Kurt Cobain ve Nirvana’nın ardından söylenecek söz kaldı mı? Bu miras hakkında bir şeyler denebilir mi hâlâ?.. Bu gibi soruların cevabının olumlu olması için, ancak ve yine, söylenmiş yeni bir sözün bulunması gerekiyor. O halde, işte Kurt Cobain hakkında yeni bir belgesel ve yeni bir yazı. İkisi de aşağıda..
“Montage of Heck,” aslında Kurt’ün kaydetmiş olduğu karışık bir kasedin ismi. Daha doğrusu, müthiş bir ses kolajı. 1988 yılında, yani öldüren şöhretten çok önce basit bir aletle kaydedilmiş. İçinde Kurt’ün geniş plak koleksiyonundan parçalar, üzerinde oynanmış radyo kayıtları, kendi ürettiği sesler ve Nirvana demolarından alıntılar var. 8 ve 36 dakikalık iki versiyonu bulunuyor. Iron Maiden, Frank Zappa, arabesk, Türk Sanat Müziği, Jackson Biraderler, Susam Sokağı, Cher, Queensryche... Listeyi bulursunuz nasıl olsa, ama 21 yaşındaki bir genç müzisyenin, ortada internet filan yokken bu zevke, birikime ve geniş bakışa sahip oluşuna hayran olmamak zor.
Kurt hakkında çekilen yeni belgeselin ismi de Montage of Heck, yönetmeni ise Brett Morgen. İlk defa bu yıl Sundance Film Festivali’nde gösterilen ve Cobain ailesinin işbirliğiyle çekilen ilk belgesel olma özelliğini taşıyan Montage of Heck için Morgen ve ekibi ailenin arşivini kullanmış. Daha önce duyulmamış Nirvana şarkıları ve görüntüler, ev kayıtları, fotoğraflar, günlükler, çizimler vd filmi elbette çok heyecan verici kılıyor. Hatta filmin yardımcı prodüktörlerinden bir tanesi de, Kurt ve Courtney’in kızları Frances Bean. Ayrıca, eşzamanlı olarak filme eşlik eden, aynı isimli bir kitap ve soundtrack de yayımlanmış durumda. Ama bu kadarı yeter, şimdilik...
Bir montaj olarak hayat
Montaj demişken, Kurt’ün nasıl şarkı yazdığına bakalım mı? “Her zaman soyut şeyler işledim,” diyor Kurt. “Hiçbir anlamı olmayan rüyalara bayılırım. Planı olmayan bir filmi tercih ederim. Şarkı sözlerimin çoğu birbirleriyle bağlantılı değildir, çünkü onları, değişik şiirlerimden cümleler alıp birleştirerek oluştururum.” Ama son stüdyo albümü In Utero’daki farklılığı da belirtmiş tabii: “Bu albümde, ötekinden daha belirgin noktalar var. ‘Scentless Apprentice’ okumaktan bıkmayacağım bir kitap hakkında; Patrick Süskind’in Koku’su. ‘Rape Me’de ise, cesaretle, tecavüze karşı bir şarkı yazmaya çalıştım. Şunu fark ettim ki, eğer bir şey anlatmaya çalışıyorsanız ‘açık ve net’ olmalısınız. Çoğu insan bunu istiyor. Şarkıların, suratlarının tam ortasına fırlatılması gerekiyor.”
Süskind’in “fazla etkileyici” romanı Koku. Evet. Bu ismin yanına Cobain’in edebiyat sevgisinden iki isim daha cımbızlayacak olsam, William Burroughs ve Charles Bukowski diyerek sevenleriyle tokalaşabilirim sanki.
Burroughs’un Junky’si, eroin bağımlısı Kurt’ün çok sevdiği bir başka roman. “Cut-up” tekniğinden hoşlandığını biliyorduk zaten ama yazara olan hayranlığı, onu, Burroughs’un Kansas’taki evine ziyarete bile götürmüş. Ayrıca bu Beat efsanesiyle, The “Priest” They Called Him isimli bir kaydı (1992) da var Kurt’ün. Yazar okuyor, müzisyen gitarıyla ona eşlik ediyor bu kayıtta. Burroughs’un, “Bu genç rock’n rollcular gitarlarını bir kenara atıp, Leadbelly gibi gerçek ruhlara kulak verseler iyi olur,” demesinden sonra Leadbelly’i dinleyen ve çok etkilenen Kurt’ün intiharına, yazarın çok üzüldüğü de biliniyor.
Kurt’ün Bukowski’yi sevmesi de kimi şaşırtabilir ki? Bukowski, Kurt’e uyar elbette. Bu listeye Anthony Burgess ve J. D. Salinger’ı da ekleyebiliriz. Ve, F. Scott Fitzgerald’ı hiç sevmediğini de..
Rahme dönecek olursak, Seks İsyanları’nın yazarlarından Simon Reynolds, “Heart-shaped Box’taki (Kalp Şeklindeki Kutu) eğretilemeler aynı zamanda Sylvia Plath ve Anne Sexton’ın şiirlerindeki şehvetli ölüm mecazlarını anımsatır,” diyor. “Cobain’in dünyadan el etek çekerek uyuşukluk tapınağına çekilme arzusu eroin alışkanlığından geçti, sonra serpilerek tam gelişkin bir ölüm arzusuna dönüştü (Freud’un nirvana ilkesi adını verdiği ilkeye, tüm organik hayatta bulunan, hareketliliğin olası en düşük düzeyine geri dönme, cansızlaşma eğilimine teslim oluş).”
Kurt, intihar mektubunda insanları çok sevdiğini ve onlar için üzüldüğünü söylemişti. Bence, hayata bakışınız ne olursa olsun, müziği seviyorsanız, Kurt Cobain’i de seviyorsunuzdur. Müziğini sevmeyebilirsiniz, o ayrı. Ama şu da var ki, müzikte içten olmayan ne varsa, onun karşısına Kurt’ü ve müziğini koyduğunuzda bütün anlamını kaybeder. Siz de böyle hissediyorsanız, Brett Morgen’in belgeselini seyretmeyebilirsiniz. Onun hakkında başka söz duymak istemeyebilirsiniz. Sizdeki resmi korumak isteyebilirsiniz. Belki böylesi daha iyidir.
* Görsel: Mert Tugen
Yeni yorum gönder