Neden polisiyeyi yaz mevsimine yakıştırdığımı bilemiyorum. Polisiye, hafif kitapların bence en ağırı olduğu, yaz için de hep “hafif kitap okunur” dendiği için ben yazın polisiyeyi tercih ediyorum sanırım. Kumsalda, kahvede, pansiyon odasında varoluşumdan uzaklaşmaya çalışırken, içine en rahat girip çıkabileceğim dünyayı polisiye sağlıyor. Kimi zaman adalet, kimi zaman intikam peşinde koşanlara eşlik ediyorum. Ayrıca her zaman polis olmuyor eşlik ettiğim... Hafiye, dedektif, savcı, avukat, gizli servis görevlisi, maktûlün yakını, örgüt üyesi, mafya elemanı, yazar ve hatta okur olabiliyor. Edgar Allan Poe ve Arthur Conan Doyle’dan beri rasyonel aklın, gözlem gücünün, ipuçlarından olayın tamamına ilerlemenin, zekânın işletilmesinin, suç felsefesinin, suç motiflerinin, suçlu profillerinin merakını besliyor edebiyat (benim gibi okurlarda).
Grangé kültü ve Kırıkkanat
Fransız Lire dergisi de polisiye edebiyata yazın artan düşkünlüğü değerlendirmek adına özel polisiye sayısını yayımladı geçtiğimiz ay. Hem Fransa’da yayımlanmış olan 2011 yılının en iyi polisiyelerinin bir listesini verdiler, hem de dünyadan çeşitli farklı örnekleri sundular. Dosyada ülkemizden de iki detay vardı. İlki, Jean-Christophe Grangé’nin Türkiye’de kült yazar konumuna yerleşmiş olduğu ve kitaplarının düzenli olarak 100.000 baskı yaptığı ibaresiydi. İkincisiyse, Mine G. Kırıkkanat’ın Türkçe Bir Gün Gece adıyla yayımlanmış romanının La malédiction de Constantin adıyla Fransa’da yayımlanan baskısının Türkiye’yi dünyadan seçilen on bir polisiye kurgunun yer aldığı listede temsil etmesiydi. Gerçi Yunanistan için seçtikleri Petros Markaris’i de bizden sayabilir miyiz diye düşünmedim değil.
Bu tarz dosyaların çok faydası olur. Örneğin bir zamanlar Altın Kitaplar’dan yayımlanmış, Gürcü asıllı Rus Boris Akunin’in ya da ülkemizde hiç yayımlanmamış Sinaloa (Meksika) doğumlu Elmer Mendoza’nın varlığını başka türlü ben öğrenemezdim. Bilindik NATO topraklarında geçen, suya sabuna dokunmayan polisiyelerin yerine; sanırım daha çok belirsizlik içeren, ilişkilerin dokusunu çözmekte kolaylık çekmeyeceğim coğrafyaların suç öyküleri bana daha cazip geliyor. Başka okurlara da öyle geliyor olmalı ki Roberto Bolaño’nun yapıtları ülkemizde de oldukça tutuyor. Ben özellikle 2666’yı bekliyorum (bildiğim kadarıyla Pegasus’tan yayımlanacak), ABD’nin arka bahçesi konumunda Meksika’nın yıllardır yaşadığı vahşeti kapsamlı biçimde (yaklaşık 1000 sayfa) anlattığı yapıtını. Üstelik 2666 oldukça sağlam bir edebiyat yapıtı da, hiç de kolay yenilir yutulur değil. Bu, yazın okumaya merak duyduğum hafif kitap kavramı konusunda kafa karıştırabilir. Ama kim istemez ki günlerce süren bir yaz tatilinde sonsuza kadar okuyabileceğini sandığı bir romanla birlikte olmayı...
Lire 2011 Seçkisi
Lire’in 2011 seçkisinin bir numarasındaki isim, ABD’li sörfçü polisiye yazarı, Kem Nunn. Yine Meksika kıyılarında geçen Tijuana Straits adlı, aslında 2004 yılında ABD’de yayımlanmış romanında uyuşturucudan hapis yatmış bir sörf yıldızının ABD-Meksika sınırındaki uyuşturucu trafiğindeki intikam arayışını takip ediyoruz. Bugüne kadar beş roman yazmış Kem Nunn, Deadwood dizisinin senaryo ekibinde yer almış, televizyon dünyasına da yakın bir isim. Sinema tarihinin kendi çapında bir efsanesini oluşturan Kathryn Bigelow’un Point Break filminin atmosferine Arturo-Perez Reverte’nin Güneyin Kraliçesi romanında anlatılan uyuşturucu kaçakçılarının hayatlarını eklediğimizde, muhtemelen Kem Nunn’un polisiyesine yaklaşmış olabiliriz.
Listenin iki numarasında, İsviçreli Joseph Incardona’nın 220 Volts adlı romanı yer alıyor. Ödüllü kara roman yazarı Incardona, yine ödüllü kara roman yazarı karakteri Ramon Hill’i refah içindeki bir aile ve hayat düzeninden yaratıcılığının The Shining türevi bir kâbusa sokarak belki de kendi varoluşunu test ediyor. Beş romanı, tiyatro, sinema ve çizgi film senaryoları olan Incardona, John Fante, Bukowski, Kerouac gibi Amerikan serseri yazınını da aile kökenleri İtalyan ve İsviçre kültürlerini de kalemine mürekkep edebiliyor.
L’anné du rat, (Sıçanın Yılı) eski bir bilgisayar oyunu tasarımcısı ve gazeteci olan Fransız Régis Descott’un romanı üçüncü sırada. Geleceğin megapolü, kaotik bir Paris’te geçen bu romanda, genetik müdahalelerin, komada gördüğü rüyasında eyleyen insanların gırla gittiği bilim-kurgusal bir polisiye dünyasına giriyor okur.
Katrina kasırgası esnasında New Orleans çevresinde kurgulanmış bir başka polisiye, Amerikalı James Lee Burke’un The Tin Roof Blowdown’un (Teneke Çatı Uçtu) La Nuit Plus Longue (En Uzun Gece) adıyla yapılan Fransızca çevirisi, Lire listesinin dördüncü sırasında. Romanın kahramanı, yazarın 1986’dan beri romanlarında kullandığı David Robicheaux, sinemada Alec Baldwin ve Tommy Lee Jones tarafından canlandırılmış bir karakter. Klasik bir karakter aslında: Teksaslı, alkolik, amiriyle anlaşamayan, Vietnam Savaşı’na katılmış, ek iş olarak eski ortağıyla da vaka çözen, tipik bir kaybeden, bir nevi Behzat Ç.
Listenin beşinci, benim ele alacağım son sırasında İbraniceden Fransızcaya çevrilmiş, Actes Sud’den yayımlanmış bir roman var: Le Poète de Gaza (Gazze Şairi). Limassol ise İngilizce baskısındaki adı. Meşhur Arap-İsrail çatışmalarının bir noktasında, İsrail gizli servisi mensubu başkarakterin barış yanlısı akademisyen Defne üzerinden peşinde olduğu Filistinli gerillanın babası, Gazze Şairi’nin peşine düştüğü kurgusuyla Yişa Sarid, Ortadoğu’nun bu her daim sorunlu coğrafyasından nasıl bir polisiyenin çıkacağına iyi bir örnek veriyor.
Jo Nesbø yeni Stieg Larsson mu?
Açıkçası ben bu yaz başka polisiyelerin de peşine düşmek istiyorum: ABD’li James Ellroy’un California’daki yolsuzlukların tarihini döktüğü, Black Dahlia cinayeti etrafına kurguladığı L. A. Dörtlüsünü okuyarak “Forget it, Jack, it’s Chinatown” demek; Gyles Brandreth’in yazdığı ve Viktorya döneminde dedektif “Oscar Wilde”ın Arthur Conan Doyle ve Bram Stoker gibi meşhur isimlerle vakalar çözdüğü roman serisine Candlelight Murders ile başlamak; bir Jo Nesbø romanı okuyup hakikaten reklamı yapıldığı gibi yeni Stieg Larsson olup olmadığını görmek istiyorum. Bu yaz uzun bir yaz olacak anlaşılan, kalın polisiyelerinizi havlunuza sarmayı siz de unutmayın.
Lire dergisinin açıkladığı 2011’in en iyi 10 polisiyesi:
1 Tijuana Straits, Kem Nunn, Amerikancadan çeviren Natalie Zimmerman, 360 s., Sonatine.
2 220 Volts, Joseph Incardona, 192 s., Fayard.
3 L’Année du Rat, Régis Descott, 280 s., JC Lattès.
4 La Nuit La Plus Longue, James Lee Burke, Amerikancadan çeviren Christophe Mercier, 480 s., Rivages.
5 Le Poète de Gaza, Yishaï Sarid, İbraniceden çeviren Laurence Sandrowixz, 250 s., Actes Sud.
6 Totally Killer, Greg Olear, Amerikancadan çeviren François Happe, 312 s., Gallmeister.
7 Double Hélice, Kleinmann ve Vinson, 414 s., Editions du Masque.
8 Le Mur, Le Kabyle et Le Marin, Antoine Varenne, 286 s., Viviane Harny.
9 Marée Noire, Attica Locke, Amerikancadan çeviren Clément Baude, 446 s., Série Noire.
10 Savages, Don Winslow, Amerikancadan çeviren Freddy Michalski, 330 s., Editions du Masque.
ayrıntılı kötülük kokan romanları polisiyeden ayırmak gerekiyor diye düşünüyorum... zira bu tür kitaplar sürükleyiciliği insan aklının varabileceği delilik sınırlarında arıyorlar ki gerçekten rahatsız edici.Örneğin Jean-Christophe Grangé’nin son romanı..ve daha birçokları.. burada kabul edilmesi gereken,her ne kadar polisiyeye konu olan bir suçun sağlıklı beynin ürünü olamayacağı olsa da kan gölü içerisindeki ya da otopsi raporunu aratan betimlemeler okuma zevki dahi bırakmıyor.. hal böyle olunca ben de çıkar yolu yazara ve ekibine çamur atmakta buluyorum: olay örgüsünü yerine oturtamayınca kolaya kaçıp bakalım zihnimiz ne kadar kötülük üretebiliyor ile sayfaları dolduruyorlar...gerçekten zeka pırıltıları olan, güzel yazılmış, iyi çevrilmiş bir polisiyeye hasret kaldım....
Yeni yorum gönder