Bazı diller ve coğrafyalar, dünyanın geri kalan dillerinin ve edebiyatlarının daha geniş bir alana yayılmalarına yardımcı oluyor. Okur açısından da, majör piyasalarda belirmiş, kendi dilindeki vahşi güzelliğini her ne kadar bir parça kaybetmiş olsa da, düzgün bir biçimde yeniden yayına hazırlanmış yapıtları kolaylıkla fark edebilme imkanı ortaya çıkıyor. Elbette birtakım kurumlar, bu çeviri yapıtları işaret edebilmek için mekanizmalar ortaya çıkarınca, okurların işleri daha da kolaylaşıyor; yani ödüllerle!
Man Booker International ödülü, iki senede bir veriliyor. Bir yazarın İngilizce yazdığı ya da İngilizceye çevrilmiş yapıtları göz önünde tutuluyor ve hatırı sayılır bir para ödülüyle birlikte, asıl olarak, biz yayıncıların kapaklara yerleştirerek okurların gözüne sokmaya çalıştığımız bir nişan kazandırıyor yazara: “Bu belki de tanımadığınız yazar, iyi bir metin vaat ediyor!” İlk olarak 2005 yılında Arnavut usta İsmail Kadare’ye verildi Man Booker International, ardından Chinua Achebe, Alice Munro, Philip Roth ve Lydia Davis kazandı. Bu seneyse Hoda Barakat, Alain Mabanckou, Mia Couto, Amitav Ghosh gibi isimlerin bulunduğu aday listesinden Macar László Krasznahorkai ödüle layık görüldü. Açıkçası Türkçe okuru bu açıdan şanslı çıktı, ne de olsa yönetmen Béla Tarr tarafından yapıtları filmleştirilen Krasznahorkai’nin iki romanı –Şeytan Tangosu ve Savaş ve Savaş– Can Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Macar yazarın İngilizceye çevrilmiş yapıtlarının ABD’de verilen En İyi Çevrilmiş Yapıt ödülünü 2013’te Şeytan Tangosu’yla ve ertesi yıl da Seiobo There Below’la üst üste almış olması, belki de bu seneki Man Booker jürisini etkilemiştir. (Eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve eski sosyalist cumhuriyet topraklarında yaşanan sayısız toplumsal çöküş ve çürüme süreçlerinin etkisiyle kaotik bir boşluğun içinde geçiyor sanki Krasznahorkai’nin yazdıkları. Nedense Beckett’ı anımsattı bana. Boşluk içinde ağır ağır devinen ve uzun uzun ama sanki boş boş konuşan, ümitlerini ve enerjilerini yitirmiş, ölümden döndüğü iddia edilen karakterlerin gelişini bekleyen ama muhtemelen yine dolandırılacak, saf mı hin mi anlaşılmayan insanlarla dolu bir metinde hâlâ yolumu bulmaya çalışıyorum Şeytan Tangosu’nu okurken.)
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinin 1990’dan beri verdiği Yabancı Kurgu Ödülü, hem çevirmenin hem de yazarın başarı hanesine yazılıyor. İlk ödülü Orhan Pamuk, Beyaz Kale’nin Victoria Holbrook tarafından yapılan çevirisiyle kazanmıştı. 1991’de Kundera’nın Ölümsüzlük, 1993’te de Saramago’nun Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl romanlarına verildi. 2002’de merhum Sebald’ın Austerlitz’ine, 2004’te Javier Cercas’ın Salamina Askerleri’ne, 2006’da Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz’una, 2013’te de Gerbrand Bakker’in Dolambaç’ına verilen bu ödülü, bu sene, Doğu Alman Jenny Erpenbeck İngilizceye The End of Days adıyla Susan Bernofsky tarafından aktarılmış yapıtıyla kazandı. Erpenbeck’ten tek bir yapıt, Gölün Sırrı, Helikopter’in o güzel baskılı kitaplarından biri olarak, Dilek Zaptçıoğlu çevirisiyle yayımlanmış dilimizde. Her iki kitap da, benzer yapıda, bir mekanı ya da bir kişiyi odak alarak, farklı dönemlerin olasılıklarını anlatıyor. Doğu Almanya’nın (Avrupa’nın) imparatorluk, dünya savaşı, iki savaş arası kaos, Nazizm ile Stalinizm arasında büyük savaş, sosyalist dönem ve rejimin yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesi aşamalarını kat ediyoruz. The End of Days özelinde Yahudi kökenli ama Hıristiyan bir adamla evlenen bir kadının kızını dört farklı olasılıkta ölümüne kadar kurgulamış Erpenbeck. Henüz ilk bölümünde odak karakterin bebekliğinde ölmesine rağmen etrafındaki insanların hikayeleri kitabın dörtte birlik kısmını kat edecek kadar geniş ve çarpıcı anlatılıyor, Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında. Peki ya ölmeseydi diye ikinci bölüme geçerken anlatıyı geri saran Erpenbeck, bu bölümde İkinci Dünya Savaşı’na götürüyor karakterlerini (tahmin edilebileceği gibi bu sefer Naziler tarafından öldürülüyor genç kadın), üçüncü bölümde sosyalist cepheye aktarıyor (sosyalist bir özeleştiri/muhbir raporu şeklinde kurgulanmış bu bölüm), dördüncü bölümdeyse nihayet iki Almanya’nın birleştiği günleri anlatıyor (sanırım bir tek bu sefer kadının ölümünün doğal yollarla olduğunu söyleyebilirim.)
Ödüllerin flaşında
Geçtiğimiz aylarda kadınlara verilen ödüllerin ne kadar az olduğunu belirten araştırmalar yayımlanmıştı, ancak gitgide daha fazla kadın yazar ödül alıyor aslında. Mesela Ali Smith, son romanı How To Be Both ile Costa ve Goldsmiths ödüllerinden sonra (gerçi sadece kadınlara verilen) Baileys ödülünü de kazandı. İki farklı katman üzerinden ilerleyen, sanatla ilgili romanıyla Smith’in son dönem yazarları arasından öne çıktığı artık aşikar. Everest Yayınları’ndan yapıtları basılıyor Ali Smith’in, umarım en kısa zamanda bu roman da dilimize aktarılır.
Franz Kafka Ödülü ise bu sene İspanyol yazar Eduardo Mendoza’ya verildi. Muhtemelen yayımlandığı yıl kendi ülkesinde Premio Planeta’yı kazanan, 2013’te de Avrupa Kitap Ödülleri’nden birini alan Riña de gatos. Madrid 1936 romanının İngilizce çevirisi An Englishman in Madrid etkili olmuştur bu ödülü almasında. Zamanında Can Yayınları’ndan yayımlanmış, şimdilerde baskısı tükenmiş Büyülü Ada ve Mucizeler Kenti dışında herhangi bir yapıtı aktarılmamış henüz Mendoza’nın dilimize.
Son olarak -bir zamanların Premios Príncipe de Asturias’ı - Premios Princesa de Asturias edebiyat ödülünün henüz dilimize hiçbir kitabı çevrilmeyen Kübalı yazar Leonardo Padura Fuentes’e verildiğini belirtmeliyim. Zamanında Maria Vargas Llosa’dan Günter Grass’a, Amos Oz’dan Doris Lessing’e, Margaret Atwood’dan geçen sene John Banville’e pek çok önemli yazara verilmiş bu prestijli ödülün Nobel’e kurulmuş köprülerden biri olduğunu da ekleyeyim.
* Görsel: Ali Çetinkaya
Yeni yorum gönder