Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Quasimodo'nun Nobel konuşması: "Şiir yalnızlıkta doğar"




Toplam oy: 1279

İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.

 

Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?

 

Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, ödül töreni sırasında yaptığı konuşmayı yayınlamaya devam ediyoruz.

 

İşte, Salvatore Quasimodo'nun ödül aldığı 1959 yılında yaptığı konuşma:

 

"Dünya için şiirin varlığı aşılması gereken bir zorluktur"

 

 

İsveç'i her zaman, çağdaş medeniyetin o biricik ve muhteşem payesi olan Nobel Ödülü'nü alan insanların benimsediği bir ülke olarak gördüm. Diğer milletler buna benzer bir ödülü hayata geçirmek şöyle dursun, böyle bir fikri ortaya dahi atamamıştır. Nobel Ödülü'nün memleketi, birkaç milyon insanın ülkesiyse de, bu ödül, evrenselliğin, etkin ve manevi önem taşıyan bir modeli oldu.

 

Bu ödülü, pek de kolay kazanılamayan bir armağan olarak da niteleyebiliriz. Üstelik her ülkeden, her politik gruptan insanın iştahını kabartıyor, ki bu da ödülün evrenselliğinin ve yazarların, şairlerin ve filozofların önünde açtığı vadinin göstergesi sayılabilir. Ancak kültür her zaman, barbarlığın nükseden tehlikesini, bu barbarlık büyük güce sahipken ya da karmaşık ideolojilerden beslenirken bile, geri püskürtmüştür. Şu an etrafımda, çetin tarihi boyunca, insan özgürlüklerini sınırlayanlarla savaşan, en eski Kuzey medeniyetlerinden birinin temsilcileri var; insancıl krallar, kraliçeler, büyük şairler ve yazarlar çıkarmış olan bir medeniyet... Çağdaş veya eski zamanlarda yaşamış bu şairler, yalnızca huzursuz mizaçlarının ve derin düşüncelere dalan doğalarının değişken yapısıyla bile olsa, İtalya'da da biliniyorlar. Kullandıkları mecazları, Vikingler’in efsaneleşmiş hatıralarından alan telaffuzu zor, bu müzikal isimler, bizim tarafımızdan saygı görmeye başladılar. Bizimle, güç kaybetmekte olan ya da çoktan Rönesans retoriğinin tozlarına karışmış diğer medeniyetlerin şairlerinden daha etkili bir biçimde konuşuyorlar.

 

İsveç'in ve İsveçliler’in tercihleriyle dünya kültürüne meydan okuduklarını ve ona ilham verdiklerini söylerken, amacım kendimi övmek ya da tebrik etmek değil, Avrupa'nın entelektüel durumunu eleştirmek. Şairlerin ve yazarların dünyayı değiştirmeye yardım ettiklerini daha önce söylemiştim. Bu küstahlık ya da göreceli bir durum olarak görülebilir ancak karmaşayı ya da boyun eğişi haklı göstermek için şairlerin ateşledikleri tepkileri göz önünde bulundurmak gerekiyor. Şiirin kendini yalnızlıkta ortaya çıkardığını ve bu yalnızlıktan her yere ilerlediğini, bu monolog sayesinde sosyolojik ya da politik olmadan topluma uzanabildiğini biliyorsunuz. Şiir, hatta lirik şiir bile, en nihayetinde bir "hitabe"dir. Dinleyici, şairin, bir insanın ya da binlerce insanın fiziksel ya da metafiziksel içi olabilir. Ancak narsisist duygu, bir daire gibi kendi içine döner, aliterasyon ve çağrışım yaratan seslerle, tarihin unutulan çağlarındaki diğer insanların mitlerini hatırlatır.

 

Bugünkü dünyada kesinlikle, insana eşit başka hiçbir şeyin olmadığı bir neo-hümanizmden bahsedebiliriz. Eğer şair kendini, bir kısmı kendi doğası ve zekâsından oluşan, bu geçici fiziksel yapının ortasında bulursa hâlâ tehlikeli biri olarak görülebilir mi? Bu soru retorik değil, gerçeğin eksik hali. Günümüzde dünya şiire karşı çıkan tarafla ittifak halinde ve dünya için şiirin varlığı aşılması, yok edilmesi gereken bir zorluk. Diğer taraftan şiirin gücü organize toplumlarda her taraftan yayılıyor. Edebi oyunlar insan hassasiyetinden kaçabilse bile, hümanizmden etkilenen şiirsel aktivite bunu yapamıyor.

 

Şiirlerimden birinin Kuzey'in, aynı zamanda Afrika'nın ya da Doğu'nun insanlarına yazıldığını düşünmüşümdür. Şiirin evrenselliği, yapısı, stili yani dilinin yoğun gücü açısından oldukça önemlidir. Ancak evrensellik daha önce yoktu; o, bir insanın onunla aynı dönemde yaşayan diğer insana kattıklarıdır. Böyle bir evrensellik muğlak kavramların ya da insana zararı dokunan bir ahlakın üzerine değil, doğrudan somut bir durumun ve benzersiz bir ruhsallığın üzerinde kuruldu.

 

Benim güzellik anlayışım kendini yalnızca ahenkte değil uyumsuzlukta da dışa vuruyor. Uyumsuzluk, şiirsel yapının kesinliğine de bulaşabiliyor. İster resimi, isterse heykeli ya da müziği ele alalım, estetik problemler veya ahlaki ya da eleştirel olanlar hep aynı; beğeniler ve nefretler de benzer. Yunan güzelliği, hayatı taklit ederek doğanın nimetlerini ortaya koyacak yeni bir form ararken önceki formu yok eden günümüz insanı tarafından tehlikeye atıldı. Doğanın tekil kusuru olan, insan diliyle insan varlığını parça parça oluşturan şairden bahsediyorum. Ancak bu dil aldatıcı değil akla yatkın bir sözdiziminden oluşmaktadır. Hayatta yaşanan ya da hissedilen her deneyim, ilk önce beklenmedik bir ahlaki dağılma yaşatır, zamanla onu manevi bir dengesizlik izler. Derken tarihin ağırlığı altında çoktan ezilmiş olan bu manevi durumun uzamasından korkulur. Fani eleştirmen için harflerin insanı olan şair, doğru olmayan bir günlük tutar ve dünyevi teoloji ile oynar. Gerçekten de bu eleştirmenin, bu gibi şiirlerin “ars nova”'nın hantal bir yeniden ifadesi ve sanatın bu şiirler yazılmadan önce var olmayan yeni bir dilin (bu sayede şiirsel yapı tersyüz oluyor) dışavurumu olduğunu yazacağı kesindir. Belki de bu dilin ifadesi yalnızlığı katlanabilir kılmanın ve onu çevreleyen en soğuk objeleri isimlendirmenin bir yoludur. Peki ya şairin şeytani etkisi? Belki de bu; kimsenin, özellikle de 15- 20 kıtalık sekansların haklı çıkmasından korkan, kırılgan eleştirmenin yeni bir şairin bir şiirini okumuş insanların sessizliğini dolduramayacağı içindir... Saflık kavramı, görünüşte politik olan bölünmelerin yaşandığı ve şairlerinin çoğunun kafası karışık ve neredeyse insan olmadıkları bu yüzyılda henüz incelenmedi. Yaşanan en son heyecanlar, kalp konusuna bakışları nedeniyle hep şüpheyle karşılandı.

 

Burada şiirsel önerilerde bulunmak ya da estetik standartlar oluşturmak için değil, medeniyetimiz için çok önemli olan ve karşısında konuştuğum, bu herkesçe benimsenmiş ülkenin güçlü insanları sayesinde bir ulusu selamlamak için bulunuyorum. Ben şu an o ülkedeyim.

 

İsveç Kral ve Kraliçe Hazretleri'ne ve İsveç Akademisi'ne selamlarımı ve derin şükranlarımı sunuyorum. Bu 18 bilge ve katı jüri üyesi, Nobel Ödülü'nü şiirime vererek, yüzyılın ilk yarısından en son nesle kadar, medeniyetimiz için elzem olan edebiyat sanat ve düşün alanında oldukça zengin olan İtalya'yı onurlandırdılar.

 

 


 

 

* Çeviren: Elif İlik

 

* Diğer Nobel konuşmaları için tıklayınız.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.