yaşamış ve devrim sonrasında ülkesine dönmüştür.
10 Casa de las Américas'ın kurucularından olan Antón Arrufat, 1954-1959 yılları arasında Paris'te yaşamış ve devrim sonrasında ülkesine dönmüştür.
11 "Hikmet: Una Guerra de Independencia Sin Revolución Social Es Guerra Ficticia" (Hikmet: Sosyal Devrimden Yoksun Bir Bağımsızlık Savaşı Kurmaca Bir Savaştır), Hoy, Havana, 26 Mayıs, 1961.
12 a.b.
13 a.b.
14 http://www.turkey.org/statistics/
15 "Hikmet: Una Guerra de Independencia Sin Revolución Social Es Guerra Ficticia" (Hikmet: Sosyal Devrimden Yoksun Bir Bağımsızlık Savaşı Kurmaca Bir Savaştır), Hoy, Havana, 26 Mayıs, 1961
16 a.b.
17 a.b.
18 a.b.
19 Manuel Díaz Martínez, "La Palabra Viva de Nâzım Hikmet" (Nâzım Hikmet'in Yaşayan Sözleri), Hoy, Havana, 4 Haziran, 1961.
20 a.b.
21 a.b.
22 "Nâzım Hikmet En la Habana" (Nâzım Hikmet Havana'da), Hoy, Havana, 13 Mayıs, 1961.
23 "Cóctel Homenaje a Nâzım Hikmet" (Nâzım Hikmet Onuruna Kokteyl), Hoy, Havana, 23 Mayıs, 1961.
24 Ataol Behramoğlu, "Nâzım Hikmet'in Düşünce Dünyası", 100. Doğum Yıl Dönümünde Nâzım Hikmet'e Armağan, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s.272.
25 Nâzım Hikmet, "Son Şiirleri" (1959-1963), s. 105
26 Manuel Díaz Martínez, a. b.
27 Unión de Escritores y Artistas de Cuba (Küba Yazarlar ve Sanatçılar Birliği).
28 Luis Suardíaz'ın söz ettiği bu şiir 3 Eylül 1961 tarihinde yazılan "Bir Şehirde Tramvaylarla Yapılmış Gece Gezintileri Üstüne" adlı şiirdir.
29 "Saman Sarısı"
____________________________________________
Hazırlayan: Doç. Dr. Mehmet Necati Kutlu
Dr. Ahmet Tacemen’in “Bulgartürkleri Gizli Tarihi. 1878-1990., Adana 1991, Niğde 2003, Bursa 2011
Blaga, Nazım ve Todor Jivkov. Yıl 1950
Nazım Hikmetle ‘Nazım Hikmet Bulgaristanda’ kitabının edibesi Blaga Dimitrovayı; Moskovanın, Bulgaristanda tezgâhladığı, 1950 göçü, karşılaştırır. Rusya, yani Sovyetler birliği, emelleri peşinde, aynen Kabala ittifakı gibi, asırlardır Balkanları, Müslümanlardan, temizleme çabasındadır.
Bulgarslavı Komünist partisi, güya göçü durdurmak için, çaba harcar. Bu hizada Sovyetlere henüz ulaşan Nazım Hikmet (1902-1963), Bulgartürklerini göç etmekten vazgeçirmek için, Bulgaristana getirilir. Nazım Hikmetin getirilmesi, Türkiye komünistlerine, oradan da dünya komünistlerine ve dünya efkârı umumiyesine; göçün Komünizmden kaçış olmadığına, emperyalist provokasyonu olduğuna, şahitlik edilmesi, içindir. Türk komünisti Nazım Hikmetin yanına, o esnada Moskova Edebiyat Enstitüsünde Doktorasını tamamlamakta olan, Bulgaristanlı kadın şair Blaga Dimitrova (1922) verilir.
Bu iki büyük insanın, başında Todor Jivkov bulunan Bulgarslavı Komünist Partisi Merkez Komitesi heyetiyle, Komünizmin başlattığı göçü, Komünizm adına; Deliormanı, Dobrucayı, Rodopları, köy, köy, kasaba kasaba dolaşarak; durdurma, çabalarını, edibenin yazdığı yolculuk notlarında görmek, mümkündür. Blaga Dimitrova gibi, usta kalemden yazılı bu notlarda yer alan Göç sahneleri, muhteşemdirler.
Kitapta göçün anlatıldığı kısımlarda, o zamanlarki Deliorman, Dobruca, Rodop Bulgartürkleri; hâlâ Osmanlı kılık kıyafetleriyle; Bulgaristandan göç gibi, mahşerî karmaşada; kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla, anne-babalarla, kardeşlerle, dedelerle, ninelerle, bebelerle, hayvanlarla, tarlalarla, bağlarla, bahçelerle, bayırlarla; çayırlarda kuşlarla, göllerde, ırmaklarda balıklarla, canlı durmaktadırlar. Bir de, o mahşerde, o mahşere; tren garında, trenin, üç dakika duruvermesi; mahşerin, koca treni alıp, “Can yoldaşlarımı, nerelere götürüyorsun?” diye, bağrına basıp, saklamak istemesi, yok mu?…
Bütün bunları büyük usta Blaga Dimitrova, vatanından ayrılanın, kendisiymiş gibi, yüreğinden parça, parça koparırcasına, anlatır. Çok samimi, çok hassas edibenin yazdığı her satırda; Bulgartürklerine, Bulgarslavlarına duyduğu, saygı ve sevgi, eksiksiz vardır.
Blaga Dimitrova ve Nazım Hikmet, yaşadıkları zamanı temsil edebilecek, kültür birikimlerine, medeniyetin ulaştığı değerlere sahip muasır insanlardır. Biri Bulgaristanın, diğeri de Türkiyenin, büyük şairleridir. Her ikisi de, biri Birinci Cihan harbinden sonra, diğeri İkinci Cihan harbinden sonra Moskovada talebelik yılları geçirirler. Burada, daha genç yaşta, hayatlarını, insanlar arasında adalete adarlar. Devletlerin, benimsedikleri ideolojilerin, kendisine hizmet edenleri, devletleri adına kullandıklarını, unutup, insanlığa adalet getirilmesi için, o çağlarda romantik olan, Komünizmi seçerler.
Blaga Dimitrova, 1958 yılında Bulgartürkleri mekteplerinin, kapatılmalarıyla, haklarının ihlâlleri başlayınca, daima onların yanında olur. Ad değiştirmelere (1961-1985), o kadar ısrarla karşı çıkar ki, nihayet Bulgarslavı devleti ve onun Genel Kurmayı, onu, “Millet ve vatan haini” ilân ederler. Yazdıklarına, neşretme yasağı getirilir. Bilhassa 1987-1989 yılları arasında, çok aşırı hakaretler görür, defalarca linç girişimlerine maruz kalır. Blaga Dimitrova ülkede rejim değişikliğinden sonra, Bulgartürklerine, Bulgarslavlarıyla eşit haklar verilmesi için mücadele eder.
Dünyanın, en narin, en zarif kadını, İslâm Bulgartürkleri hakları için, Bulgarslavı olarak, Hrıstıyan olarak, yorulmadan, yılmadan, mücadele verir. Haklı olduğu inancının, büyüklüğüne; insanlığının büyüklüğüne, hayran olmamak, elde değil.
Nazım Hikmet, Bulgartürklerinin, Bulgaristanda hallerinden, devamlı alâkadar olur. O, Moskovada tedrisat yapan, Bulgartürkü talebeleriyle irtibatlarını hiç kesmez. Bulgaristanda, Bulgartürklerinin her haklarının ihlâlini, Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Milletlerarası plâtformlarda dile getirir. Sonunda, şair, bu alâkasının kurbanı olur. Bulgaristanda Ad değiştirmeleri, başlar başlamaz, Nazım Hikmetin, buna karşı çıkıp, dünyayı ayağa kaldırmasından, korkularak, altmış yaşında, Panmoskovistler tarafından, öldürülür. (1963).
Ne olduysa, Nazım Hikmet, sabah kapısını açıp, bırakıldıkları posta kutusundan, gazeteleri, almaya çıktığı esnada olur; dipdiri çıkan şair, mecalsiz halde bulunur. Ölümü şüphe uyandırır. Ancak Moskova, Londra değil ki, bu şüpheli ölüm üzerine tahkikat yapılsın! Cinayet kalp sektesi teşhisiyle kapatılır. Ben, Bulgarslavlarının, icatları olan “Bılgarski çadır” denilen, suikast silâhını, o zamanlar kullanıp, kullanmadıklarını, bilmiyorum. Ancak büyük şairin ölümünde “Bulgar parmağı” olduğuna, inanıyorum.
Moskovada bir Bulgarslavı şovenci filmi galası esnasında Nazım Hikmet sahneye fırlar. Beyaz perdede iri cüssesinin, silueti daha da ihtişamlı görülür. Acilen ışıklar yanar. Şair kendini tanıtır. Zaten salonda onu tanımayan yoktur. Galaya gelenlerin hepsi, seçili davetli kişilerdir. Şair, iki elleriyle, gömleğini, yakaları altından tutar ve düğmeleri kopartırcasına, iki tarafa çeker, bağrını açar ve “Ben de Türküm, Türk kanına susandıysa, evvelâ benim kanımı akıtın, için!”, der. Salonda olanların, başları yere eğilir, kendilerine geldiklerinde, ayağa kalkarlar ve şairi alkışlarla uğurlarlar.
Bulgarslavı devletinin, bundan sonra çektiği filmlerde, komitalar, öldürdükleri Türklerin, kanını içerler…
Burada okurun 1950 Göçü muhtevasına girebilmesi için, Blaga Dimitrovanın, “Nazım Hikmet Bulgaristanda” adlı kitabından, birkaç fragman sunma ihtiyacını hissediyorum:
“Nazım Hikmet, en ince teferruata kadar bütün malûmatı havi bulunan kalın dosyayı açıyor ve işaretlediği sayfalardan, şunları okuyor: … Dokuz eylüle kadar 397 ilk mektep, 27 rüştiye; 602 ilk mektep muallimi, 69 rüştiye muallimi; 35000 ilk mektep talebesi, 2000 de rüştiye talebesi vardı. 9 Eylülden sonra ise ilk mekteplerin sayısı 832 yi, rüştiyelerin sayısı179 u, muallimlerin sayısı 2460 ı, rüştiye muallimlerinin 540, ilk mektep talebelerinin sayısı70422 i, rüştiye talebelerinin sayısı 13020 i bulmuştur.”
Şair devam ediyor: ”Ya sulama sistemi, ya orman kuşakları!
Ve şunları ilâve ediyor:
“Halkları ancak biz komünistler, ebedi kardeşler haline getirebiliriz!”.
Okudukları hakikat. Okuduklarının Komünist iktidarın idaresinde yapıldıkları da, hakikat. Ancak şairin, birkaç yıldan beri Bulgartürkleri ile alâkalı Bulgaristanda olanlardan, haberi yok. Bunun için:
“Yüzünden bir endişe gölgesi geçiyor.
‘Fakat kendilerine bu kadar büyük kaygı gösterilen bir memleketi bırakıp da, o cehenneme gitmeye hazırlanan iğfal edilmiş kimselerin bulunduğunu düşünüyorum da, içim sızlıyor.”, diyor şair. (Blaga Dimitrova., Nazım Hikmet Bulgaristanda. Sofya 1955.S:5).
Şair, Göçün sebebini bulmakta, kararlı. Deliorman köylerinin birinde, Bulgartürkleriyle düzenlenen toplantıda, kafayı, karşısında oturan, Köy hocasına takar:
“Nazım Hikmet hocaya dönerek:
‘Sen yaşlı ve tecrübeli bir adamsın diyor. Söyle bana, köydeşlerin neden göç ediyorlar? Onları, evlerini ve tarlalarını bırakmaya sevk eden sebep nedir?
Hoca aceleyle gözlerini kaldırıyor, şairle göz göze geliyor ve yine gözlerini yere dikiyor…”.
Neden sonra şair yine hocaya soruyor:
“Söyle bakalım bu kendi halindeki köylüler, neden o Cehenneme gidiyorlar?”.
Hoca susuyor. Hoca, Castık gâvurlarını (Karakol zebanilerini) gördükten sonra, nasıl susmasın, ödceğizi patlatılmış hocanın. Ödü patlatılmayanlar:
“…ona (Şaire), bazı şahsi güceniklik ve üzüntülerini, anlatmaya başladılar. Şair her birine ayrı ayrı, nasıl hareket edeceklerine dair öğüt veriyordu:
‘Meseleleri açıkça ortaya atmaktan korkmayın. Bir haksızlık gördüğünüz zaman, derhal köy savetine gidip, her şeyi apaçık söyleyin. Halk idaresi bizimdir, bunu anlayın. Türkiyede durum bambaşkadır. Orada her hangi bir Amerikalı, bir Türk kızını beğendi mi, ara da bul bir daha… Orada şikâyete gidecek kimse yoktur. Himaye isteyeceğin yer yoktur. Unutmayın ki Bulgaristan halk idaresinin başında, bizim büyük bir dostumuz olan Vılko Çervenkov yoldaş durmaktadır. O, sizin her isteğinize, her an, şahsen cevap vermeye hazırdır. Ben, onunla konuştum ve sizi temin ederim ki, bu adam, sizin her arzunuza seve seve karşılık verecektir…”. (Blaga Dimitrova. Age. S:20).
Şair, inandığından, bu muhtevada devam ediyor. Bulgarslavı zulmünü örtbas etmek için, kullanıldığının farkında değil ki. Ta ki, Bulgarslavı Komünist Partisi Genel Sekreteri ve ülkenin Başbakanı Vılko Çervenkovun, adını ağzına almaya, mecbur kalıncaya kadar. O zaman, sora sora, göçün sebebinin; Bulgartürklerine tatbik edilmeye başlanılan adaletsizliğin; mescitlerin, camilerin, kapatılmalarının; imamların, müezzinlerin, hocaların, münevverlerin ezilmeleri; milletin ufkunun karartılması, olduğunu, anlar gibi oluyor.
Çaresizliği işte o zaman başlıyor. Amerikalının kız kaçırması safsatası, bundan. Göçün sebebi hakkında öğrendiklerini, Bulgartürkü düşmanı olduklarını, anlamış olacak, yolculuğa refakat eden, Parti Merkez Komitesi heyeti azalarıyla paylaşmıyor. O, sadece soydaşları olan mazlumlara, mahcup mahcup: “Haksızlıkları, Vılko Çervenkov yoldaşa anlatın!” diyor…
Ülkenin, Başbakanına kadar, başka yer kalmamış, yok! Hani Türkiyede “Şikâyete gidecek kimse yoktu.”, “Himaye isteyecek yer yoktu.”. Burada var mı; Başbakan nerede, sefil Bulgartürkü, nerede.
Heyetin reisi, Todor Jivkov da, her Türke beslediği kini, ona da, besliyor; Bulgartürklerine, kendi halkına yaklaşır gibi yanaşan, Blaga Dimitrovaya da öfkeli. Belli etmiyor, yalnız, onlar için, kendisinin Ulah çingenesi olduğunu, hatırladığından, olacak “Davaya ne kadar bağlılar! Asil insanlar!” dediği, söyleniyor. Herhalde kendisinin hiçbir davaya bağlanamadığını, bağlanamayacağını, düşünüyor. Ancak gün gelip de, Blaga Dimitrovayı, “Vatan ve Millet haini”, ilân edeceği; Nazım Hikmetin, ölüm fermanını imzalayacağı, aklından, geçmiyor.
-------------------------------
Yedinci bölümden
Yeni yorum gönder